Pages

ZAMAN KESİKLERİ

28.02.2011
Dün bitti.

Eskiydi zaman. Bizler yeniyetme koşturmacalarda. Sonra yeniyetme aşklar vardı. Kendisi değilse bile adı çat kapı geliveren. Sevmeler vardı ansızın ortaya çıkıp da sonu sanmalara varan. İnsanlar vardı; her biri bir diğerinden farklı ama bir o kadar da aynı olan öykülerin kahramanı. Bilirdik; her bir öykü bir diğerine bağlanırdı çünkü. Yaşardık; her birimiz bir diğerinin öyküsünde misafir. Sanardık ve sanmalarda kalırdı herşey; sen, ben, diğerleri, ne varsa hayata dair. Sanardık ama gerçektik en azından. Peki ya şimdi?


Bugün yanıbaşımda.

Şimdiye dair pek birşey yok. Kalmamış, ne elimde avucumda, ne de aklımda. Herşey gözle görülmeyen bir sis perdesi altında. Zaman sarkacı dünle yarının arasında sıkışıp kalmış. Gidip gidip gelmeler yaşıyorum sürekli. Durduğum noktayı kaçırıyorum çoğu zaman. Adım atıp da gidemediğim bir kapı eşiğinden bakakalıyorum hayata. Aklımın almadığı, içimin sığmadığı bir yaşama kendimi sığdırmaya çalışıyorum. Sonra birden yanıbaşımda duran bugünü farkedip afallıyorum. Neden, diye soruyorum. Geçici bir hafıza kaybı, diyorlar. Geçsin diye bekliyorum.


Yarın belki gelir.

Tanığı olmayan düşlerin ağırlığı var belleğimde. Herşeye rağmen adını koyamadığım birşeyler var beklediğim. Gelir mi, diye soruyorum. Lanet ancak yaşanırsa tükenir, diyorlar. Görmezden gelerek bir savaşı bitiremezsin. Yarım kalmış bir hayatın üzerine yeni bir öyküyü inşa edemezsin. Ve sevemezsin kendini, kendinden kaçarak. Sen sadece bekle...Geçmişinden vazgeçmeden ama bugününü yaşayarak.


Susuyorum.

Gözlerim kapalı. İçimde zaman kesikleri. Ne güzeldin bende bir bilsen diye düşünüyorum sonra aniden. Bilmediğin ve bilmeyeceğin zamanların seyrinde giden ömrüne hayıflanarak...



*İlk yayın tarihi: 23/01/09
**Görsel:
1x.com

RÜZGAR

24.02.2011
Rüzgarım. Asi, başına buyruk, ama buna rağmen gittiği yeri bilen. Usulum bu aralar. Sakinliğim baharın habercisi. Hafifçe, belli belirsiz süzülüveriyorum aralık bırakılan pencere kenarlarından, sokak aralarından, çocuk seslerinin yankılandığı evlerden, pür telaş yaşanıp da giden hayatın içinden. Yavaşca değiyorum gözlere, yüzlere, kilit altı saklanan yüreklere. Değiyorum ve gelip geçtiğim yerlerden, değip geçtiğim yüreklerden topladığım masalları fısıldıyorum her birine. Vazgeçilmiş düşlerden, söylenmemiş sözlerden, kendilerinden bile sakladıkları hayallerinden bir şarkı tutturup söylüyorum.

Rüzgarım ben. Asi, başına buyruk, ne istediğini bilen. Geçmişten esip geliyorum önce; takılıp kalınmasın sakın, o dökülen yapraklar hep eski günlerden. Geleceğin belli belirsiz tasvirini çiziyorum düşüncelere; ne de olsa bahar her daim yenilenme mevsimi. Ama en çok şimdi’de konaklıyorum, şimdi’de biriktiriyorum bütün iyi niyetleri, dilekleri. Sen de farkındasın aslında; içindeki hayat sadece şimdi’de gizli. Dedim ya rüzgarım ben. Sen bana yüreğini aç yeter. Üşütmeyen ama şöyle bir silkeleyip kendine getiren varlığımla hatırlatırım sana her daim kendimi, kendini...



Görsel: 1x.com

NOKTA

22.02.2011

noktaysa eğer
çoktan konmuştu aslında
ama virgülü vardı bir de
hemen altına iğnelenip
bir umut diye saklanan...

şimdi ise sen
devrik bir cümlenin sonundan
virgülü atıp da dönüyorsun

ve
artık
bundan sonra
o sadece bir nokta
biliyorsun
.


Görsel: 1x.com

3 MRT

17.02.2011
Ne kadar yakınız aslında. Ve ne kadar uzak. Hayat akıp gidiyor içimizden ama biz bir pencere kenarından seyreder gibi bahsediyoruz yaşananlardan, yaşadığımız günlerden. Kendimizi dışında tuttuğumuz hayattan yana şikayet ediyoruz sonra sürekli. Asıl pencereyi kendi içimize açmalı belki...

Ne kadar yakınız aslında. Ve ne kadar uzak. Gördüğümüzü zannediyoruz her baktığımızda, oysa yüreklerimiz öyle kör ki. Aynalar bile sadece kendi istediğimiz zamanlarda, kendi istediğimiz hallerimizi yansıtmıyorlar mı yüzlerine? Ve bizler en çok kendi yüzlerimizden kaçmıyor muyuz aslında hep saklayarak içimizi?

Ne kadar yakınız aslında. Ve ne kadar uzak. Takılıp kalmışız kendimize ait olmayan sözlere. İçimize sinmeyen, içimizin sinmediği kelimeler tüketiyoruz sürekli. Ne anlıyoruz ne de anlaşılıyoruz. Oysa konuşmak yerine, yaşamak ve yaşatmayı tercih etsek ya öncelikle. Kelimeler ardından gelir nasıl olsa...

Ne kadar yakınız aslında. Ve ne kadar uzak. Belki az önce geçtik aynı sokaklardan kısacık zaman aralıklarıyla. Belki ben şu an buradayken sen sadece bir adım ötemdesin, kafanı çevirdiğin an görebilecek kadar yakın ya da tam tersi...Belki az önce benim içimden geçirdiğim bir cümleyi söyledin yanındakine. Ben senin düşünceni dillendirdim kelimelerimle. Belki aynı filmi seyrettik en son, aynı sinemada farklı matinelerde ve sinema çıkışı aynı tebessüm vardı yüzlerimizde. Belki aynı saatlerde okuyoruz benzer kitapları, aynı cümlelerin altını çiziyoruz aklımızdaki kalemlerle. Belki...

Ne çok uzayıp gider belki’ler, sonu hiç gelmeyen bir trenin vagonları gibi, sonsuza dek. Ne çok eklenir birbiri ardına herkesten, her şeyden bir veya birkaç cümle, ne çok değişir düşünceler...

Değişmeyen tek şey var aslında; ne kadar yakınız hayata ve ne kadar uzak.



MART MEKTUPLARI 10’



Görsel: Deviantart

ŞAH VE MAT

16.02.2011

bir satranç tahtasına yayılmış bütün yaşananlar
yüreğim vezirin gölgesinde
sen şahın peşinde
ne var ne yoksa içimizde bir diğerinden kalan
birer birer oyunda şimdi
her hamlede geçmişten bir parça daha siliniyor
her hamlede gelecek biraz daha uzak

sonra sen uzun bir uykudan uyanmış gibi
yavaşça uzatıyorsun elini
son hamle bu diyerek sessizliği bölüyorsun
vezirin yüreğimi ezip geçiyor
akıl aşkı yeniyor
yalnızlık beni

farkında mısın bir oyunun gölgesinde duraklamada sanki hayat
zaman sil baştan koca bir duvar örüyor aramıza
sonra sen, oyunun kendince galibi, usulca kalkıp masadan, çekip gidiyorsun
sesin zamana çarpıp kayboluyor peşinsıra
kulaklarımda tek bir sözün kalıyor; şah ve mat.



*İlk yayın tarihi: 29/11/08
**Görsel:
1x.com

ZAMANIN İKİ YÜZÜ

14.02.2011

“Peçesini indirmeden önce iyice yukarı doğru kaldırdı ve öyle bir bakış serdi ki gözler önüne, Ömer o bakışı tutmak, içine çekmek, hiç bırakmamak istedi. Kalabalığın farkına bile varmadığı kısacık bir an, aşık içinse bir sonsuzluktu bu. Zamanın iki yüzü var, dedi kendi kendine Hayyam, iki boyutu; uzunluğunu güneşin seyri belirliyor, kalınlığını ise tutkular.”


SEMERKANT
AMIN MAALOUF



Görsel: 1x.com

UMUT

12.02.2011

Umudun iki güzel kızı vardır; öfke ve cesaret.
Öfke olanlara dayanabilmek, cesaretse değiştirebilmek için.


KUSMA KULÜBÜ
MEHMET EROĞLU


Görsel: 1x.com

BEN BANA

10.02.2011

ben bana kapalıyım
anlayamam kendimi
bana çakıl taşları lâzım
senin topladığın
kokulu mendiller
boyun tülleri
çoraplar, takı kutuları
halanın bayram hediyeleri
bana romanlar lâzım
yarıda bıraktığın
martılar ve kız kulesi
simit yerken baktığın
bacakları felçli çekirdekçi
ve şıngırdayan çay bardakları
kaynar suyla yanan canın
tereddütlerin, yılgınlıkların
bana daima bana
suretinden ötesi lâzım
olmasan sen
aklıma bakan akıl
karnıma dokunan karın
ben bana nasıl açılırım
nasıl severim seni
nasıl yeniden yaratırım


CÜNEYT UZUNLAR


*Cüneyt Uzunlar’ın şiir defterine loş arsa’dan, hikaye defterine boş arsa’dan ve not defterine açık koyu’dan ulaşabilirsiniz.
**Görsel:
1x.com

22 ARLK

8.02.2011

Biliyor musun; yanlış bir yerde miyim, diye sordum ben de kendime önce. Gözle görülen bir şey yoktu aslında, söze dökülmüyordu, başkalarınca yansıtılmıyordu bana, tutup anlamaya, anlatmaya çalışsam elime avucuma gelen tek bir kelime bile yoktu. Ama aklın takvimi yüreğinkini yalancı çıkarmıştı bir şekilde ve bu gereksiz ısrar, kendini kandırmaca, bu bitmek bilmeyen uzun bekleyiş gitgide canımı daha çok acıtıyordu.

Yanlış bir yerde miyim, diye sordum ben de kendime. Durduğum yer hangimize yakındı en çok ve hangimiz bir diğerinden ne kadar daha uzak? Sahi ben nasıl gelmiştim bu noktaya, hangi arada atıp da adımımı geçmiştim sınırın bu yakasına? Hadi geçtim diyelim, neden sağlam hissetmiyordum peki bastığım yeri, neden kayıp gidiyordu hızla aklımdan düşünceler, yüreğimden kelimeler? Ben buradaysam peki sen neredeydin, senin sınırın neresiydi? Hangi kelimelerini sunacaktın bana sabırsızca beklediğim her gün, bastığın onca toprak hangi yürekten, yüreklerden geçiyordu? Oysa daha geçen gün seyrettiğim bir filmde “her zaman her şeyin cevabı yoktur” diyordu bir kadın. Ve benim yüreğim soramadığım tüm sorulara inat hala ve ısrarla o kadına inanmak istiyordu.

Biliyor musun; ben notaları doğru bir şarkıyı yanlış sözlerle mırıldanıyordum belki de. Hep yaptığım bir şeydi aslında ama bu sefer ki feci şekilde kulak tırmalıyordu, o yüzden sen duymadan susayım istedim. Hiç açılmayacağı bilinen -üstelik bu mevsimde yok yere aralık bırakılmış- bir kapıyı kimse üşütüp hasta olmadan sessizce kapamak. Nasıl çıktığını, nereye gittiğini kendinin bile bilmediği bir yol üzerinden yokluğum fark edilmeden, yanlış virajlara döndüğüm, erken duraklarda indiğim görülmeden geri dönüp yeniden başladığım yere varmak. Kırdığım, kırıldığım cümleleri sen okumadan onarmak istedim. İmla hatalarıyla dolu, öznesi yüklemi birbirine karışmış öyküleri sil baştan yazmak. Sen şaşırma, üzülme, kızma, merak etme diye ben hem bil hem de bilme istedim. Bilmediğin yerlerde özlenip, bildiğin yerde olmak...

Evet, yanlış bir yerde miyim, diye sordum ben de kendi kendime. Cevabım ne söze döküldü, ne de bir göze değdi, zamana ve sessizliğe karışıp gitti. Şimdi neredesin peki, diye soruyorsan eğer buradayım, işte. Cevabım kendi içimde, yine, yeni, yeniden buradayım. Olması gerektiği gibi, olması gerektiği şekilde...



ARALIK MEKTUPLARI 10’



Görsel: Deviantart

DUVAK

4.02.2011


-Neyi tuhaf buluyorum biliyor musunuz? Kocanızın size hiç bakmamasını. Duvara bakıyor, yere bakıyor, ayakkabılarına bakıyor...

Ama ona bakmıyor. Evet, artık Kitty’ye bakmıyor. Neden diye sorulduğunda Walter için verilebilecek birçok cevabı var bunun. Ve hatta eşi Kitty için de. Oysa daha ilk karşılaşmalarında, Kitty, o aşkı arayan, mağrur, maceraperest, kendinden emin Kitty, umursamaz ve rahat halleriyle merdivenlerden inerken, bir bakış yetmişti Walter’ın ona aşık olmasına. Tek bir bakış! Bu bakışın, bu aşkın karşılığı yoktu belki ama Walter her şeye rağmen sevilebilme umudunu koymuştu ortaya. Kitty ise kendini sıkışmış hissettiği hayatından kurtulma zorunluluğunu ve mecburiyetini. Ah Walter Fane; zeki, sessiz ve sakin, sevecen ve erdemli doktor! Umut etmek yeter mi sandın bir aşkın karşılık bulmasına? Yetmezdi elbet. Ve yetmedi. Önce başka bir aşkın yanılsaması girdi aralarına. Sonraysa, öfke girdi, acı, hayal kırıklığı, zorlama, kimin haklı kimin haksız olduğunun birbirine karıştığı bir suç ve ceza. Kitty aşkı arayanken aldatan oldu bir anda. Bir umut için beklerken aldatılan Walter ise, cezalandıran. Aralarındaki en başından beri var olan ama görülmeyen mesafeye gelince; o artık uçsuz bucaksız, derin, aşılmaz bir uçurumdu.

İki uçtaydılar onlar artık. Kime verildiği belli olmayan bir cezanın çekilmesi için gidilen ücra bir kasabada, ölümcül bir kolera salgını yüzünden cehennemin yaşandığı bir cennet parçasında, birlikte ama bir o kadar da uzakta ve yalnız devam ediyordu yaşamları. Walter için hayat ağır ve acıtıcı bir sessizliğin arkasında sadece görevini yapmaktı artık. Kitty içinse geçmiş zamanların gölgesiyle şimdi’nin çaresizliğinde yaşamaya çalışmak.

Derken zaman, çevrelerindeki hayatın gerçeklerini sunmaya başladı önlerine birer birer. Kaçmaya çalıştıkça, başkalarının gözlerinde ve sözlerinde yakalandılar birbirlerine. Her seferinde yeniden başlayıp o kıldan ince köprüyü kurmaya, her seferinde aynı yol üzerinde yeniden rastlaştılar. Birbirlerine yeniden bakmaya başladıkları an, üzerlerine örtülü o duvak da kalkmaya başladı aslında. Birbirlerini yeniden keşfediyorlardı artık; sil baştan, en baştan, olduğu gibi, çırılçıplak. “Birbirimizde hiç sahip olmadığımız nitelikleri aramak hataydı” derken Kitty ve bunu kabul ederken Walter, aslında her ikisi de üzerine hiç konuşulmayan geçmişi koyuyorlardı önlerine. Şimdi’yi yaşarken anlamaya çalışıyorlardı birbirlerini. Anlamak bağışlamanın yolunu açıyordu ne de olsa bağışlamaksa şefkatin...Bu yüzden belki de ölümün beklenildiği o son anlarda bile hala birbirlerine bakıp, birbirlerinden af diliyorlardı.

Ah Kitty, sevgili güzel Kitty! Sen ki; eninde sonunda ölecek bir şey için bunca emek harcamak ne aptalca, demiştin Walter sana çiçekleri sevip sevmediğini sorduğunda. Şimdi seneler sonra oğlunla, küçük Walter’ınla birlikte bir çiçekçi dükkanındasın ve artık farkındasın yaşam denilen boyalı peçenin ardında gizlenenleri. Söylesene hangimiz bakmasını bile bilmeden görme telaşında değiliz ki?

Ve sen Walter, sen aşkı için kendini bile küçümseyen Dr.Fane. Şanslıydın ki her şeye rağmen gerçeği söyleyen bir kadın vardı yanında. Soran ve sorgulayan bir kadın. Yıkılmış bir köprünün başındayken birbirini tanıma, anlama ve anlatma çabasıyla yeni bir yolculuğa başladın. Biliyor musun, en değerli ve bir o kadar da zor olan çaba belki de “görmek” için gösterilendir. Ve bazen en büyük yolculuk iki insan arasındaki mesafedir.



*Bu yazı “Duvak/The Painted Veil” filminin ardından yazılmıştır.
**Koyu yazılan bölümler filmden alıntıdır.

BAZEN...

2.02.2011

Bazen tek bir cümlede takılıp kalıyorsun; virgüle ihtiyaç duyulmamış, noktası çoktan konmuş tek bir cümle. Her kelime çekip gidiyor yanından, her sözcük başka başka anlamlarda başka başka hayatlarda yer buluyor. Gün geceye dönüyor kaç kez, iklim değişiyor. Bildiklerin bilmediklerine yenik, sen bir orada bir burada, ne kendine ne hayata sığmayan kimlikler yaşıyorsun. İçinde birikmiş ama bir türlü kuramadığın cümleler. Hep devrik kalıyor başkalarına sığınmak.

Sonra birden; ben benim diyorsun, akıyorsun zamana. Zamanda ağır aksak yaşamaya çalışıyorsun. Hangi sen içinin sindiği, hangisi koca bir tuzak, hangi sen sana hiç olmadığı/n kadar uzak hiç düşünmeden.

Bazen tek bir cümleye takılıp kalıyor işte hayat. Tek bir gecenin sabahı bekleniyor halihazırda, tek bir dokunuş tendeki, yüzdeki tek bir gülüş, tek bir bakıştaki göz, tek bir dildeki söz...Zaman işte tam da orada donup kalıyor. Sözcüklerin kalmıyor yeni cümleler kurmaya. Suskunluğun kendi içine bile sığamıyorken ne kadar da zor duyuluyor başkalarının sözlerinde fısıldanmak.

Sonra birden; ben kimim, diyorsun soruyorsun zamana. Zamanda o kaybettiğin kendini arıyorsun. Hangisi gerçekti, hangisi sadece bir düş, hangisi yüreğinden, aklından telafisi olmayan bir düş/üş hiç anlamadan.


Bazen geçip gidiyor da her şey, sen sadece bekliyorsun. Aslında kendini, sadece kendini beklediğinin farkında olmayarak...



*İlk yayın tarihi: 16/09/09
**Görsel:
Deviantart