Pages

KARŞI PENCERE-I

31.07.2009
“Sevgili Simone;

Senden sonra artık kırmızı kırmızı değil.
Gökyüzünün mavisi de artık mavi değil.
Ağaçlar artık yeşil değil.

Senden sonra biz olmanın, özlemenin renklerini aramalıyım.
Senden sonra bizleri utangaç ve kaçak kılan acıyı bile özlüyorum.
Bekleyişleri, vazgeçişleri, şifreli mesajları özlüyorum.
Görmek istemeyenin kör dünyasında kaçamak bakışmalarımızı.
Bizi görselerdi onların utancı, nefreti, acımasızlığı olurduk.

Senden af dileme cesaretini henüz gösteremediğim için pişmanlık duyuyorum.
O yüzden artık pencerene bile bakamıyorum.
Seni hep orada görürdüm henüz adını bile bilmezken.

Senin daha iyi bir dünya düşlediğin zamanlar
Bir ağacın ağaç, mavinin gökyüzü olmasının yasaklanamayacağı bir dünya.
Bilmem bu daha iyi bir dünya mı?
Artık kimse bana Davide demiyor, Bay Veroli diyorlar.
Bunun daha iyi bir dünya olduğunu nasıl söyleyebilirim.
Senin olmadığın bir dünya için bunu nasıl söylerim."


KARŞI PENCERE/MEKTUPLAR


P.S: Böyle aşklar sadece filmlerde mi olur; zamanın, koşulların ve hatta ölümün yok etmeyi başaramadığı, kendi adını unuttuğu halde onun adını unutturmayan, acısıyla, tutkusuyla, özlemiyle, pişmanlığıyla ilk günkü gibi yaşanan, yaşatılan aşklar…

Bilemedim…

GELECEK OLANA (AŞKA) DAİR...

29.07.2009
Henüz gelmedin.

Ne yol biliyorsun ne de iz. Ajandanda işaretli tarihler arasında yerim, telefon rehberinde önceliğim yok hala. Zamanım ve kimliğim belirsiz.

Sen kendi yaşam öykünde sana biçilmiş rolünü oynamaya devam ediyorsun her zamanki gibi. Aynı yoldan işe gidip geliyorsun her gün, alışveriş yaptığın mağaza, mahalle bakkalın, faturalarını yatırdığın banka, haftasonu takıldığın alemci tayfan, haftada bir yaptığın aile ziyaretlerin aynı.

Arada bir gözlerini tüm bu dış dünyadan alıp içine çevirdiğinde, dalıp gittiğinde sessiz, birşey olacağına dair tuhaf bir ürperti duyuyorsun. Bilinmezliğin çekici ama bir o kadar da ürkütücü yanı içini yakıyor.

Silkiniyorsun hemen bu tuhaf duygudan kurtulmak için. Bir yolculuğun başında olduğunu biliyorsun. Ama yerin henüz ayrılmamış. Kalkış saati belirsiz. Adım adım yaklaşıyorsun, kıyılarında dolaşıyorsun, diğer yanı olacağın yaşamın, ortağı olacağın düşlerin...

Henüz gelmedin.

Meraklanma, bir kulağım kapıda bekliyor değilim zaten. Acelesi yok.

Senin buldum sanarak yaşadığın hayalkırıklıkların, benim beklerken büyüttüğüm sancılar geçmedi daha. Yenidir. Ve olmadığı kadar derin. Bırak iyileşsin önce yüreklerimiz, sızısı dinsin acıyan yanlarımızın, tedavi edelim kendimizi önce.

Eksik yanlarımızı tamamlayalım, fazlalıklarımızı törpüleyelim. Bizden önceki öyküleri bitirelim mesela. Son noktaları koyalım. Aramızda yeri olmasın yarım kalmış cümlelerin, tamamlanmamış hayatların, cevapsız soru işaretlerinin.

Başka öykülerden alıntılar yapmayalım, başkalarının kelimelerini sarfetmeyelim birbirimize. Sadece bizim öykümüz olsun, şu anda kağıda dökülen. Tek kahramanları senle ben olsun. “Biz” olalım...

Hazır olalım hem hayata, hem de birbirimize. Güzel bir bahar gününde, aynı kaldırımdan geçerken yanyana mesela, birbirimizi es geçmeyelim. Kaçırmayalım gözlerimizi. Başlamadan bitirmeyelim yaşanacakları.. Bizimki birbirimizi bulamadığımız, bulunca da birbirimizi vakitsizce harcadığımız kısacık bir aşk öyküsü olmasın.

Henüz gelmedin.

Geldiğinde ıslık çalmana gerek yok. Ya da kapıya şifreli vurmana. Sen vakti geldiğinde, sessizce karşıma çık yeter.

Yüreğim bilir.


*İlk yayın tarihi: 04/07/08


Görsel: Deviantart

GÖZÜMÜN GİTMELERİ

27.07.2009
Ah yaşamak...

Her biten günün, yitip giden zamanın, tek bir cümlenin, koca bir hayatın ardından kendine, kendinle, kendinde kalmak....

Gün başlarken daha aydınlıkken her yan, eteğinin yırtmacını, gömleğinin yakasını, gözünün rimelini, sakalının seyrekliğini sorguladığın aynayı gün sonunda, karanlık usulca her yanını sarıp sarmaladığında geçmişin birer yama gibi eklendiği ruhuna tutmak...Ve sormak içinin en saklı yanına, en senden uzak ses tonuyla;

Bugün hangi izi bıraktın başka başka hayatlarda, hangi izde hiç ummadığın yollara vardın...Hangi söze heba edip de bütün bir ömrünü, hangi sözünle ardında kaç kurban bıraktın... Hangi düşler kaldırıldı içinin tozlu raflarına, hangi gerçeğin acısına bir kez daha yandın...

Ah yaşamak...

Alelacele, bir çırpıda, es geçerek hep kendini, bırakıp da şimdi’nin kollarına, akıp giden zamana kanıp da umarsız, kendinde karışmak...İçinin sol yanında hiç kapanmayan boşluk, avuç içlerinde geçmiş zaman düşleri ve kulaklarında sonu gelmeyen bir fısıltıya rağmen cevabı hiç veril(e)meyen soruları yok saymak...

Sonra bir akşam vakti geçip de aynanın tam karşısına en çıplak, en yalın, en saklı halinle, en görülmedik, olmadık yanınla; taa içine çevirip de gözlerini taa içinden sormak;

Dün bitti.
Yarın belki gelir.
Peki ya bugün için,
Sahi bugün kendin için ne yaptın?


Görsel: Deviantart

ANLA/ŞIL/MAK

22.07.2009
Sen anlatırsın yazarak ya da söyleyerek...İçindeki niyet, yüklediğin anlam, aklındaki düşünce, yüreğindeki his, hepsini eklersin kelimelerine ve sonra özgür bırakırsın kurduğun tüm cümleleri. Her biri senden çıkar, sağa sola dağılır, başka bir dile eklenene kadar bir süre boşlukta asılı kalır.

Biri gelir sonra, alır havada asılı kalan cümleleri. Benzerdir ya diliniz, yakındır baktığınız göz, durduğunuz yer, yüreğinizdeki his, aynı anlamda ulaşır kelimelerin ona. Alır ve ekler sadece kendisine olduğu gibi. Gülümsersin.

Derken bir başkası gelir şöyle bir bakar durduğu yerden. Alır, evirir çevirir, ona göre fazlasını çıkartır, tamamlar eksiğini, başka gözlerden gördürüp, başka dillerden anlatır sana olanı biteni ve öyle ekler kendine senden gelenleri. Bir bakmışsın çoğalmışsın.

Sonra başka biri gelir, bambaşka bir yerden bakar havada asılı olan cümlelere. Öyle uzak, öyle farklıdır ki durduğu yer; ne niyetiniz, ne yüklediğiniz anlam, ne aklınızdaki ne yüreğinizdeki uyar birbirine. Başkadır ondaki yansıması senden çıkan cümlelerin. Kelimelerinizin rengi tamamen farklıdır. Bu yüzden işte bir anda eksiliverir cümlelerin, kararır rengi, can yakar istemeden, can acıtır...Üzülür ve şaşırırsın.

Haksızsındır. Çünkü senden çıkan kelimelerin başka türlü anlaşılabileceğini de düşünerek özen göstermen gerekir biraz da...

Haksızlardır. Çünkü havada asılı her cümlenin kendi gördükleri gibi olmayabileceğini hesaba katarak aynı özende davranmaları gerekir aslında...

Böyledir işte; kimi zaman içi boş bir cümlenin başka türlü doldurulmuş ağırlığı biner yüreğine. Acıtır da acıtır içten içe seni ve ne zaman geçer bilemezsin...


***Anlamak ve anlaşılmak ne olursa olsun, hangi koşullarda yer alırsa alsın bir yere kadar. O bir yerden sonrasıysa üzerinde bir sürü soru işaretinin, gerekli gereksiz duygunun, düşüncenin, kelimenin uçuştuğu ama tam olarak yer alamadığı, yerine konamadığı bir boşluk. Buraya kadar herşey normal aslında, her şey olması gerektiği gibi. Üstelemek sadece o boşluğun yerini derinleştirip daha fazla can acıtmaya çıkar bir noktadan sonra; hem kendininkini, hem başkalarınınkini...Ya da o boşluğu tek taraflı doldurmak, kendince kelimelerle tanımlamak kör bir nokta oluşturur sadece. Ve o kör noktaya varılmışsa eğer zaten en başından beri sağlıklı bir iletişim kurulamamıştır demek ki. O nedenle belki de “yaşamak” adına en iyisi boşlukları zamana bırakmak. Çünkü hayat bir “oyun” değil, en azından benim için, benim yaşadığım. Ben kendi adıma her zaman “gerçeği” yaşadım, yaşarım ve yaşayacağım.


*İlk yayın tarihi: 20/01/09


Görsel: Deviantart

KENDİM/L/E KONUŞMALAR-II

20.07.2009
Kaybetmenin ağırlığının fazlasıyla yaşandığı, kaybetmenin ucundan dönmenin o korkulu telaşının hem aklı hem yüreği hayli yorduğu zamanlardayım bu aralar. Hele ki bahsi geçen “insan” olduğunda, hele ki elinden almaya çalıştığın, savaştığın, anlatamadığın, anlayamadığın, söz geçiremediğin karşındaki düşman “ölüm” olduğunda...

Oysa hayat senin etrafında dönüp duruyordu sadece birkaç gün öncesine kadar. Acı çekmekten bile uzakken yaşadıkların, sen sadece kendi derdindeydin anlayamadıkların ve anlatamadıklarından yana. Zaman çok mu diye soruyordun kendi kendine, içindekilerin çözülmesine, çözülüp de erimesine zaman yok sanıyordun. Uzağı yakın ediyordun hiç yoktan yere...

Sonra, o yok saydığın zaman, ölümü çıkarıverdi karşına işte birden. Destursuz açıp da kapıyı, buyursuz sokuverdi içeriye. Bir tokat gibi patladı yüzünde, içini dışına, aklını yüreğine karıştırıp, üstüne başına bulaştırıverdi tüm karanlığı...Seninle dalga geçer gibi, yaşamaya, yaşatmaya çalıştığın hayatı sorgular gibi, bir dostunu çekip de almaya yelteniverdi aniden. Uzak yakını, yakın yüreğini, akmaz dediğin yaşlar tam da gözbebeğini, sızı içinin en el değmemiş yerini, acı gerçek anlamını buldu dilinde. Kendi kendinden utanıverdin.

Ah ölüm...Fazlasına gerek yok aslında, sözün bittiği noktadır var olduğun yer, bilirim. Hem çok yüz göz olduk seninle şimdiye kadar. Canım bildiklerimden yana çok yaktın canımı.. Yaşatmadıklarından, yaşarken bitirdiklerinden bahsetmeme hiç gerek yok öyle değil mi...Ama bu kez anladım seni, gerçekten çok iyi anladım. Sırf bu yüzden bile koca bir teşekkür borçluyum sana, doğrudur. Benden yana bir derdin varsa kapım sonuna kadar açık, buyur. Ama ne olur, bari bu sefer uzak dur sevdiklerimden...


Görsel: Deviantart

ÇAĞRI

16.07.2009
Ölüm;
Sen seçiyorsan eğer
Kapıyı çekip de hayatın üzerine
Elindeki anahtarı sonsuzluğa atmak gibi...

O anahtar olur da bulunursa
Ve açılırsa o kapı başkaları tarafından
Çekip alınırsa beden içeriye yeniden
Hayat belki de devam eder kaldığı gibi
Peki ama ya ruh
Tekrar geri döner mi dersin
Bir kere çıkıp da ilerlediği
Gitmeyi dilediği en uzak yerden...

Ah dost...
Cennetimin bahçesi
Bir kelebek kanadında
Aklın ve yüreğin yaralı şimdi,
Hiç ışık almamacasına karalı, bilirim.
Mum ışığı bile olsa elimde avucumdaki
Gün olur kendime bile yetmeyen ışığım senindir.
Ne olur bırak anahtarı ardında
Ve çağır ruhunu geri
Şimdi; bitti dediğin yerden
Yine, yeni, yeniden

Başlamak vakti...


Görsel: Deviantart

...

8.07.2009

ARADIĞINIZ KİŞİYE ŞU ANDA ULAŞILAMIYOR.
HAYAT ALANI KAPALI VEYA KAPSAMA ALANI DIŞINDA
LÜTFEN DAHA SONRA TEKRAR DENEYİNİZ...

KENDİM/L/E KONUŞMALAR-I

6.07.2009
Düş/ünce
Sararmış bir yaprak gibi
Aklının tam da orta yerinde/n
İçinde
Sus payı verilmiş zamanlar
Asılı kaldı

Bir kapı aralığındasın artık
Durduğun yer siyah beyaz
Bakılan göz, akıl ya da yürek...
Beklediğin neydi?
Ya da beklemediğin?
Düş bir şehrin
Gerçek yaşam izinde
Yaşamlar düşte
Şehirler gerçek kaldı

Şimdi yazıya geçmiş her bir söz
Bir iplik gibi teker teker sökülürken gerçeklikten
Al kendini eşikten içeriye
Kapat sonuna kadar açtığın tüm pencereleri, kapıları
Çek perdelerini zamanın
Bırak sızsın içine zehri
Yavaş yavaş
Saygısızca
Sözken yalan
Susarak boğan
Varken yok sayılanın...


Görsel: Deviantart

KİM/LİK

2.07.2009
Kimsin sen?
Hangi addan çağırmalı seni
Aynalardan hangi yüzünü toplamalı
Gidip de geldiğin yerlerden
Hiç yer edin(e)mediğin yüreklerden
Terk ettiğin ve edildiğin tüm iyi niyetlerden
Hangisini sadece sana yormalı...

Ne hayalin var?
Kaçına sahipsin, kaçında mağlup
Zamanın neresinde takılı aklın
Kaç tekbaşınalığın çoğaltırken seni uçsuz bucaksız
Hangi kalabalıklarda azalıp kaldın?
Sahi kimsin sen?
Ne kadar kendinsin
Ne kadarına bir yabancı
Avuçlarında hangi yaşamların gizleri saklı...

Gittiğim ve geldiğim yerlerden, zamanlardan bir türlü yetinemediğim, sığınıp da kendi içime kendime yetmelerimden, yaşayıp yaşayıp ölmelerimden ve her seferinde yinelemelerimden, hayatın tam da bitti dediğim yerinden kendimi yeniden bulup çıkarmalı. Ay bir sis bulutunun ardında şimdi. Güneşten çok uzak. Güneş belki de bir tuzak. Bil(e)mediğim...

Sahi kimsin sen?
Ne hayalin var?
Hangisi gerçeğin?


Görsel: Deviantart