Pages

DÜŞ

31.10.2009

Adım atamadığım yolculuğumda
Uçurtmam cambaz bedenlere takıldı
Oysa serçecik kanadında
Kentler kıtalar aşacaktım

Yeryüzünün aynası yok
Sessizliğimin sesini de yitirdim.

N.KARABULUT


Görsel: Deviantart

KUTLU OLSUN

28.10.2009

Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lâzım olanı yapmağa hazırız
Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar, yorulmadan ne demek? Yorulmamak olur mu? Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman dahi durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir. Yorgunluk her insan, her mahlûk için tabii bir halettir, fakat insanda yorgunluğu yenebilecek mânevi bir kuvvet vardır ki, işte bu kuvvet yorulanları dinlendirmeden yürütür.
Bugün hepimize düşen ortak görev; ulusal değerlere, bilince, Cumhuriyet'e sahip çıkmak, Çanakkale'yi, Kurtuluş Savaşı'nı kazanan ruhu korumak ve bu bilinci gelecek kuşaklara aktarmaktır. Türk Ulusu dili, kültürü, tarihi ve saygın kimliğiyle aydınlık yarınlara el ele güçlü biçimde yürüyecektir.
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

KİMSESİZ/LİK

26.10.2009
Ne kadar zamandır buradayım bilmiyorum. Kırmızı saçlı bir kadın tarafından yerden alınarak posta kutusuna bırakılıp da, arada sırada apartmanda yaşadığını düşündüğüm insanların özellikle de çocukların ellerinde ve meraklı gözlerinde yer edinip gerisin geri tekrar posta kutusuna bırakılıyor olmamın üzerinden kimbilir kaç zaman geçti.

Benim için zaman kavramı köye yollanacak paranın denkleştirilebildiği, sevgiliye kavuşulacak günlerin kenarları yırtık bir takvim yaprağında birer birer işaretlendiği, iş bulunan günlerin bir sonraki güne kadar sürecek olan geçici keyfinin yaşandığı anlardan ibaret oldu hep. Genelde pantalon, arada sırada gömlek ceplerinde benimle beraber hep bir umut taşındı, hep bir iyi gün telaşı, hep bir neye niyet neye kısmet halleri...

Nasıl buraya düştüm, düşürüldüm bilmiyorum. Yaşama telaşına mı yenik düştüm acaba, kötü bir habere mi denk geldi bu unutkanlık, yoksa bir heyecan sonrasında mı buldum kendimi bir apartmanın giriş kapısında kimbilir...Oysa bu her taşı altın sayılan koca şehire geldi geleli hep yanında oldum, her fırsatta gösterildim, bir sürü güvensiz, düşman gözün önüne sürüldüm çoğu zaman gereksiz olduğu halde. Ne çok dile gelmek istedim böylesi zamanlarda bu koskoca bedene ait aklın izini, yüreğin sesini gösterebilmek, duyurabilmek için...

Şimdi ise bir apartmanın posta kutusunda belki de beni kaybettiğinin farkında bile olmayan sahibim tarafından alınmayı bekliyorum. Umarım diyorum içten içe; kaybettiği umutları, yaşama sevinci, hayatı, kendi değildir de sadece benimdir.

Ben bir kimliğim. Yaklaşık 1 senedir şehri İstanbul’da yaşamaya, ve yaşatmaya çalışan kendi halindeki N.Ö ye ait.

Sahibimi kaybettim
Hükümsüzüm.


*Apartman girişinde bulduğum, uzun bir süre posta kutusunda bekleyen ve sonra geldiği gibi ortadan kaybolan bir kimliğe dair...



Görsel: Deviantart

BEKRİYA'DAN MİM YAĞMURU

23.10.2009
Elde birikmiş yazılmayı bekleyen onca mim varken, daha ilk yolladığını henüz yazamamışken Bekriya Hanım yetinmemiş bir tane daha yollamış bana. Bari ikisini birarada çıkaralım elden diyerek bol sorulu ve bol cevaplı 2 adet mimi sunuyorum ortaya. İşte ilk mimimiz;

*Niçin blog yazarısınız?
“Peki neden kendi kendime yazma eylemini blog ortamına taşıyıp da, bir zamanlar en fazla yakın çevremden birkaç kişiye görme hakkı tanıdığım yazılarımı herkese sunup bir nevi görücüye çıkarmış oldum? Bir kitapta okumuştum; geçmişine dair kapatamadığı yaraları olan birine bir diğeri anlat, diyordu. Sadece anlat. Çünkü ancak bu şekilde rahatlayabilirsin. Bu şekilde tam olarak bitiremesen, izlerini silemesen bile en azından hafifletip, azaltıp geride bırakabilir, yaşadığın olumsuzlukların senin önünü kesmesine engel olabilirsin. Anlatarak tüketebilirsin, diyordu. İşte yazarak başladığım anlatma çabamı daha fazla kişiye duyurma nedenim biraz da bu belki de...” diye yazmışım bir zamanlar. Sanırım bu soruya verebileceğim en iyi cevap da bu...

*Son zamanlarda hiç vakit ayıramadığınız bir uğraşı:
Hem iş hem de ruh yoğunluğundan dolayı kendimi verip de film seyredemiyorum.

*Şu an için imkanınız olsa gerçekleştireceğiniz hayaliniz nedir?
Şehr-i İstanbul’dan koşarak kaçmak...

*Hayatınızda iyi ki yapmışım dediğiniz üç şey nedir?
1-
Her ne kadar benimki daha çok mecburiyetten de olsa iyi ki çalışmaya erken yaşta başlamışım.
2-İyi ki hayatımda bu kadar çok ve güzel insan biriktirmişim.
3-İyi ki medya dünyasının bana çok da uygun olmadığının farkına erken varmışım.

*Mutfakta en sevdiğiniz uğraş?
Yemek yemek...

*En sevdiğiniz üç yemek?
1-
Pırasa
2- Sarma
3- Annemin eli değmiş her yemek (desem de kabak, kereviz olmasa da olur tabi)

*Giyim konusunda abarttığınız eşya?
Giyim değil de takı konusunda yüzük olayını abartmış durumdayım sanırım.

*Çocuklarınıza nasıl hitap edersiniz?
Olursa/olunca söylerim.

*Sizi anlatan bir resim?
Sanırım yok. Olabileceğini de sanmıyorum zira türümün son örneklerindenim...

Evet ilk mim soruları bu şekilde. Şimdi gelelim diğer mim sorularına;

*En sevdiğiniz 3 çiçek ismi:
Papatya, sarmaşık, ortanca

*Gerçekleşmesini istediğiniz 3 hayaliniz:
Şehr-i İstanbul’dan ayrılıp arkası yeşil önü mavi bir sahil kasabasına yerleşmek ve İstanbul’a arada sırada sadece turist olarak gelmek, orada kafamı gömüp kitap okumaktan iş yapamayacağımı bile bile bir kitapçı dükkanı açmak ve...Devamı da bana kalsın artık...

*En sevdiğiniz ve sevmediğiniz 3 huyunuz:
Sevdiklerim:
1-Girdiğim her ortama çok çabuk uyum sağlayabilme özelliğim
2-Elimden geldiğimce adil olmaya gayret etmem
3-Çabuk sinirlenmeme rağmen yine aynı hızla sakinleşmem

Sevmediklerim:
1-Kararsızlığım
2-Çabuk ve ani sinirlenmem
3-Hayır diyememem

*Gıcık olduğunuz 3 hareket:
1-
Her türlü saygısızlık
2-Bekletilmek
3-Yargısız infaz yapılması

*Bu benim bugüne kadar olan en kara günümdü. Dünya başıma yıkıldı ve bir daha ayağa kalkamam diye düşündüğünüz olay:
Düşününce öyle çok ki. Ama insan her seferinde çok daha kötüsünü de yaşayabileceğini, ve her seferinde tekrar ayağa kalkabileceğini öğreniyor her gün biraz daha. O yüzden yaşadıklarımı “bu en kötüsüydü” diyerek hem kendiminkilerle hem de başkalarının yaşadıklarıyla karşılaştırıp sınıflandırmaktan her zaman çekindim ve çekinirim.

Yine benim sayemde zaman aşımına uğramış olan bu mim sorularını, isteyen istediğini alıp cevaplasın diyerek ortaya bırakıyorum. Hayırlı uğurlu olsun...


Görsel:Deviantart

UZUN SAÇLI ADAMA NOTLAR-I

21.10.2009
Adını biliyordum. Çok iyi gitar çaldığını, iyi şarkı söylediğini, flamenkoya aşık olduğunu bildiğim gibi...Uzun saçlıydı ve benim onu tanıdığım gün gitar çalıp Doğan Canku’dan Sonsuza Dek’i söylüyordu...

Adını biliyordum. Yüzünün o en tanıdık, en yalın haliydi benim ona karşı olan savunmasızlığım, karşı koyamayışım...O kocaman bedeninde küçücük bir çocuk yüreği taşıyordu. Uzun saçlıydı ve benim onu sevdiğimi anladığım gün gitar çalıp Doğan Canku’dan Sonsuza Dek’i söylüyordu...

Adını biliyordum. Ama adına yazdığım öyküler yoktu, şiirlerde...yaşanmışlık sayılabilecek ne varsa, bölük pörçük ama an ve an, küçücük gerçeklikler vardı elimde sadece. Bir de gerçekliklerin yetmediği zamanlarda ona dair kurduğum düşler...Uzun saçlıydı ve benim onu düşlerime ortak ettiğim gün gitar çalıp Doğan Canku’dan Sonsuza Dek’i söylüyordu...

Adını biliyordum. Adıma dair duyduğu çelişkileri, bana “nereden girdin hayatıma” diye sorarken yaşadığı o kararlı kararsızlığı, bana “ben” olduğum için dokunan ellerinin taşıdığı o hüzünlü pişmanlığı...Uzun saçlıydı ve benim onun başka düşlerin ortağı olduğunu öğrendiğim gün gitar çalıp Doğan Canku’dan Sonsuza Dek’i söylüyordu.

Adını biliyordum. Ama mektubun sonuna yazmadım. “Eğer bir gün bu şehre dönecek olursan aynı çocuk yürekle, yüzünün aynı tanıdık ve yalın haliyle, ve bana “ben” olduğum için dokunan ellerinle, ve eğer ben hala bu şehirde ve yaşıyor olursam hayata dair kurduğum bir yığın mavi düşle, yine birbirimizin düşlerinden çalar mıyız dersin?” diye bitirdim mektubu. Ve sahneden iner inmez gözlerinin beni arayacağında emin bakacağı ilk yere bıraktım. Uzun saçlıydı ve benim onu orada, o dört duvar arasında, ortağı olduğu düşlerin içinde, ait olduğu yaşamın kıyısında, var olduğu ve olacağı her yerde ama benden bir parçayla bıraktığım gün, o hala gitar çalıp Doğan Canku’dan Sonsuza Dek’i söylüyordu. Bense onu hala seviyordum.

Sokaklar geçiyorum sızım hüznüm gölgem benim
Caddeler aşıyorum gözyaşlarım en sessizliğim
Asılsız çarelerle yürüyorum işte böyle
Zamanı geriye çeviririm diye

Acılar yaşıyorum kavuşmak bedeliyle
Bekliyor biliyorum az ötemde sessizce
Adımlarım yaklaştı görüyorum orda işte
Kayboluverdi yine sokaklar arasında

Elbet birgün yollar çaresizce tükenip son bulacak
Zaman işte yeniden başlamış olacak
İnanırım kalbim onunla sonsuza dek yaşayacak
Kaybolup gidecek maziyle birlikte...

*Doğan Canku'dan Sonsuza Dek'i buradan ya da buradan dinleyebilirsiniz.


Görsel: Deviantart

TURUNCU HAYAT

15.10.2009
Gri;
Siyah ve beyazın anlamının yittiği renk
Ve tüm diğer renkleri yutuveren bir sis.

Velhasıl; şu yeryüzü dedikleri gri mi ne
Güneşin tüm renklerine göz koymuş bir de
Önce bulutları ele geçirmiş,
Bulutlar ki beyaz olmalı
Gökyüzü mavi
Güneş turuncu
Yeryüzü turuncuyu giymeliydi üzerine
Ne olduysa oldu
O griyi seçti.

Velhasıl; şu yeryüzü dedikleri hep kural hep kanun…
Tek adımda biten bir yol.
Maskeler büyüyor topraktan
Düşlerim ve gördüklerim, yaşadıklarımdan fazla bu yüzden

Bir de şu yerçekimi yok mu?
Ne kadar yücelmek istersen iste
Bırakmak istemez seni
Gerisi teslimiyet…
Bir kabulle başlarsın, sonrası kural, kanun olur…
İsim olur, cisme bürünür…
Her kafadan bir ses çıkar da
Yargı olur, suç olur…
Tüm bunların karşısında insan mağdur olur...
Hep bir sevdaya teslim olacakken;
Düşünce olur, korku olur…
Bir rüzgar gibi savurur geçer hayat her birimizi…
İnsan ürperdiğiyle kalır…

Sabırla beklemeyi hep aynı duruş sanmak bundan mı?
Hep birbirimizi ararken kendimize çarpışımız?
Her seferinde bulduğumuzun kendimizden bir parça olduğunu görüşümüz?

Ve ben
Yeryüzü gri olalı beri
Yeryüzüne uzak oldum,
Gökyüzüne bakar oldum

Yorgundu kollarım…
Bir uzatsam ellerimi koparacaktım mutluluğu belki dalından…

Ama ben
Düş-erim bir gün diye tedirgin
Tırmanmadım gökyüzüne
Daha da sert basıyordu ayaklarım...
Ya bir kez yerden kesilirse?
Basamazsam bir daha toprağa eskisi gibi?
Bu yüzden yerçekimine teslim edilirdi ya bedenler
Hem griye ortak hem şikâyetçi diller
Bir de bastığı yer kendiliğinden yeşillensin isterdi ayaklar…
Kollar ise uçmaya gıpta ederdi…

Yükselmeli
Bulutları da aşmalı bulutları da
Ta ki maviyi, güneşin turuncu yüzünü görene dek
Bir kez bakınca semadan yüreklere...
Yerçekimine rağmen…
İnemez insan, direnir çırpınır…
Dönüp de yürüse yollarda herkes gibi;
Ayaklarına dolanır yeryüzü, sahnelenen her bir oyun…

Gökyüzü aşk, mutluluk ve isyan
Yeryüzü gökyüzünü griye boyarken,
O mavisini verir denizlere
Güneş turuncularını saçar dört bir yana

Ey gök!
Yeryüzüne mutluluğu uzatan gök…
Sar dünyayı
Ve söyle
Güzelin sadece güzel olması yeter mi?
O güzellikle ne yapacağın değil midir mühim olan?
Okumayı sökmüş olunca okumuş olmuyorsun ya...
Her şey yazıldığı gibi okunsaydı herkes alim olurdu...

Ey şekli gözüme,
Sesi kulağıma,
Adı aklıma kazınan dünya...
Gözlerim bir yerden seviyor seni...
Dilim yakalıyor sesini.
Elim duyuyor buralardan geçtiğini...
Ne yazık geç kaldın ya da erken geldim ben.
Sanma ki umurumda değilsin...
Seni yerde ararken gökte buldum ben.
İşte o vakit ki bir ışık gördüm ve göğe yükseldim.
Öldüm, düş-tüğümde toprağa, sen çoktan gitmiştin...
Sisler ardında kalmıştın.
Gözlerin bakar ama sevmez olmuş.
Ellerin dokunur ama duymaz olmuş.
Kulakların işitir ama görmez olmuş.
O görkemli gölgene sığınıp da unutmuşsun meğer beni...

Seni bilmem dünya
Böyle girdi gökyüzü yeryüzüyle benim arama
Mavilerin içinde kaldım bir süre.
Tüm renklerimi gökyüzünden aldım
Güneşe dayadım sırtımı
Turuncu bir hayat yaşıyorum.

Yazan: MASALCI (Bugünü Yaşama Arzu'su)

*Can dostuma, masalcıma, Arzu'ma bana bu harika yazısını blogumda yayınlama izni verdiği için bir kez daha çok ama çok teşekkürler...


Görsel: Deviantart

YALNIZLIĞA DAİR...

13.10.2009
Bir yara gibi...
Hani içinde bir yerde, senin bile farkında ol/a/madığın, gözle görülmeyen bir yanında mesela, artık senin ayrılmaz bir parçanmış; elin, gözün, kulağınmış gibi taşıdığın, her canın sıkıldığında, acıdığında veya acıttığında başkalarını istemeden, bir günün bir diğerine uymadığında mesela, kendini bilmediğin huysuz ve umarsız zamanlarında, içindeki boşluklar üşüdüğünde, şimdiye kadar kaç kişiyi üşüttüğünü düşündüğünde, başkalarına az kendine fazla geldiğinde, ya da tam tersini hissettiğinde, yakalayamadığında akıp giden zamanı, tutamadığında her istediğinde istediğin yerinden hayatı, kendini hep geç kalmış hissettiğinde, ama yetişmek için artık çabalamadığını farkettiğinde, sürekli anlaşılmadığından şikayet ettiğinde, ama sen anlatabildin mi bilmediğinde, gün bitişlerinde, mevsim geçişlerinde, her sene sana bir yaş daha eklendiğinde, bir sevgiliden ayrıldığında, bir başkasına sil baştan aşık olduğunda, bir dosta kırıldığında, ailene gücendiğinde, kimi zaman hiç sebebsiz, kimi zamansa sebebini bile bilmediğinde, el yordamıyla çabucak bulup da yerini, bir anda gün yüzüne çıkardığın, tatlı-sert kaşıyarak, canını acıtarak hatta tekrar tekrar kanattığın, ve o kan dinip o sızı geçene kadar, hani tekrar kabuk bağlayıp da içindeki o vazgeçilmez ama bir o kadar da farkedilmez yerini alana, sen kendi içinden çıkıp da tekrar yaşamla bağını kurana kadar, hem kendi hayatına hem de başka hayatlara kan kırmızı bir izle bulaştırdığın bir yara gibi yalnızlığın...

Bilirsin işte...
Boş verilmiş bir yalnızlıktır aslında seninkisi...
Ama boş değil...

*İlk yayın tarihi: 07/10/08
**Yazıyı çok sevdiği için "Kardeşim Efsa'ya" diye bir not eklemişim altına o tarihte. Şimdi de altını çizerek yine prensesime diyorum...


Görsel: Deviantart

ÖDÜLCÜ GELDİ HANIMMM

12.10.2009
Beni mimleyenler ya da bana ödül gönderenler bilir. Bu konularda ne zamanlamaya, ne de kurallara uygun yazabilmekteyim. Hatta bazen öylesine geç kalmış oluyorum ki mim yollayan arkadaş beni mimlediğini bile unutmuş oluyor. İşte yine üzerinden uzun bir zaman geçmiş olan ödülümle karşınızdayım. Ve bu gecikmeli teşekkür ve ödül dağıtımı içinde özürlerimi sunmaktayım. Affola...

Sevgili İ.x.İ.r, morkedi, özlem arkadaşlarım layık görmüşlerdi beni bu ödüle. Öncelikle çok teşekkür ediyorum onlara. Ödülün kuralları gereği kendi hakkımda 7 ilginç şey söylemem gerekiyor. Ve sonra da bu ödülü 7 kişiye daha iletmem.

*Tek sayılardan pek hazzetmiyorum. Mümkünse etrafımdaki herşey çift sayı olsun, çift sayıdan oluşsun. Hatta bloguma yapılan yorumları bile toplam yorum sayısının “çift” olmasını hesap ederek cevaplıyorum. Bazen sırf bu yüzden aman bir yorum daha gelse de sayı çift olsa şeklinde beklediğim bile oluyor.

*Fena halde kan tutmasına rağmen nerede CSI, Criminal Minds vb ölüm, cinayet, seri katil içerikli film ve dizi varsa orada ben varım. Bir kez daha dünyaya gelecek olursam kan tutsun tutmasın profil uzmanı olmak istiyorum...

*Ruh, cin, hayalet vb varlıklardan insanlardan korktuğum kadar korkmuyorum. Hani karşıma bir hayalet çıksa mesela eğer o an kalpten gitmezsem zaten yapabileceğim çok fazla birşey olmadığını biliyorum. Ama insan; belki de melek ve şeytanı aynı anda içinde barındırabildiğinden hiç ummadığın bir anda hatta en sevdiğim benzetmeyle “tel koptuğunda” iyi-kötü herşeyi yapabilecek olan tek varlık...

*Beyaz rengi çok severim. Başkalarının üzerinde gördüğümde çok yakıştırır hatta etrafımdakilere şiddetle beyaz giymelerini öneririm. Ama ben giymem. Okul gömleği gibi mecburi durumların ardından uzun hem de çok uzun bir zamandır iç çamaşırı dahil olmak üzere dolabımda beyaz renkte bir kıyafet bulunmamaktadır. Olur ya kazara yarın bir gün evlenirsem muhtemelen giyeceğim gelinlik de beyaz olmayacak (annem duymasın)

*Çok konuşuyorum. Çok konuşuyorum derken etrafımdakilerle değil sadece kendi kendime de çok konuşuyorum. Üstelik bunu yaparken zaman ve mekan kavramlarının hiçbir önemi kalmıyor. Bazen nerede olduğumu falan unutup uzun uzun kendimle tartıştığım ve sonra üzerimdeki tuhaf bakışların ağırlığıyla kendime geldiğim oluyor.

*Fazla düzenliyim hem de haddinden fazla. İş yerinde her türlü dosyam, evde kıyafetlerim, kitaplarım ve daha bir sürü şey...Evet elimi attığımda aradığıma anında ulaşıyor olmam özellikle iş yerinde büyük bir kolaylık benim için. Ama birşeyi ararken hiç aklında olmadığı ve aranmadığı halde karşına çıkan başka şeylerin varlığını kaçırıyor olma hissi de içten içe rahatsız ediyor beni. Sanırım dışımdaki bu aşırı düzen hali içimdeki düzensizliğin bir çeşit tepkisi...

*Hala ehliyetim yok. Sadece ehliyetim değil, arabalara ilgim, haklarında bilgim de yok. Ve sanırım olmayacak da. Bu konunun İstanbul’da yaşıyor olmamla ve hatta sabah ve akşam iki yaka arasında trafikle boğuşuyor olmamla bir ilgisi var mı yoksa doğuştan mı böyleyim bilmiyorum.

*Yolun yarısı dememe kaldı 3 senem hala bu yaşıma kadar ince topuklu ayakkabı giymedim. Bundan sonra giyer miyim hiç sanmıyorum.

İlginç mi, tuhaf mı yoksa gayet normal ve sıradan şeyler mi bilemedim ama hakkımda 8 bilgiyi yazmış bulunmaktayım. Bu arada 7 değil 8 dikkatinizi çekerim. Gelelim ödüllere...Her zaman yaptığım gibi ben bu ödülü UMUR başlığı altında sayfamda yer alan bütün arkadaşlarıma yolluyorum...

GÜN/DÖRT

8.10.2009
Giriş; Gerçek bir prenses o. Sadece dış güzelliğine dair değil bu söylediğim; yüzünden önce ve öte yüreğini gördüm, yüreğini bildim ben onun. Bu yüzden en çok yüreğinden yanadır söylediklerim...

Kimi zaman içinde bir yerlerde hala eski bir masalın acıtan ayak seslerini duyuyor ve böylesi anlarda masallardan değil de en çok kendinden yana şüpheye düşüyor biliyorum. Kimi zamansa yolu kahramanlarını, kahramanlıklarını çoktan kaybetmiş başka masallara düşüp de büyük bir hayalkırıklığı ve şaşkınlıkla tekrar gerisin geri döndüğünde yaşıyor aynı çelişkiyi. Oysa yüzüne baktığınız an, o naifliği, kırılganlığı, o içten gelen ve geldiği gibi yüzüne yansıyan güzelliği gördüğünüz an, çok değil sadece birkaç dakika bile konuştuğunuz an anlıyorsunuz ne demek istediğimi. Öyle güzel, öyle iyi, öyle temiz, öyle değerli ki...

Dedim ya gerçek bir prenses o. Bu hayatı bir masal güzelliğinde yaşayıp, yaşatmak isteyen bir prenses. Ve dilerim en kısa sürede istediği gibi bir masalın baş kahramanı olur ve anlatır bize hak ettiği ve yaşadığı tüm güzellikleri...

Gelişme; Uzaklığın varlığına hiçbir zaman inanmadım. Evet uzak zordur, kimi zaman şüpheli, kimi zaman şaşırtıcı, ve çoğu zaman yorucudur. Ama uzağı yakın yapan yine sensindir, o yol önce senin yüreğinden geçer, işte ben her zaman buna inandım.

Aynı inandığım gibi; uzak çoktan yakın olmuştu onunla aramızda. Uzun zaman önce biz yürekten gidip gelmeye başlamıştık zaten birbirimize; içinden yürek geçen, yüreğin içinden geçtiği yollarda neler neler paylaşmış, kimbilir kaç kez ağlayıp kaç kez gülmüştük birlikte. Biz birbirimizi daha en baştan yürekten görüp, bilip öyle sevmiştik.

Ve bugün nihayet yüreklerimiz ilk defa yüzyüze geldi. Karşımdaki yürek olduğu gibi, aynı bildiğim, düşündüğüm, inandığım gibi. Ben gibi, benim gibi. Bu yüzden belki de yeni, şaşkın, heyecanlı, çekingen değil de çok uzun zamana yayılmış, hep varmış gibi, sakin, telaşsız ve içten anlattıkları, anlattıklarım...

Yüreği kendi gibi güzel insan, can insan. Uzağı yakın edip her daim yüreğiyle yanımda olan insan. Ne mutlu bana ki bundan sonrasında da hep benimle, hep yanımda, yakınımda olacaksın.

Sonuç; Soru çok. İstemediğimiz kadar hem de. Peki ya cevaplar? Ne kadarı gerçekten yanıtlayıp da rahatlatır içimizi, hangileri sadece kendimizde saklı, kaç tanesi bir kandırmacadan ibaret bilmiyorum. Kim gerçekten bilebilir ki?

O yüzden öncesini bir kenara bıraktım ben daha en baştan. Sonrasındaysa şimdilik gözüm, henüz söyleyebilecek bir sözüm yok. Tek bildiğim; var olacaksak, varsak eğer “şimdi”den başlamalı. Ve sonrası gelecekse de yolu önce “şimdi”den geçmeli...Şu an sadece “şimdi” olmalı...

İşte sen benim için bugün olduğu gibi “şimdi”den başlıyorsun her seferinde. Dile dökemediklerini gözlerinde okuduğum, hiç beklemediğim bir anda dudaklarıma kocaman bir öpücük kondurduğun, yüzünde o anın keyfini en sakınmasız haliyle yansıtan sıcacık tebessümünü gördüğüm, elimi tutup da bırakmadığın “şimdi”lerde varım ben senin için. Varsın sen benim için.

Ve bugün bir kez daha anladım ki içinde seninle olduğum hayat benim için öncesiz ve sonrasız. Sadece “şimdi”lerde akıyor...

***3 Ekim'e; günüme keyif katan 3 güzel insana dair...



Görsel: Deviantart

ADAM/AK

6.10.2009
Adımı sorma
Biliyorsan söyleme
Söylediysem duyma

Kim olduğuma
Nerede kaldığıma
Nereye vardığıma bakma
Boşver öncesinde akıp giden zamanı

Şu an olduğun yerden bak
Olduğum yerden gör beni
Sonra içine çevirip de gözlerini
Sor yüreğinin en el değmemiş yerine

Aşk de
Sevi de
Olmadı hiç söylenmemiş
Yeni bir kelime yarat
Başka bir anlam yükle

Bulunca
Sadece benim duyabileceğim bir şekilde
Fısıldayıp da kulağıma
Sen koy adımı


Görsel: Deviantart

İÇİMDEKİ KELİMELER

1.10.2009
Unutulmaktan korkarken, teker teker unutuyorum unutmamam gerekenleri. Gidenleri gelenleri, yalanları, gerçekleri, el değmemiş düşleri, uzak ve kırgın bir zamandan gelip de artık kendime bile yabancı gelen sesimi, ama en çok da kelimelerimi...

Sahi en çok kelimelerimi unutuyorum hayatın içinde ve aniden hiç bilmediğim bir dilde konuşuyor buluyorum kendimi başka başka öykülerde. Başka başka öykülerin geçici kahramanı oluyorum zamansız. Kendi öykümü soruyorum, içinde diyorlar. İçimi unutuyorum her seferinde oysa ben, unuttukça büyüyor boşluk, büyüdükçe eksiliyor yürek, eksildikçe uzaklaşıyor hayat...Gözümün önünden akıp gidiyor tek kelime bile edemeden, uzakken yakın, yakınken uzak olduğum zamanlar...

İşte bu yüzden, bazen içimdeki gölgelerin peşine düşüyorum yaşamın henüz gün değmemiş yüzünde... Kendimden bile sakladığım, kendimi sakladığım gölgeler...Hani bir tanesine bile ulaşırsam, kısacık bir anlığına bile değebilirsem olmayan yüzlerine, hiç konuş(a)masak bile eğer ellerine dokunabilirsem, işte tam da o an, sanki yerine ulaşırmış gibi geliyor bana, içimde sakladığım, söylenmiş ama unutulmuş tüm kelimeler...

Düş söz olur işte böyle zamanlarda dilimde.
Söz düş/l/er...


UNUT/MA MEKTUPLARI-I
EKİM 08'



Görsel: Deviantart