Pages

CLOSED

31.07.2012

ARADIĞINIZ KİŞİYE ŞU ANDA ULAŞILAMIYOR.

HAYAT ALANI KAPALI VEYA KAPSAMA ALANI DIŞINDA.

LÜTFEN DAHA SONRA TEKRAR DENEYİNİZ...



Görsel: Deviantart

ADAM!

20.07.2012
Ah sen!
Gözlerinin göğünde yeryüzünün en dibine düştüğüm adam!

Bu taşıdığın nasıl bir sevdadır ki; ellerindeki kanları siliveriyor bir dokunuşta. Var oluyorsun! Bu kendine duyduğun nasıl bir nefrettir ki; ölmek için öldürüyorsun her vuruşunda. Yok ediyorsun!

Hadi durma şimdi; bana cennetinden bahset! Ölümün içine işlediği adımlarınla geçir beni karanlığından. Yalanlarını sunarak akıt hayatı. Zorla! Kim kendinden kaçabilir ki zaten, sakın korkma!

Sonra cehennemini anlat bana. Bir sevdayla bağlandığın hayatın kıyısından bak gözlerime. Yüreğinin aydınlığını saç. Saç ki gerçek dile gelsin. Ve her kelimen düğümlesin zamanı. Her kelimen temize çeksin tüm yaşananları. İtiraf et, sakın susma!

Ah adam!
Ne cennet, ne cehennem, ne aydınlık, ne karanlık, ne başka yer, ne başka zaman! Sen bana sadece kendini vadet. Vadet ki inanayım. Gözlerindeki aşka! Gözlerinin aşkına!



*Görsel: Deviantart

BİR FOTOĞRAFIN ARDINDAN

11.07.2012
Olman gereken yerdesin şu anda. Kocaman bedenini sığdırdığın, değer verdiğin kadınla keyifli bir akşam yemeğini paylaştığın küçük bir masanın diğer yanında. Yerin neresi olduğuna dair tahmin yürütebilecek bir konumda değilim. Ne de olsa seni şu an sadece bir fotoğraf karesi üzerinden görmekteyim. Ama Arnavutköy’de bir balıkçı olduğu söyleniyor. Ve ben de söylenene inanıyorum. Ne yapabilirim ki zaten başka?

Hemen yan masada senin farkında olmayan bir adam var. Ya da baştan farketmiş olsa bile –ki eminim fark ettiğine- şu anda senin orada olmanın hiçbir önemi yokmuş gibi davranan bir adam. Bir sohbetin tam ortasında yakalanmış gibi bir tebessüm ve henüz tamamlanmamış bir cümle asılı kalmış sanki ağzında. Kendi masasında, kendi zamanında, kendi keyfinde olan bir adam. Sesi, şamatayı, sevincin, heyecanın coşkuyla karışık taşkınlığa dönüştüğü halleri, göz önünde olmayı sevmezsin ya pek. İşte şu an tam da senin olmasını istediğin gibi. Sakin, sessiz ve durağan...Çapraz masada da birinin oturduğu dikkatimi çekiyor ama bir erkek olmasından şüphelendiğim bu kişinin yüzünü hiç görmüyorum ki bunun bir önemi de yok zaten...

Üzerindeki ceket tanıdık. Ekim soğuğundan –eskiden serin derdik belki ama bu sene gerçekten soğuk- bir parça da olsa koruyor olsa gerek seni. Tarihini hatırlamadığım, uzun saçlı zamanlarından kalma bir fotoğrafın geliyor hemen aklıma. Üzerinde aynı ceket, yanında fotoğraftan kesilip atılmış, kim olduğu belli olmayan biri. Fotoğraf yine benzer zamanlarda hatta belki de daha soğuk bir ayda çekilmiş olmalı ki boynunda yeşil bir de atkı sarılı. Gözlerinin rengini ortaya çıkaran yeşil bir atkı...

Sağ elin, belki anlamsızca, belki anlattığın şeye kendini kaptırmış olmanın etkisiyle, belki sadece bir refleks, belki de senin için çok değerli bir çift eli avucunun içersine almak amacıyla havaya kalkmış olan sağ elin, o an için boşta, çenene yakın bir yerde asılı kalmış. Avuç içini saklamak istermişcesine kıvrılmış parmakların. Tamamlanmamış, gevşek bir yumruk gibi geliyor bir an için elinin görüntüsü sanki anlamını kendine sakladığın. Ama biliyorum ki sadece şaşkınlıkla yapılmış, başka bir niyetin yüklü olmadığı bir yumruk bu. Amaçsız, öylesine...

Akşamın karanlığını aydınlatan bir fener var masanın üzerinde. Işığı, solunda duran su dolu kadehine yansıyor. Senin gözlerindeki ışıksa tüm yüzüne...Bu bakışı biliyorum ben. Bu huzur, bu keyif, yüzüne yerleşip kalmış olan bu içten tebessüm hiç yabancı değil. Çok iyi tanıyorum. Gözlerin, yüreğine gelip yerleşen koca bir yaşamın habercisi. Birken iki olmuş gibi bakıyor artık. Sadece aşk bakıyor, aşktan bakıyor. Mutlusun, ve bu öyle belli ki...

Olman gereken yerdesin şu anda. Bu hayat oyununda, başrolü seninle birlikte paylaşan diğer kahraman, esas kadınla birlikte büyük bir tutkuyla bağlı olduğun sahnenin diğer yanında. Bense hiç olmak istemediğim ama hiçbir zaman da çıkamadığım izleyiciler arasından her zaman olduğu gibi seyretmekteyim seni. Olmam gereken yerdeyim yani. Salonda, numaralı koltuğumda oturuyorum işte. Sessiz, sakin, varken yok gibi...Bakma sol yanımın ağrıdığına, ağırlığına. Yüzümdeki, yüreğimdeki solgunluğa, sarılığa kanma sakın. Bilirim geçer. Son-bahar bu ne de olsa. Aldanma mevsimi...


*Görsel: Deviantart

KENDİMİN GİTMELERİ

5.07.2012
Bir kapı eşiğinde bekliyordu, herhangi bir mevsimden kalma geçmiş zaman sözleriydi kendine yinelediği, eksik birşeyler vardı hareketlerinde, bir yarımlık, bir aksaklık, sanki uzatıp da elini kapatamadığı, adını koyamadığı bir yaşamdan üzerine hep hüzün, hep acı, hep yalnızlık esiyordu.

Üşüyen yüzüne baktım uzun uzun, ama okuyamadım zamanı. Ne bir kelimesine eklenebildim geçmişinin, ne de varlığım şimdiye değebildi, kendime bile yabancı kalıverdim bir anda, oysa o üzerine sinmiş eski zaman kokusu, hatırlayamayacağım uzun yollardan, yüzleşemeyeceğim anlardan, dile dökemeyeceğim hatalardan, çok uzaklardan geliyordu.

Hem herkesi andırıyordu, koca bir kalabalıktı kendini bile zor taşıyan, hepimizden bir parça vardı içinde, bir bakış, bir ses, bir yüz, bir iz, hem de bana, sana, ona, ardımda bıraktıklarıma, eski bir fotoğraf karesine, belleğin sakladığı pek çok ana, henüz düşlenmemiş bir yüze, hiç varılmamış bir zamana, hiçbirimize, hiç kimseye benzemiyordu.

Neden sonra farketti baktığımı. Gülümsedi. “Rüzgarın esmesini bekliyor şimdi yüreğim” dedi, belli belirsiz bir sesle. Bir aynanın karşısında kendi kendine konuşur gibiydi, zaman akmıyordu.

Geçmişim, içimin denizinde can çekişen bir balık gibi, çekip de almalı, kurtarmalı onu artık. Alıp, aklımın kıyısından, anılarla beslediğim bir ömrün okyanusuna salmalı...”



*Görsel: Deviantart