Pages

CUMARTESİ

30.01.2010

*...onunla birlikte ıslanmak varken; yalnız, arabaya yürüdüm. Bin tane hayalle birlikte...Üstelikte günlerden cumartesiydi...

...

Sahi ne çok cumartesi vardı ona dair. Onu görmediğim bir günün adı yoktu, onu düşünmediğim bir gün de yoktu ya, en çok cumartesiydi nedense. Gördüğüm her günse sadece cumartesi. Adını sorsam cumartesiye çıkıyordu yolum. Cumartesi’nin o olmadan bir adı yoktu.

Yeni bir gün icat edelim demiştim bir keresinde ona, tüm kaçırdığımız günlere inat, sadece bizim yaşadığımız, adını sadece bizim bildiğimiz bir gün. Bizim tek bir günümüz var zaten, bizim olan, bizim olduğumuz tek bir gün, bırak tadını çıkar sadece, demişti usulca kulağıma. Ve bunu da ikimizden başka kimse bilmiyor, yetmez mi...

Ne çok cumartesiye sığmıştık düşlerimizle, ne çok gerçeğin içinden geçmiştik. Ne çok gerçek bizden geçmişti, her seferinde bir iz daha bırakarak içimizde. Mesela en çok cumartesileri konuşurduk; biraz ondan biraz bundan oldukça hayattan ama çokça aşktan...Aşk cumartesiydi bizim için. Cumartesi aşkın içinde...

Sonra bir gün noktası konmamış bir cümlenin ağırlığı ekleniverdi. Gelip de konuverdi tüm yaşananların üzerine. Her gün gibi oluverdi birden cumartesi. Herkes gibi, herşey gibi...O benden geçiverdi sessizce. Aşk cumartesiden gidiverdi.


*Bazen bir hikayeyi bitirdiğini düşündüğün bir cümlede başka birine ait başka bir hikayenin başlangıcı saklı olabilir. "Zamanı Eskimiş Bir Mektubun Satır Aralarından..." adlı yazının son, benim hikayemin ilk cümlesinde olduğu gibi...

Teşekkürler buraneros...




Görsel: Deviantart

GÜNEŞİN KIZLARI İÇİN ELELE

29.01.2010

Merhaba Birmilyonkalem Dostları,

1MKalem olarak, yaşları 18-25 arasındaki genç kızlarımıza hizmet amacıyla kurulmuş "Genç Kız Sığınma Evi Derneği" ile işbirliği yaparak, bu kızlarımızın yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarına destek olmayı amaçlıyoruz.

Genç kız sığınma evinde toplam 20 civarında genç kızımız barınabiliyor. Özellikle bulunduğu çevrede bir şekilde mağduriyet yaşayıp, destek almak isteyen genç kızlarımız burada kalıyor. Bu nedenle "Güneş Evleri"nin adresi gizli tutuluyor.

Birmilyonkalem (1MK) olarak, bu kampanyada sadece ihtiyaçları sahiplerine ulaştırmak değil, aynı zamanda toplumsal ihmal, istismar ve şiddete karşı bir duyarlılık hareketi de başlatmak istiyoruz. Huzurlu ve mutlu bir toplum olabilmek için birbirimizin ihtiyaçlarına duyarlı, komşusu açken uyuyamayan, kendi değerlerinin farkında bir toplum olduğumuzu hep birlikte yeniden anımsamak istiyoruz.

Her zaman olduğu gibi 1MKalem olarak yardımları biz kabul etmiyoruz. Sizler doğrudan ilgililere ulaştırıyorsunuz. Biz sadece duyarlılığınıza sesleniyoruz. Saygılarımızla...

Yardım etmek ve daha ayrıntılı bilgi almak isteyen dostlar için adres:

GENÇ KIZ SIĞINMA EVİ DERNEĞİ
Koşuyolu Mh. Çetin Gümeç Sk. Başkanlar Sitesi A6-Blok Daire: 10 Koşuyolu
Acibadem / İSTANBUL

Duyarlılığınız için çok teşekkür ederiz.

BİR MİLYON KALEM
Web Sitesi Yönetimi

BİR BABAYA MEKTUP

27.01.2010
*Alınan bu karar en doğrusu. Çünkü yakında af çıkacak ve senin aftan yararlanmak için yakalanmış olman lazım. Korkmana gerek yok. Biz her türlü teması yaptık ve hiç sıkıntı çekmeyeceksin. Ve kesinlikle daha rahat edeceksin. Yakında af çıktığında ise bu olay bitmiş olacak ve unutacağız, geleceğe bakacağız.”

Unutacağız elbet. Hatta çoktan unuttuk bile, baksana artık bu haber eskidi. Sizler eskidiniz. Şimdi yeni gündemlerimiz var bizim hayata ama en çok da ölüme dair. Yeni cinayetlerimiz var, yeni tecavüzlerimiz, kazalarımız var sonra, ortadan kaybolup bir daha kendilerinden haber alınamayan çocuklarımız var. Grevlerde açlık sınırına dayanmış işçilerimiz var, vatan sağolsun diyerek evlatlarını şehit vermenin acısını yüreklerine gömen ana babalarımız, adalet önünde cezası verilmeyen, hapisten davullarla zurnalarla salıverilen katillerimiz var sonra.

Anlayacağın hayat devam ediyor aynı şekilde ve bizler yeni yeni acılar ekliyoruz kendimize her gün gazete sayfalarından. Televizyon ekranlarından yeni yüzler kazınıyor belleklerimize, eskilerin, sizlerin üzerine. Ekliyoruz, bir süre kendi aramızda bire bin katarak konuşuyoruz, sadece konuşuyoruz hiçbir şey yapmadan, bitirip tüketiyoruz sonra sıkılıp bıkıyoruz aynı konudan ve yavaşça hatta kendimize bile fark ettirmeden bir bakmışsın başka bir konuya geçiyoruz. Hep bir sonrakine, hep bir sonra ki unutmaya kadar...

O yüzden siz sakın endişelenmeyin aileniz, kendiniz, en çok da oğlunuz için. Sizin deyiminizle istemeden bir kaza yapmışsınız, arabayı duvara vurmuşsunuz sadece, ama en azından siz sağsınız, oğlunuz sağ nasıl olsa. Her şeyi unuttuğumuz, unutabildiğimiz gibi bunu da unuturuz, sileriz hafızalarımızdan. Aslında unutmak diye bir şey yoktur ya zannımca, işte nasıl denir unutmuş gibi yaparız, bir daha anmayız adlarınızı, yok sayarız düşünmeye bile dayanamadığımız, kaldıramadığımız bu yaşanmışlığı, en azından. Af çıkacak demişsiniz ya hani, henüz ufukta gözükmüyor olsa bile siz istedikten sonra, sizler onay verdikten sonra olur elbet pek yakında, biz buna da ses çıkarmayız. Göstermelik olarak birkaç yıl yatıp çıkarsınız sadece “af”ın dayanılmaz hafifliğinden yararlanarak.

Hapisteki o birkaç yıl zaten dışardaymışcasına rahat geçer sizler için, siz bir baba, bir aile reisi olarak ailenize sahip çıkar, üzerinize düşeni fazlasıyla yaparsınız, öncesinde yaptığınız gibi. Başka bir yerde yaşamanıza gerek kalmaz belki de ama en kötüsü yurtdışında kendinize yeni bir hayat kurarsınız. Bu sefer kaçak olarak değil ama, bir “hata”nın bedelini ödemiş, cezasını çekmiş insanlar olarak başınız dik dolaşırsınız sağda solda. Hiçbir şey olmamış gibi devam edersiniz işinize, gündelik yaşamlarınıza. Hiç olmadı yeni bir düzen kurarsınız yepyeni hallerinizle. Sonra bir gün bakarsınız oğlunuz evlenir, güzel bir eşi olur ve sonra da çocukları. Dede olmanın müthiş hazzını yaşarsınız, çok ama çok seversiniz torunlarınızı. Ve o küçük melekler için dua edersiniz içten içe; bir gün gelir de birine inanmanın, birini sevmenin bedelini Münevver gibi ödemesinler diye...


*Yukarıdaki bölüm Münevver Karabulut’u öldürmek suçuyla şu an hapiste bulunan ve şubat ayında yargılanmayı bekleyen Cem Garipoğlu’na, yine bu cinayet sırasında oğluna yardım etmek suçuyla yargılanacak olan babası Mehmet Nida Garipoğlu’nun, teslim olması amacıyla yazdığı söylenen bir mektuptan alıntıdır.

**Bu konudaki haberlere aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.
Milliyet
Hürriyet
Porttakal.com
Superpoligon.com

***Görsel: Deviantart

GÜNEŞ IŞIĞI

22.01.2010

Sevgili Bekriya, eserce ve İ.x.İ.r


Soğuk ve gri bir İstanbul gününü
Sıcak ve renkli yaptınız.
Sağolun
İçimi ısıttınız.


Ben de bu “güneş ışığı” ödülünü başta siz olmak üzere “umur” başlığı altındaki tüm blogdaşlarıma ve yorumlarıyla kelimelerimi çoğaltan bütün arkadaşlarıma yolluyorum.
Dilerim bu soğuk günlerde birazcık olsun içiniz ısınır...

BEN "İNSANIM"!

20.01.2010
Adım Özlem ve ben bir "insan"ım. Yaşımın, işimin, yaşadığım coğrafyanın, kimlik rengimin hiçbir önemi yok. Hatta adımın bile. Ben sadece bir "insan"ım. Aklımın alabildiği, beş duyu organımın hissedebildiği ve yüreğimin olabildiği kadar insan...Kem gözlerin ve sözlerin hüküm sürdüğü bu akıl almaz zamanda, söz söyleme cesaretini gösterip, söyleyebilecek söz bulamayan veya sözü olamayanların çirkince susturduğu nice sayısız isimden biriyim ben de; Hem Hırant Dink'im hem de bir o kadar Uğur Mumcu...

Hem sokaktaki yaşam savaşında kendince tutunmaya çalışan tinerci çocuğum ben, hem de dünyanın herhangi bir yerinde açlık sınırına, sınırlar ötesi dayanma gücüyle karşı koymaya çalışan binlercesinden biri. Hem bir köşede, oyuncak diye eline tutuşturulan kurşunlarla akıllara zarar oyunların en ağırını ödemekteyim küçücük bedenimle, hem de başka bir toprak parçasının üzerinde annemin reva görüldüğü en ağır işkenceleri kaydetmekteyim güzel gözlerimle silinmemecesine belleğime...

Utanılacak hiçbir şey yapmadığı halde adı tam olarak yazılmayan F.T'yim ben, namus kisvesi altında töreye peşkeş çekilmiş, ve A.Ö'yüm; aynı zihniyetin insani tanımlaması olmayan davranışlarına maruz kalarak daha 16 yaşında anne belletilmiş. Deprem enkazından 7 gün sonra sağ olarak çıkartılan 25 yaşındaki genç kızım ben. Özlük haklarını korumak için açlık grevine yatmış tekel işçisi. Cumhurbaşkanının önünde oğlunu şehit vermenin acısıyla yığılıp kalan, bir cana karşılık bir madalya sunulan babayım ben. Kaybolan çocuklarını aylardır beklemekten vazgeçmeyen yüreği yaralı anne...

Herkesim ben; kadın, erkek, çocuk, siyah, beyaz, ermeni, türk, yahudi, müslüman farketmez. Herkesi ve herşeyi görebildiğim, duyabildiğim, hissedebildiğim kadar herkes. Her türlü insanlık dışı söze, davranışa, harekete şiddetle karşı çıkabildiğim, tepki verebildiğim avazım çıktığınca karşı koyabildiğim kadar insan...

Adım Özlem ve öncelikle "insan"ım ben. Cinsiyetim, yaşım, rengim, dilim, ırkım hepsi sonra gelir...İnsanca olan, insana yakışan her sözü, davranışı, hareketi başımın üzerinde taşır, iyi ve güzel bellerim. Önünde saygıyla eğilirim. Beni böyle kabul eden, duyan, gören, dinleyen, hisseden beri gelsin.


*İlk yayın tarihi: 25/01/09

ÖNEMLİ "MİM"

18.01.2010
Sevgili aysema bir mim başlatmış ve bana da yollamış. Daha öncesinden de kendisine bir mim borcum olmasına rağmen bu mim daha önemli olduğundan hemen cevaplamaya başlıyorum. Ama önce bu mimle ilgili sevgili aysema'nın kaleminden şu bilgileri vermekte yarar var;

* Mimi gönderen bloga link veriyorsunuz.
* Üç kişiyi mimliyorsunuz ve mimlediğiniz kişinin bloguna not bırakıyorsunuz. ( Ortaya bıraktım, isteyen alsın, demiyorsunuz.) Ayrıca olabildiğince bu konuda mimlenmemiş blogları seçmek için özen gösteriyorsunuz.
* Mimlediğiniz blogların da linkini veriyorsunuz. Yapacağımız, aşağıdaki sorulara düşüncelerimizi yazmak. Şimdiden tüm katılımcılara teşekkür ederim.Ülkemizin aydınlık bir geleceğe ulaşması için hepimizin çorbada tuzumuz olsun değil mi?

1) Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda ne düşünüyorsunuz?
2) Seçim barajı kaldırılsın mı? Neden?
3) Adayların belirlenmesinde nasıl bir yöntem uygulansın?
4) Yargı bağımsızlığı sizin için ne anlam taşıyor?
5) Beşinci soruyu siz belirlemek durumunda olsaydınız neyi öğrenmek isterdiniz?

Bu kısa hatırlatmadan sonra gelelim benim cevaplarıma;

1) Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda ne düşünüyorsunuz?
Adı üzerinde milletvekili yani benim vekilim, benim seçimimle meclise girmiş orada beni temsil edecek olan kişi. Meclis içersinde beni, milletimi, ülkemi ilgilendiren konuşmalarda, çalışmalarda, görev amaçlı olmak koşuluyla bazı haklara sahip olabilir bu kabul. Ama bunlar dışında benim seçtiğim ve görevlendirdiğim birinin özellikle de meclis dışında benden bir üstünlüğü, önceliği, özelliği olmadığına göre yasalar önünde benimle aynı konumda, aynı koşullarda olmalıdır.

2) Seçim barajı kaldırılsın mı? Neden?
Temsilde adaletin sağlanması için kaldırılmalı ya da en azından %5 olmalı. Benim oy verdiğim bir parti barajın altında kaldı diye oyları diğer partilere dağıtılacaksa o zaman beni, benim düşüncemi, benim sesimi mecliste kim temsil edecek?

3) Adayların belirlenmesinde nasıl bir yöntem uygulansın?
Aday listelerinin oluşturulmasında ne yazık ki söz sahibi olan liderler. Ve böylesi bir durumda ben o adaylardan hiçbirni benimsememiş olsam da mecburiyetten birini seçmek durumunda kalıyorum. Sanki “kötünün iyisini” seçmek gibi bir durum bu ve ne kadar demokratik olduğu da gayet açık. Neden adaylarımı da ben seçmeyeyim?

4) Yargı bağımsızlığı sizin için ne anlam taşıyor?
Gerçek anlamda adaletin doğru ve geçerli olabilmesi ve hukuk devletinin devamlılığı için yargının her türlü baskı ve etkiden uzak olması gerekmektedir. Yargı, bağımsız, iç ve dış baskıdan etkilenmeden, yasama, yürütme ve başka herhangi bir devlet kurum ve kuruluşlarından, bireylerden emir, talimat, talep vb direktifler almadan var olmalıdır. Ancak böyle bir yargı sistemi kişilerin yani bizlerin birey olarak hak ve özgürlüklerimizin korunması anlamına gelir.

5) Ve benim soruma gelince; Uğruna gözümüz kapalı cinayetler işlediğimiz, kendi kızlarımızı, çocuklarımızı hiç düşünmeden kurban ettiğimiz, her şeyin üstünde ve ötesinde tuttuğumuz ahlak ve namus konusuna bu kadar bağlıyken, bu derece önem verirken ahlaksızlığın ve namussuzluğun diz boyu olmasını, bu derece fazla olmasını neye bağlıyorsunuz?

Bu mimi cevaplayıp devam ettirmeleri için ben de sevgili öykü, bekriya ve haykırış'a gönderiyorum.

Görsel: Deviantart

EN "YENİ" MİM

15.01.2010
Bakmayın “en yeni” yazdığına. Evet 2010’un ilk mimi bu ama sadece yazılış anlamında. Yoksa bu mim bana uzun bir zaman önce sevgili mor kedim tarafından yollanmıştı yollanmasına da ben anca yazabildim. Hatta bir de utanmadan sıkılmadan “en sevdiğim” kısmını hangisini yazayım acaba kararsızlığından kurtulmak için “en son sevdiğim” şeklinde değiştirdim. Sevgili mor kedim umarım kusura bakmazsın. Varsa bir hatamız affola...

1) En –son- sevdiğim film;
Başka Bir Aşk Hikayesi

2) En –son- sevdiğim yönetmen;
Kim Ki Duk

3) En –son- sevdiğim kitap;
Beş Sevim Apartmanı-Rüya Tabirli Cin Peri Yalanları

4) En –son- sevdiğim yazar;
Mine Söğüt

5) En –son- sevdiğim ressam;
Eşref Armağan

6) En –son- sevdiğim resim;










Eşref Armağan-Palyaço

7) En –son- sevdiğim fotoğraf sanatçısı;
Nuri Bilge Ceylan

8) En –son- sevdiğim fotoğraf;









Nuri Bilge Ceylan-Old Photograph 2007

9) ve şu aralar en –son- sevdiklerim arasında;

Sabah akşam suratımda keyiften oluşmuş salakça bir tebessüm ile, takılmış plak gibi Jehan Barbur ve Once filminin soundtrack’ini dinlemek...

Bu arada sevgili mor kedim bir de bana “2010’dan beklentilerin neler” diye bir yeni yıl mimi yollamıştı. Tek tek neler beklediğimi yazmaktan ziyade; düş gibi ama gerçek ve dönüp ardıma baktığımda yine “yaşadım” diyebileceğim bir sene geçirmek istiyorum diyerek cevaplıyorum bu mimi de...

Ve bu iki mimi ortaya bırakıyorum. İsteyen herkes alıp yazsın diye...


GEMİ

13.01.2010
Sen...
Yüzme bilmediğini söylüyorsun. Sığ suları tercih edişin hep bu yüzden. Sığ sulara çivileme atlayışın.

Ayakların yere bas/a/mıyor diye mi şimdi tüm bu telaşın? Gülümsüyorum. Aşk boyunu aşmış diyorum sana. Ver elini beraber yüzelim.

Yüzme bilmeyene yüzme öğretmek zordur diyorsun. Aşk öğrenilir mi diye soruyorum sana. Öğretilir mi? Susuyorsun. Bırakıyorsun elimi.

İlk fırsatta terk ediyorsun gemiyi. Hiç kulaç atmadan. Denemeden en azından. Suskunluğun can simidin olmuş güvendiğin. Önüne gelen ilk kıyıya çıkıyorsun.

Boğmak mı yoksa boğulmak mıydı esas korkun merak ediyorum. Elde avuçta kalan sadece deniz tutmaları. İlk rüzgarda yıkılıveren kumdan bir kale...

Ben...
Gözlerim kapalı atlıyorum her zaman suya. Yüzmek yetmiyor. Hep derinlere dalıyorum. Derinlerde yaşıyorum. Korkum yok açık denizlerden. Vurgun yemekten. Hazırım.

Ufukta hiçbir kara parçası gözükmüyor şimdi. Güvertede tek başınalığım. Açık denizde. En dipte, nefessiz kaldım. Yüzeye çıkmak telaşındayım. Ben yüzeye çıktıkça gemi her tarafından su alıyor.

Su soğuk. Su tuzlu. Su yakıyor. Zaman kesiklerinden gözlerime tuzlu anılar akıyor.

Aşk...
Boyunu geçmekle kalmıyor işte. Vurgun da yemek lazım. Karşılıksız.
Hala burada. Açık denizde. Gemide. Gemi batıyor.
Biz bıraktık. Kurtardık kendimizi. Ama o gemiyi terketmiyor.


*İlk yayın tarihi: 06/01/09


Görsel: Deviantart

ÖYLESİNE...

11.01.2010
Yüzümü gönlüne koysam
Yemin tutsa kalbim beni sever miydin
İçimi avcuna döksem
Beni azıcık çözer miydin
Yok olmuyor istemekle bitmiyor
Hiçbir yol yarılanmıyor uzadıkça uzuyor
Kal demiyor söz vermiş susuyor
Kelimeler düşmüyor içinde salınıyor

Yüzümü gönlüne koysam
Yemin tutsa kalbim beni bilir miydin
Yok olmuyor istemekle bitmiyor
Hiçbir yol yarılanmıyor uzadıkça uzuyor
Kal demiyor söz vermiş susuyor
Kelimeler düşmüyor içinde salınıyor

Düşümü aklına katsam
Yemin tutsa kalbim beni sever miydin...

Söz ve Müzik: Jehan Barbur
(Uyan adlı albümünden)


*Şarkıyı buradan dinleyebilirsiniz.

Görsel: Deviantart

RESİM

7.01.2010

duvarın
kırık dökük çerçevelerle dolu;
parçalanmışlıklar üzerine kurulu bir yaşanmışlık,
kabullenilmiş bir kararsızlık sonrası,
ve çoktan can vermiş çocuk yanının
üzerinde oynanan ölümcül oyunlar
=
senin resmin...

biliyorum.
sen her zamanki gibi
gözlerine bakmadığın bedenlerle sevişip,
bedenlerini bilmediğin gözlere
en doğru yalanlarını sunarak belki de,
binlerce çerçeveyi kırıp parçalıyorsun.
azalıyorsun.

bense
seni tek bir güne sığdırıp
zamanın en güzel anlarından birine eşliyorum.
çerçevesi değişmiş,
tozu alınmış resmin
duvarımda yerini alıyor sonra.
çoğalıyorum.



Görsel: Deviantart

GÜN-BEŞ

5.01.2010
Kapı büyük. Kapı ağır. Kapı yas rengi. Kapı aniden kapanıyor yaşamın üzerine. Koca bir kilit vuruluyor peşisıra. Kapı duvar...Bir daha açılmıyor. Ölüm bugünlerde yine içimde buz kesiyor.

Çok soğuk. Hava, içim, dışım, hayat...En çok hangisi diye sorsan cevapsız kalırım sanırım. Cevabım olmadığından değil, cevabımın da soğukluğundan. Arada sırada ısınmıyor değilim. Her seferinde biraz daha zaman alıyor olsa da bu, evet eninde sonunda sıcaklaşıyor her şey yeniden. Yeniden kaldığı yerden devam ediyor. Ediyorum. Ediyorsun. Sonra kapılar açılıyor ve kapanıyor yine başka kapılar. Bir pencere kenarından dışarıyı seyreder gibi akıp gidiyor içinde sen olsan da olmasan da hayat. Ta ki bir sonraki soğumaya kadar...

Erken gittin be Uğur Amca. Çilek mevsimi, uzun kahvaltı sohbetleri, gül reçeli, bahçe, yeşillik, börtü böcek, bizler, hepimiz yetim kaldık. Dedim ya buralar soğuk bugünlerde. Biz üşüyoruz. Bari sen oralarda sıcak kal...

Mekanın cennet olsun...


Görsel: Deviantart

UZUN SAÇLI ADAMA NOTLAR-II

2.01.2010
Gideceğini söyledin gözlerimin içine bakarak. Ben seni aynı şehrin sınırları içinde bile bırakıp gidememişken, sen beni, benimle beraber bu şehri bırakıp gidiyordun işte...Bildiğim ama yine de hiç bu kadar yakın olmadığım bir gerçekti bu. Ve düşe dönüştüremeyeceğim kadar katı, acımasız, ağır...Yazık ki bazen düşlerin, gerçek hayatta hiç mi hiç yeri yeri yoktu.

Gideceğini söyledin gözlerimin içine bakarak. Gözlerimin kaç gidişe tanık olduğunu bilmeden belki de. Evet, hiç ummadığın kadar çok ayrılık yaşadık biz bu şehirle. Kimi zaman sonu gelmeyen vedaların ortağı olduk, kimi zamansa sessiz sedasız kaçar gibi gidenlerin ardından bakar bulduk kendimizi. Bu şehre geldim geleli pek çok şeye alıştım ben biliyor musun. Ben bu şehirde yaşamaya değil, bu şehirle yaşamaya alıştım. Ama gözlerim hala zamansız ayrılıklara alışamadı. Yazık ki vedaların, çoğu zaman artık kayıtsızlığa dönüşen alışkanlıkların arasında, hiç mi hiç yeri yoktu.

Gideceğini söyledin gözlerimin içine bakarak. Bazen çocukça bir oyunun sonunda, tüm o güzelliğe rağmen, çok acı bir gerçekle karşılaşabiliyordu insan. Çoğu zaman tek başıma ama iki kişilik yaşadığım bu oyunun güzelliği hiçbir zaman değişmedi. Ama sana bu kadar yakınken bir o kadar da uzağında kalmak bilmediğin kadar çok acı verdi bana. Senden, senin olduğun her yerden uzaklaşmayı düşündürecek kadar çok. Oysa biliyordum, güzel olan pek çok şey, acının da kaynağıydı aynı zamanda. Sen bu acıyı yaşamaya değecek kadar güzeldin, ve ben de cesur. Yazık ki cesaretin, hele ki tek taraflı bir cesaretin gerçekleri değiştirebilecek kadar gücü yoktu.

Gideceğini söyledin gözlerimin içine bakarak. Sana çok yakın, banaysa çok uzak olan bir başka şehire, söyleyeceğin başka şarkılara, ortağı olacağın başka dostluklara, anlara ve hatta başka aşklara...Artık bu şehre veda edip, başka bir şehrin sokaklarından yürüyüp caddelerinden geçeceksin. En güzel şarkılarını başka bir şehir için, başka bir şehrin insanlarına söyleyeceksin. Kıskanmıyor değilim seni elimden alıp, seni yaşayacak, güldürüp ağlatacak, seni bensiz paylaşacak olan bu şehri. Ama dedim ya ben burada, bu şehirle yaşıyorum. Beni var eden, ve benim seni var ettiğim yer burası. Sen bu şehirsin benim için, bu şehirse baştan başa sen...

Gideceğini söyledin gözlerimin içine bakarak. Ama birgün döneceğini biliyorum. Bana olmasa bile en azından bu şehire...Dedim ya bu şehire dönmen zaten bana dönmendir, bekliyorum. Yolun açık olsun uzun saçlı adam. Ve nerede olursan ol, bir yanın hep bu şehirde, hep bu şehirle, hep benimle olsun...

Gideceğini söyledin gözlerimin içine bakarak. Gitmeden son birşey istesem
senden...Kulağıma, sadece benim ve bu şehir için, son bir kez, bizim şarkımızı söyler misin?


Görsel: Deviantart