Pages

İĞNE DELİĞİNDE ZAMAN

28.08.2008
Sorularım mı çoğaldı bu aralar, kendime mi cevapsız kaldım bilmiyorum. İğne deliğinden geçiyormuş gibi zaman ağır aksak, ve ben pür dikkat dikmişim gözlerimi, anlamaya çalışıyorum kopmasın diye kendimle bağım. Oysa o kadar çok kaybediyorum ki şu sıralar seni; nerede, ne zaman, nasıl bıraktığımı bilmeden, anlamadan hatta, kendime bile fazla gelen bir sessizlikte, denemekten vazgeçmediğim ama sonunu da asla getiremediğim yolların üzerinden sorgusuz sualsiz geçip gidiyorum.

Keşke burada olsaydın şimdi...Olsaydın da zaman tam geçerken o iğne deliğinden kopuverseydi ve kalıverseydik hep aynı anda, hiç bitmeden, hiç durup dinlenmeden sadece birbirimizin gözlerinde birbirimize bakakalsaydık...

Yalnızlığım mı ağır geldi bu aralar, kendime mi yetmez oldum bilmiyorum. Sus pus oturup kalmışım yaşamın kıyısında bir yerlerde, elimde eskilerden kalma bir fotoğraf. Küçük küçük ölümler birikmiş belleğimde, yüreğimde üzeri kapanmamış geçmiş zaman çukurları...Tek başına yaşamalı aslında bu gömü törenlerini, yasını tekbaşına tutmalı, kendi asık suratını aynalarda kendinden bile saklamalı, sakınmalı insan biliyorum. Meğer hayat, dudağının kenarındaki küçücük bir gülümsemeymiş, bir zamanlar görmezden geldiğim, ve şimdi ben elimdeki yarısı kesilmiş bir fotoğrafta, bu bir tek gülüşün kaybettiğim sahibini arıyorum.

Şimdilerde bu yarım yamalak kelimelerin arasında kendimi yaralasa da sözlerim, yaşamak değil aslında benimkisi, sadece kendimle savaş, ne yengi var ucunda ne de yenilgi...Ama ben her seferinde daha çok gömmek için geçmişe kendimi, gözlerimi sımsıkı kapıyorum senin olmadığın şimdiye. Nefesimin tükendiği anda yine sen geliyorsun aklıma, haberin olmayan itiraflara dökülüyor dilim, sana dair ne varsa yeniden başlıyorum anlatmaya. Seni düşünüyorum hayatın içinde, sonra seni ve içindeki hayatı. Bir umut ya işte, yakalarım belki diye kollamaya başlıyorum tekrar iğne deliğinden geçen zamanı. Derken, açıyorum gözlerimi yeniden. Açıyorum ve bakıyorum. Çünkü sen hayatsın biliyorum....



Resim: loadtr.com

ANNEM'E...

27.08.2008
Anladım ki; büyüdükçe daha bir küçük kalıyorum hayatın içinde. Daha çocuk, daha aciz, daha yalnız...Nedense beceremiyorum bir türlü herkes gibi yaşamayı. Ne zaman niyetlensem, yüzüme gözüme bulaşıyor hayat. Ve üstüm başım değil de artık, içim kirleniyor günden güne...

İşte en çok böyle zamanlarda, benim küçük, hayatın büyük, zamanın acımasız, içimin bölük pörçük olduğu anlarda eskiden olduğu gibi sığınıp da dizinin dibine orada dindirmek istiyorum acıyan yanlarımı. Biliyorum çünkü bir tek senin sözlerinin yalanı yok. Bir tek senin sevgin acıtmıyor canımı. Bir tek senin öptüğün, dokunduğun yer temiz kalıyor.

hep yanımda ol lütfen.
yanıbaşımda
yüreğimde
içimde
iyi ki doğdun annem
iyi ki varsın
nice nice senelere...




Foto: Özge Baki

CEVAP-SIZ

19.08.2008
Gördüğünü düşünüyorum ve gülümsüyorum. Düşünmesem de gülümsüyorum ya ben zaten. Sana, kendime, halime, gözüm açık geçirdiğim her günüme, kapıya, duvara, ağaca, gökyüzüne, yaşama, acıya ve sevince...Ağlamıyorum artık. Gözyaşı dökmüyorum yanışına içimin. Susuşuna dilinin. Yazılışına iki satır kalemin. Gidişine adı bile hatırlanmayan bir sevgilinin. Sadece gülümsüyorum.

Bıyık altından değil benimkiler. Ortada. Göz önünde. Deli diyen bakışların ağırlığında, kaldırım başlarında, sokak aralarında, hayatın tam orta yerinde. Hayatın tam orta yerinde artık yazılanlar.Yazılarda, satırların arasında izlerin. Yaşlarım iki dudak arasında. İki dudak arasında gördükçe gülümsemelerim.

Uzak diye bir yer var mı gerçekten, diye düşünüyorum. Kafamızı kaldırıp aynı göğe bakmıyor muyuz, aynı gökyüzü kavuşturmuyor mu bizleri? Aynı acıların izleri değil mi sürülen? Bulunup da tekrar kaybedilenler değil miyiz aslında? Kimin bulduğu ve tekrar neden kaybedildiği bilinmeyen. Bulunduğundan bile habersiz değil mi aslında kimimiz? Ya da bulduğundan...Farkedilmeyip, farketmeyip es geçilen yaşamlara dair değil mi aslında bütün özlemlerimiz?

Kayıp eşya bürolarında alınmayı bekleyen umutların sahipleri gelir mi birgün dersin aynı gökyüzünün hatırına. Yoksa masmavi bir yalana mı kanmışım, kandırılmışım ben çocukluğumdan beri...Sorgusuz, sualsiz bakakalmış gözümün bebekleri. Geleceğin yoluna, gidenin ardına.

Ben büyük ve güzel miyim gerçekten diye düşünüyorum. Büyüklük ve güzellik yüreklerde değil midir aslında. Paylaşılınca daha da büyünüp güzelleşilmez mi...Eş, dost, sevgili, baş dayanacak bir omuz, yaş silecek bir el, bankta yanıbaşına ilişiverecek bir vücut, aynı dili konuşacak bir yürek, aynı dil olmasa da konuşacak bir yürek...Nedir ki beklenen, kimdir? Var mıdır gerçekten ve gelecek midir? Bilinmez. Çoğu zaman olmayanları, gelmeyecekleri bekleyerek geçer zaman belki de. Beklenmeden gelenlere teğet geçerek....

İki elin yanında, bir bankın kenarında, seyredersin gelip geçenleri. Gözlerin yorulana, ağır gelip taşana kadar seyredersin gelenleri, gidenleri. Söylenmemiş yalanları, yalanlanmış gerçekleri. Başka başka hayatları, ölümleri. Sonra çıkarıp yanına koyarsın gözlüğünü, yanındaki kocaman boşluğa. Sen kaparsın gözlerini yorulduğunda, gözlüğün bakmaya, seyretmeye, hayata bir ucundan tutunmaya devam eder.

Şehirler yüreklerde değil midir aslında? Adamın nerede olduğu önemli midir gerçekten? Ya da kadının. Ya da her kimse. Hangi şehirde, kiminle olduğu. Ya da olmadığı, birşey değiştirir mi? Bir şehre adını verip, bir yüreğe girdikten sonra...Gidip te dönmedikten sonra. Şehirler, insanlara benzedikten sonra. Aynı şehirde olmak gerçekten önemli midir? Aynı yürekte olmadıktan sonra...

Ruhumun coğrafyası üzerindeki engebeleri düşünüyorum. Acaba birgün geçer mi? Kaç yüreğin yüzölçümü gizlidir acaba içimin atlasında? Ben kaç yüreğin aslına sahibimdir? Kaç yürek benim adıma sınırlara dayanmaya göze alır? Sınır nerededir peki? Surlar sağlam mıdır gerçekten? Dayandığında zorlar da yıldırır mı seni? Çabuk mu pes ettirir? Yoksa gelip geçici midir hepsi? Sahi ne zaman vazgeçeceğiz ilk fırsatta kolayca yıktığımız kumdan kaleleri her seferinde yeniden inşa etmekten...

Acı çekmekten uzakken yaşadıklarımız, kendimizi kurtarmak adına söylenen yalanlar mıdır kendimizi kandırmamız? Çekilen acının sözlüklerde tam karşılığı var mıdır? Hangimiz tam karşılığını yaşarız söylenenlerin, beklenenlerin, istenenlerin... Yoksa öylesine mi yaşamaktayız, “on” tuşuna basılmış gözükse de, bir cızırtı ve bulanık bir görüntüden ibaret aslında hayat belki de. Ve bizler de kayıt dışı bir hayatın sahibiyiz.

Sorusu kaybedilmiş bir cevap mıdır şu anda sana verilen? Yoksa soruların cevaplarla çoğaltılmış hali midir bilemedim. Bilmediğim o kadar çok şey var ki aslında. Hayat kafamı karıştırıyor her gün biraz daha fazla. Ama buradayım işte. Kayıtta veya kayıt dışı, varım. Yaşıyorum. Hala yaşamın kenarından tutunup da hayata, bir bankın kenarından bakıyorum.

Gülümsüyorum onca sert bakışına rağmen hayatın yüzünün tam ortasına. Yetmezse diye bir de kahkaha patlatıyorum. Bu da benim avuntum işte kendimce. Çünkü ne yaparsam yapayım herkes gibi ben de payıma düşeni alacağım nasılsa. Payıma düştüğü kadar. Payıma düştüğü zaman...

Açık havada bekleme odası kokusu sinmiş üzerime. Gözlüklerim gözümde. Bekliyorum...


Resim: Salvador Dali

AKIL VE YÜREK

13.08.2008
Akıl; parçalı bulut. Güneşli günlere gebe.Yol yorgunu kaç zamandır, mola yerlerinde, fazla beklemiş bir bardak çayın renginde. Öyle çok uzaklara varıp varıp geri geldi ki, şimdilerde kendine hasret, yakınların gölgesinde. Akıl ne geçmişin dizinin dibinde konaklıyor artık, ne de geleceğin rahminde filizleniyor. Hala bugünün belleğinde, derin bir uykunun kollarıyla sarıp sarmalıyor kendini. Sarıyor ve uyandırılmayı bekliyor yürekten gelen bir ezginin gül kokan öpücüğüyle...

Yürek; yediveren, mevsimsiz kalmış, soluk ve sessiz. Bir daha açar mı, açar da kırmızı ya boyar mı, cevapsız. Kelimeler o doğmadan yitip gitmiş, sözler asılı kalmış dikenler arasında ama olsun.Yürek yine de büyümüş, büyümüş de adam olmuş, yetmemiş adam sevmiş. Gidip gidip gelmiş, olmayan yüreklerde yer etmiş. Her durakta bir nefeslik molalar, her yürekte bir parçacık anılar kazımış kendine. Zaman denen avcıdan zamansız anlar kurtarmış. Yürek kanayan yara, aralık bırakılan kapı, göz önünde kendinden saklanan bir sevda habercisi. Olmayan düşlere inat, gerçeklere kuruyor şimdi saatlerini. Verilmeyen zamanları biriktirip kendine, bir aklın izini gözlüyor. Peşinden hiç düşünmeden salıvereceği gülleriyle...

Birgün
Aklımın bileceği
Yüreğimin seveceği
Dilimin döneceği bir yerde
Olur musun...


RESİM: loadtr.com

SENİN DAĞINIKLIĞINI SEVMEK

11.08.2008
Bugünlerde çok yoğun çalıştığından bahsediyorsun, sen konuşurken ellerin bir yandan ortalığı düzeltmeye çalışıyor alelacele. Bırak kalsın diyorum sana, içimden aslında evinin bu dağınık halini sevdiğimi geçiriyorum; kitaplığından taşıp duvar diplerinde kendine yer bulmuş olan kim bilir senin tarafından kaç kez okunmuş, satırları çizilmiş, belleğinde ya hepsi ya da sadece tek bir kelimesi yer etmiş kitaplarına, sağa sola bıraktığın üzerine belli belirsiz kokunun sindiği kıyafetlerine, dinlerken sadece kendinin duyabileceği bir sesle eşlik ettiğin cd’lerine, benim gözümün görebildiği, senin ellerinin değdiği her yere bakarken...Senin bu dağınıklığını seviyorum ben aslında, diye düşünüyorum. Senden bir parça, sana dair her parça sağa sola, her yere dağılmışken, her yerde gözlerimin sana çarpmasını, seni bulmasını seviyorum.

Aklının dağınıklığını seviyorum mesela. O tatlı unutkanlıklarını, yanlış zamanlamalarını, kimi zaman bana, kimi zaman kendine geç kalmalarını. Ellerinin dağınıklığını seviyorum; nereye koyacağını bilemediğin ellerinin, o çocuk telaşında sağa sola değip, her dokunduğu yerde senden bir iz bırakmasını. Gözlerinin dağınıklığı seviyorum sonra. Geçmişten bir parça hüzün, şimdiden belirsizlik ve geleceğe dair umut taşıyan gözlerinin bazen bana yakın, bazen çok uzaklarda olmasını. Yüreğinin dağınıklığını seviyorum, yaşadığın o umarsızlığı, o kırılganlığını, sonra tek bir sözle, tek bir sözde yeniden başlamalarını. Saçlarının dağınıklığını seviyorum, o küçücük yüzünün her yanına bulaşmış ışık parçaları gibi gözlerimi kamaştırmasını ve parmaklarımın arasında kaybolmalarını...

Senin bu dağınık hallerini seviyorum ben aslında biliyor musun? Evinin dağınıklığını, aklının dağınıklığını, saçlarının dağınıklığını, ellerinin, gözlerinin, yüreğinin sonra...Senin bu dağınıklığını seviyorum en çok. Sonra o en masum, en utangaç hallerinle bana, sadece bana olan toplanmalarını...


***Bazen önce kişi vardır, zaman, olay, durum ya da her neyse o...Sonrasında yazılır cümleler. Kelimeler eksiltir ya da çoğaltır, genişletir ya da daraltır ama bir şekilde tamamlar işte kendinden önce olanı. Bazen de önce bir yazı yazılır. Aniden dökülüverir cümleler, kime, niye yazıldığı bilinmez. Sadece bekler, doğru kişiyi, zamanı, durumu ya da olayı...

Bu yazı 3 ay kadar önce yazılmış kimliksiz bir yazıydı, sessiz sedasız bekleyen. Ama artık sahibini buldu...

Resim: loadtr.com

KISA BİR MOLA

1.08.2008
Sen bırakıyorsun da bazen ipin ucunu; dünü, bugünü, yarını karıştırıp da birbirine çözülmez yumaklar gibi, bir orada bir burada, bir içinde, bir dışında, bir kalabalık, bir tek başına yaşayıp gidiyorsun. Tutmadı mı aklın, uymadı mı yüreğin sana, hayat arada bir çekiverdiğinde ellerini senden, huyuna gitmediğinde, olmadık bir anda acıtıverdiğinde canını, yakınken uzak uzakken yalnız kaldığında, sen de sırtını dönüveriyorsun hemen kendine, hayata, zamana... Tüm varlığına inat, yok sayıyorsun.

Ama zaman, o hiç sonu gelmeyen (sen ne çabuk ve ne çok tükendin oysa), silinmeyen (içinde bıraktığı hangi kesiklerden bahsetmeli), yetişilmeyen (bir düşün bakalım seni bekleyen ne/kim kaldı ki) zaman, ne yaparsan yap bırakmıyor peşini. Arada bir kaybettirse de kendini, varlığını hissettirmese de bazen sana, nefesi içinin odalarında dolaşıp duruyor sinsice.Ya ayaklarının ucunda, sessiz sedasız giriveriyor aklına, ya da hiç hesapta yokken, destursuz açıp da kapıyı dalıveriyor yüreğinden içeri...
Bugünlerde yaptığı gibi...

Uykuyla uyanıklık, düşle gerçek, hayatla ölüm arasında...
İncecik bir çizginin tam da kopma noktasında...
Akıl kör, yürek sağır, ben dilsiz...
Çekip alıyorum kendimi içeriye ve usulca kapatıyorum kapıyı.
Bir süre kendimdeyim.
Bir süre kendimleyim.
Yine, yeni, yeniden bir nefes için kısa bir mola vakti...

Resim: loadtr.com