Pages

SUS/MAK

30.11.2010
gözlerin;
hiç gidilmemiş bir yol,
dönüşü olur mu bilinmez.

ellerin dikenli tel,
dokundukça kanatıyor

yüreğini soruyorum;
ucu açık bir sessizlik yansıyor
dudaklarından önce.
sonra satır aralarından düşüyor,
bana dair tüm kelimelerin.
toplayıp da yeni cümleler kurmaya
vakit yetmiyor.



Görsel: Deviantart

GERÇEK...

27.11.2010
Her gerçek her zihinde yeni bir gerçekliğe bürünür. Kimse kimsenin hikayesini anlatamaz. Herkes herkesin hikayesini yeniden yazar. Anılar izafi. Tıpkı zaman gibi. Biz nasıl yaşarsak anılarımız da öyle oluşur. Tüm huylarımız bulaşır anılara. Tüm hayallerimiz ve beklentilerimiz. Kinimiz biçimlendirir onları. Öfkemiz kabartır. Kendimize güvensizliğimiz yontar sonra. Kötücül ne varsa bünyemizde, hafızamıza sirayet eder. O yüzden kimse kimsenin gerçek hikayesini anlatamaz. Herkes herkese yeniden, yeniden, yeniden gerçekler yazar. Tek doğru olmadığı gibi tek tarih de yoktur o yüzden. Onun kişisel tarihi bile, belki de, bin tane.

O zaman gerçek ne?

Bir anlık kıvılcım. Olup bittiği anda var olan. Sonrası külliyen hatıra. Hem yaşayan için, hem o yaşama tanık olan için. Tarih hafızadan kağıda geçerken bile tıpkı kulaktan kulağa oyunundaki kelimeler gibi girdaplara kapılır. Hallerden hallere dönüşür. Kaybolur.

Gerçek hep kaybolur.


MADAM ARTHUR BEY VE HAYATINDAKİ HER ŞEY
MİNE SÖĞÜT



Görsel: Deviantart

BİLİNMEYEN

25.11.2010

Başladığım yere geri döndüm az önce. Öznesi olduğun cümleleri doldurup da bavula, hiç gelmemiş bir treni yolcu ettim yüreğimden. Çekildim içimin en kuytu yerine şimdi, yanıbaşımda yalnızlığım, senden sonra kalan sessizliği dinliyorum.


ben içimin solunda oturuyorum
sağ yanım boşlukta...
sen benim sol yanımdasın
adın yoklukta...

soruyorum şimdi sana;
en çok hangi yanda acır canın,
gidende mi, kalanda mı?
hangi tarafta kalır en çok adın,
susanda mı, soranda mı?
peki hangisinde daha çok varsın
yürekte mi, akılda mı?

giden gider.
sen hep geride kalan mısın,
yoksa koca bir yalan mı?

aşk...
adın bende,
izin yüreğimde.
yokluyorum da şimdi aklımın takvimini
senden yana hep devrik zamanlar kalmış belleğimde.
sözlüklerde bile bir karşılığın var oysa
bir tek onun dilinde olamadı.
bir tek onun yüreğinde yok.



*İlk yayın tarihi: 22/12/08
**Görsel:
Deviantart

KUTLU OLSUN!

24.11.2010
"Öğretmenler; yeni nesli Cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin beceriniz ve fedakarlığınızın derecesiyle orantılı olacaktır. Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister. Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir...Sizin başarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır."

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK



OECD Bir Bakışta Eğitim 2010 Raporu’ndan Bazı Maddeler;

*OECD ülkelerinde ilköğretimde derslik başına düşen öğrenci sayısı 21.6. Bu rakam Avusturya’da 19.3, Danimarka’da 19.6, Yunanistan’da 16.8, İtalya’da 18.7, Türkiye’de ise 32’dir. Şehirlere göre dağılımda ise; İstanbul’ 46, Ankara’da 36, Bursa’da 38, Adana’da 39, Van’da 45 ve Şanlıurfa’da 53 öğrenci şeklindedir.

*Öğretmen başına düşen öğrenci sayısında OECD ülkeleri ortalaması ilköğretimde 16.4, ortaöğretimde ise 13.7’dir. Türkiye’de ise bu rakam ilköğretimde 22, ortaöğretimde ise 18 olarak belirlenmiştir.

*2002-2003 yılında 35 bin 133 olan okul sayısı köylerde birleştirilmiş sınıf uygulamasının yaygınlaştırılması, yatılı ilköğretim bölge okulu sistemi ve taşımalı eğitim uygulamasının artmasının etkisiyle 2009-2010 yılında 33 bin 310’a gerilemiştir.

*2002 yılından itibaren ilköğretimde okuyan öğrenci sayısı artmış olmasına rağmen, öğretmen, okul ve derslik sayısında bu artışa paralel olarak bir ilerleme görülmemektedir.

*İlköğretim başlangıç maaşından en üst dereceye kadar öğretmen maaşlarının en yüksek olduğu ülke Almanya. Almanya’da en düşük derece öğretmen maaşı yıllık 43 bin 387 dolarken, en düşük öğretmen maaşı veren OECD ülkeleri ise Türkiye ve Macaristan. En düşük derece öğretmen maaşı olarak yıllık 14 bin 63 dolarla Türkiye, 28 bin 687 dolarla OECD ortalamasının bile altında kalmakta. Ayrıca OECD üyesi diğer ülkelerde meslekte deneyim kazanılan yıllar ilerledikçe ödenen maaşlarda da ciddi artışlar görülürken Türkiye’de bu rakamlarda küçük değişiklikler yapılmakta.



HER ŞEYE RAĞMEN GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN!

BİL/MEK

11.11.2010
Adını biliyorsun. Dudağımın ucunda takılı, düştü düşecek avuçlarına. Ama sen söylenmesine ramak kalmış o iki heceye bakma ve kelimelerin sıradanlığına, hali hazırdalığına kanma sakın. Senin asıl adın henüz yaratılmamış bir dilin ağırlığında. Olmakla olmamak arasında, gelmekle gitmek, söylemekle susmak sırasında. Geceyle gündüz gibi, bir üşütüp bir ısıtır gibi, her yarala/n/dığında sil baştan onarır gibi. Senin asıl adın dudağımın değil, yüreğimin iki ucunda. Hayattaki cehennem, ölümdeki cennet gibi. Şimdi sorsan tekrar bana, kaybetmişken bende kendini. Açıp da göstersem sana bir bir yüreğimdekileri, dile döküp de tekrar söylememe gerek var mı?

İçini biliyorsun. Denizin dalgalı bugünlerde, soğuk, maviden ırak. Bir ıslık gibi çalıyor kulaklarında geçmişin. Yüreğin yorgun, yüreğin belki de en çok kendine t/uzak. Başının üzerinde dönüp duran kuşlar fırtına habercisi. Her şeye rağmen gözümü karartıp da salsam kayığımı enginlerine. Bulaşmış olsam bir kenarından, kaybolup gitsem o ucu bucağı gözükmeyen sessizliğinde. Karanlığında eğilmesem, korkmasam, yenilmesem. Bekleyip de zamanını denk gelsem durgun sularına. İlk defa ayak basılmış gibi darmadağın topraklarına, kıyılarına çıkıversem. Destursuz dalıp da içeriye, yüreğine girmeme izin var mı?

Hayatı biliyorsun. Kimilerine göre bir oyun; rolleri, kuralları, özneleri, cümleleri değişen. Kimilerine göreyse gerçeğin en düşsüz hali. Bir gün var bir gün yok, bazen simsiyah, bazen renkli. Hep bir saklama, saklanma şekli. Ama ben olduğum gibi gelsem, geçiversem karşına. Ne oyun, ne gerçek, ne masal, ne düş vadetmesem. Sadece ben olsam, sadece seni istesem. En azından bu sefer denemeni beklesem. Bırak aşk boyunu aşsın desem uzatıp da elimi. Aynı denizde benimle birlikte yüzmeye cesaretin var mı?



Görsel: Deviantart

10 KASIM 1938

10.11.2010



Görsel: Buradan alınmıştır.

HAYALET DÜNYA

8.11.2010
“Terkedilmiş ve unutulmuş bir dünya burası. Yapmadığın, söylemediğin, aklına bile getirmediğin şeyler buraya düşüyor ve kalıyor burada. Burası hayalet dünya...”

Kulaklarınla duysan inanmayacağın sözlerden konuş bana. Duyup da inanmadıklarından ya da duymazdan geldiklerinden. İstediğin halde hiç kullanmadığın kelimelerden anlat. Dilinin dönmediklerinden mesela...Ben sessiz kalayım.

Kırk yıl düşünsen aklına gelmeyecek yerlerden bahset bana. Aslında aklında olup da ihtimal vermediklerinden. Başıma gelmez, bana uğramaz dediklerinden. Görmezden geldiklerinden ya da görüp te değer vermediklerinden...Ben düşünmeden durayım.

Gözünle görmezsen inanmayacağın yerlerden bak bana. Olanı değil olmayanı gör. Görmediğini oldur. Köşebaşında bekliyor aşk. Bak eli kulağında...Ben gözüne çarpayım...

Aklının almadığı yerlerden sor bana. Akıl işi değil ki bu! Cevapsız kalayım. Beni olduğum gibi bil. Bildiğinden öte olayım. O incecik sınırdayım şimdi. Yüreğine dayandım. Bırak kendini bana. Aklında sadece ben kalayım. Yüreğinde ben olayım. Her aşk bir diğerinin kopyası oldu artık. Sen kağıdı kalemi bırak. Ben bu sayfada en temiz kalanım.

Burası hayalet dünya. Hadi gel biz gerçek yapalım!



*İsim ve koyu yazılan bölüm HAYALET DÜNYA adlı filmden alıntıdır.
**İlk yayın tarihi: 15/11/08
***Görsel:
Deviantart

FUAR GÜNLÜĞÜ

5.11.2010

*Aslına bakarsınız niyetim cumartesi günü gitmekti; ne de olsa takip ettiğim pek çok yazar en başta da Mine Söğüt, 6 Kasım’da orada olacaktı. Ama plandışı gelişen bazı olaylar ve en çok da Ordu’dan fuara görevli olarak gelen ve fuar dışında görüşme şansımın olmadığı bir arkadaşımın varlığı hepsinden ağır bastı ve ani bir kararla Tüyap Kitap Fuarı’na dün gittim.

*Yine aslına bakarsanız niyetim Taksim AKM önünden 13:30’da kalkan servise binmekti. Ama o saatte bile kabus gibi üzerimize çöken İstanbul trafiği nedeniyle ancak 14:30 servisine yetişebildim ve fuara vardığımda da saat 16:00’ya geliyordu. Yani kısaca diyeceğim o ki; İstanbul trafik anlamında gerçekten bitmiş!

*Gördüğüm servis kuyruğunun tahminimde beni yanıltmaması ve haftaiçi erken bir saat olmasına rağmen fuarın oldukça renkli ve kalabalık olması gerçekten sevindiriciydi.

*Öğretmenleriyle birlikte gelen, fuara ayrı bir ses ve renk katan ve bazılarının gözlerini kitaptan çok yiyecek ve içeceklerde yakaladığım öğrenci toplulukları ise özellikle görülmeye değerdi.

*Fuara gidiş amaçlarımdan birinin de Ordu’dan gelen bir arkadaşımı görmek olduğunu söylemiştim. Bununla birlikte, bir yayınevinde çalışan üniversite arkadaşımla ve başka bir firmada görevli olan lise arkadaşımla karşılaşmak da günün bonusu oldu.

*Gerçekten çok zor da olsa; kız kardeşimin 10gün kadar önce geçmiş doğumgünü hediyesi olarak verdiği birkaç aylık kitap stoğu, henüz okunmamış kitaplarımın hatrı ve biraz da mecburiyetten satın almak yerine bu sefer sadece hediye kitaplarla yetinmek durumunda kaldım.

*Zaten bildiğimiz yayınevlerinden ve etkinliklerinden bahsetmeyeceğim ama arkadaşımın görev yaptığı Ordu İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Standı’ndan özellikle bahsetmek istiyorum. Çünkü Ordu’lu yazarların ve kitaplarının tanıtıldığı bu standla Ordu, fuarda bu şekilde temsil edilen tek ildi ve bu yüzden de benim orada olduğum süre içersinde bile oldukça ilgi çekti. Bizzat şahit olduklarım dışında görevli arkadaşımdan dinlediğim; bir okuyucunun 1972 tarihli, başka bir basımı olmadığı için hiçbir yerde bulamadığı bir kitabı yalvar yakar şeklinde kimliğini bırakarak alıp fotokopi çektirmesi, bir başka okuyucunun ise seneler önce kaybettiği şair olan teyzesinin oğlunu, eski bir şiir dergisinin kapağında görünce hüzünlenerek anlattığı anıları en çok aklımda yer eden hikayelerdi.

*Dönüş vakti yine trafik yüzünden oldukça çetrefilli geçti. Ama gün boyunca kitaplarla içiçe olmak, kitap seven insanlarla birarada olmak, dost yüzlerle görüşmek hepsine, her şeye değdi. Ve dün bunu bir kez daha anladım ki; benim gözümde kitaba değer vermek bir anlamda insana değer vermekti.


ADAM!

2.11.2010
Ah sen!
Gözlerinin göğünde yeryüzünün en dibine düştüğüm adam!

Bu taşıdığın nasıl bir sevdadır ki; ellerindeki kanları siliveriyor bir dokunuşta. Var oluyorsun! Bu kendine duyduğun nasıl bir nefrettir ki; ölmek için öldürüyorsun her vuruşunda. Yok ediyorsun!

Hadi durma şimdi; bana cennetinden bahset! Ölümün içine işlediği adımlarınla geçir beni karanlığından. Yalanlarını sunarak akıt hayatı. Zorla! Kim kendinden kaçabilir ki zaten, sakın korkma!

Sonra cehennemini anlat bana. Bir sevdayla bağlandığın hayatın kıyısından bak gözlerime. Yüreğinin aydınlığını saç. Saç ki gerçek dile gelsin. Ve her kelimen düğümlesin zamanı. Her kelimen temize çeksin tüm yaşananları. İtiraf et, sakın susma!

Ah adam!
Ne cennet, ne cehennem, ne aydınlık, ne karanlık, ne başka yer, ne başka zaman! Sen bana sadece kendini vadet. Vadet ki inanayım. Gözlerindeki aşka! Gözlerinin aşkına!



Görsel: Deviantart