Pages

YAZ BİTTİ

29.09.2010

yazın bittiği her yerde söylenir
söylenmeyen şeyler kalır geriye

ve sonra hiçbir şey olmamış gibi
ağır, usul bir hazırlık başlar
uykuya benzer yeni bir mevsime

orda burda, ev içlerinde, kır kahvelerinde, deniz kenarlarında
incelen yazın akşam esintilerinde
zaman usulca sıyrılır aramızdan
ta içimizde duyarız gelecek günlerin geçmişini
başka ne gelir elimizden
büyük bir uzaklığa gülümseyerek
geçiştiririz
ıskaladığımız şeyleri

yatıştırır rüzgarlar
dışavurur içimizdeki lodosu, poyrazı, günbatımlarını
saklar bizi
gözlerimizdeki hüzne “dinginlik” adını verir
“seni iyi gördüm” diyenler
biz de iyi hissederiz kendimizi
elimizden başka ne gelir ki?

köşe başları, akşamüstleri, kokular
tozar gider zamanın boşluğunda
karışır anların kuytu belleğine
belki sonraları bir gün
hatırlanır aynı kederle
yazın bittiği her yerde söylenir
söyleyenler inanır gerçekten birşeylerin bittiğine
yaz biter
eskir geceler, serin, hüzünlü
yeni mevsime hazırlık: ömrün teyel yerleri
bir yanı telaş, bir yanı ürperten yaz sonu ikindileri
çıkarır sizi dalgın derinliğinizden
yaşadığınızı duyarsınız teninizde
bir zamanlar okumuş olduğunuz kitapları özlersiniz
sıcak odaları, beyaz, temiz yastıkları
ahşap pancurları
yaz bitti
bitmeyen şeyler kaldı geride

yaz bitti
yaz bitti
yüksek sesle söylüyorum bunu kendime
her yerde söylendiği gibi
yaz bitti
yaz bitti
hiçbir şey hiçbir şey
hiçbir şey
yalnızca üşüyorum şimdi



MURATHAN MUNGAN


Görsel: Deviantart

AYIN RÖPORTAJI HEDİYESİ

27.09.2010


Blog aleminin en sevilen isimlerinden sevgili rectoa, Malın Gözü ’nde yayınladığı “Ayın Röportajı” serisinde eylül ayını bana uygun görmüş. Ne büyük bir onur ve mutluluk benim için diye daha sevinemeden bir de baktım ki yetinmeyip röportajı doğumgünüme yani bugüne denk getirmiş. Bir kez daha çok ama çok teşekkürler sevgili rectoa bu güzel doğumgünü hediyesi için...

Röportajı buyrun buradan okuyun lütfen...



Görsel: Deviantart

BOŞUNALIK...

24.09.2010

“Sese dönen her şey anlamlandırılır.”

Anlamlandırmak gerekir mi her şeyi? Bilinmez...Anlam içindedir senin çünkü. Senin verdiğin kadardır anlam. O kadar çok ya da o kadar az...

Ama seslendirdiğinde bir şeyi, söze döktüğünde yani, genellikle anlamdan uzaklaşır insan. Konuşmanın/kelimelerin kifayetsiz olduğu zamanlar vardır gerçekten. Bir türlü anlatamazsın ne olmakta olduğunu. Bazen kendine bile...Anlatmaya çalıştıkça, anlaşılır olmaktan gittikçe uzaklaşır, debelenir, debelenir ve nihayet batarsın kimi zaman. Ve vazgeçersin. Boşuna bir çaba gibi gelir sözler. Kocaman bir boşunalık duygusu kaplar yerini göğünü. Susarsın...Herkes kendi anladığı ile kalır sonuçta. Ve herkes kendi anladığını yaşar...

Hani klişe laftır ya; “Karşındakine anlatabileceklerin, onun anlayabilecekleri ile sınırlıdır” derler. Öyledir de...

Bu zorluğu yaşamış insanlar sonra içlerinde biriktirdiklerini “söz”e dökerler, ama bu kez romanlar, hikayeler ya da şiirler çıkar ortaya. Sonra sen, ben, o yani biz sanatçı olmayan diğer insanlar onları okurken “işte yaa, tam da buydu demek istediklerim” deriz ve birden anlarız ki hepimiz aynıyız aslında. Biricik ve özel sandığın tüm duygular daha önce de yaşanmış, tüketilmiş birçok insan tarafından...

O zaman bir boşluk oluşur sanki etrafında. Sakin, durgun ve tuhaf bir boşluk...henüz huzurlu değil...Ama sakin...Sakin...


BELLA


*Tam da söylediği gibi; sakin, durgun ve tuhaf ve henüz huzurlu olmayan o boşluk varken etrafımda, denk geldi sevgili BELLA’nın kelimeleri...O nedenle de ben sustum. Sustum ki; tam da şu anda beni bana anlatan BELLA konuşsun.

*Görsel:
Deviantart

RÜYA/GERÇEK

21.09.2010
Bütün bir gece rüyamda gördüm onu. Nasıl olduğunu tam olarak hatırlamasam da bütün bir rüyayı birlikte ve konuşarak geçirdik. Oysa uzun zaman önce sona ermişti herşey. Tersyüz edilmiş bir zamanın iki ayrı tarafında, nedeni sorulmamış bir sessizliğin (bilinenlerin yeterli olduğu düşünülerek belki de), kabullenilmiş iki ayrı ucunda çoktan yerimizi almıştık, biraz kendi seçimimiz, çokça da mecburiyetten. Aynı dilsizliğin kelimeleriyle takip ediyordum onu çoğu zaman, görüyordum aynı cümlelerden bahsediyorduk ama habersiz. Sessiz ve izsiz bir takipti benimkisi var olduğu halde yok sayılan, kendi gözüme bile batmayan, kimseyi rahatsız etmeyen. Sadece göz önünde değil, içimde, belleğimde, hatırladığım hatırlamadığım her şeyde silik, artık canımı yakmayan bir yaşanmışlık, bir iz olarak yerini almıştı bir süre sonra. Almalıydı. Öyle sanmıştım. Ama değilmiş.

Düşünüyorum da şimdi beni en çok şaşırtan ve üzen, hiç ummadığım bir anda zamanın ve hatta kendi belleğimin oyununa gelmek mi, yoksa bunca zamanın ardından bir rüyanın etkisiyle ilettiğim bir dileğin, sadece nezaketime teşekkür edilmesi şeklinde tek bir cümleyle geçiştirilerek (ki aslında tam olarak beklediğim nasıl bir cevaptı bunu da bilmiyorum ya) bu yaşanmışlığın, bu izin sadece bende kaldığını, benim canımı yaktığını bu şekilde anlamış olmak mı?

Öyle ya, hayat akıp gidiyor ve çoğu insan geçmişini hiç yaşanmamışcasına ardında bırakarak, çoğu zaman şimdiyi bile atlayarak, önüne bakmaya devam ediyor. Bense hala böylesine belirgin, böylesine yüzeyde izler taşıyıp, hala yakın bir tarihin içinde, ya da tarihi kendi içimde demek daha doğru sanırım, yaşıyorum. Merak ediyorum, bir geçmişe sahip ol(a)mamak, kendimi bir yere ait hissedememek mi acaba yaşadığım ve yaşayacağım benzeri anları unutmamamı sağlayan. Beni birilerine, birşeylere bağlayan bu izler aracılığıyla, o bağın hiç kopmaması adına, şimdiden kendimce bir geçmiş oluşturma çabası mı tüm bu yaptıklarım, hissettiklerim. Bilmiyorum.

Ama bildiğim bir şey var ki; zamansız dahil olduğum ve aynı şekilde dışında bırakıldığım bu tuhaf öyküde benim dışımda herkes kendi payına düşeni almış durumda. Bense bir yalanın uzantısında, sorulmamış soruların cevaplarını, cevapların bir bıçak gibi keskin, can acıtıcı yanlarını taşıyorum içimde tek başıma. Belki de bu yüzden sadece kendi kendimi kesip, kendi kendime kanıyorum.

Peki ben bunları sana niye ve neden bu şekilde anlatıyorum. Bilmiyorum deyip işin içinden çıkmak isterdim ama o an için biz bilmiyor bile olsak her şeyin mutlaka bir nedeni olduğuna inandığımdan bu soruyu es geçemiyorum ne yazık ki. Yüzünü bildiğim ama konuşamadığım birini, yüzünü bilmediğim ama konuşabildiğim birine anlatmak belki de bir şekilde rahatlatıyor beni. Bir şekilde içimdeki eksik kalan yanları tamamlıyor kendi kendine kim bilir. Neden bu şekilde kısmına gelince işte bu daha da zor galiba. Bu sefer bir ekranın başına dikip de gözlerimi, parmaklarımı klavye üzerinde dolaştırarak oradaki harfleri kullanıp yazmak ve “send” tuşuna basmak yerine, bana ait beyaz bir sayfanın üzerine arada bir kulak arkası takıp arada bir dişlediğim bir kalemle, sadece bana ait olan harflerle yazmak istedim. Yazdıklarımı başka bir ekranın başından değil de benim, parmaklarımın, kelimelerimin izi olan bir kağıda bakarak okumanı. Dokunarak hissedip yazdıklarımı, dokunarak okuyup anlamanı...

Hepsi bu...



UNUTMA MEKTUPLARI-III
EYLÜL 09’



Görsel: Deviantart

BAŞKA DİLDE AŞK/ZEYNEP'İN DİLİNDEN...

16.09.2010
Uzaktı. Gökyüzü gibi. Görebildiğin ama dokunamadığın kadar uzak. Sözün olduğu zamanlardan kalma ya tüm bu med-cezirler. Oysa ne kadar saklamaya çalışırsan çalış en iyi sen biliyordun; içindeki bütün yaraların bir adı vardı...

Yorgunum. Hem de çok...Yüreğimde ucu açık cümlelerin izleri kalmış hep. Aklımda söylendiği halde duyulmayan, duyulduğu halde anlaşılmayan, anlaşıldığı halde anlatılmayanların ağırlığı... Devrik zamanlı cümlelerde gizliymiş bildiğim tüm özneler. Ve ben bunca zamandır kelimelere yüklemişim içimdeki koskoca bir hayatı. Anlamlarına sığınıp da her birinin, yaşıyorum sanmışım. Kendimi kandırmışım. Şaşkınlığım bu yüzden...

Korkuyorum. Hem de çok...Şimdi sen o kocaman sessizliğinle dikilirken karşımda, aşk kaybolup gidiverecek ellerimden diye tüm bu telaşım. Boğulup kalıverecek her şey dilin kelimesizliğinde. Kelimesiz olmak, çıplak kalmak gibi ve her şey kirleniverecek sanki başkalarının sözlerinde, gözlerinde...Yaşanmaz, yaşatılamaz olacak, başlamadan son bulacak. Varken yok olma çabam, yokken var etme sevdam, hep bir kararsızlık sonrası, hep bir saklı zaman...Bakma cevap bekleyen gözlerinle gözlerime. Acemiliğim bu yüzden...

Biliyorum. Bir gün çekip alacağım kendimi bu eşikten, siyah beyaz zamanları ardımda bırakarak. Kendi gözlerimin rengine inanacağım önce. Kendi sözümde koyacağım noktayı, sessizliğimle öğreneceğim yeniden konuşmayı. Kendimden bakacağım içimdeki hayata. Önce kendimi yaşayacağım. Geldim bak işte, yine kapındayım. Sessiz, kırgın ama artık kararlı. Hadi yeniden al beni içeriye. Al ve susalım. Susalım ve yaşayalım sil baştan. Başka dilde, başka aşkta...Aşk’la yaşayalım.

Hala orada olduğumu biliyorum, tam orada; yüreğinde. Hala burada olduğunu bildiğin gibi, tam burada; yüreğimde... Tüm bu yaşananlara inat, gelip de yüreğine sığınmam işte bu yüzden...


ZEYNEP’İN DİLİNDEN...
BAŞKA DİLDE AŞK



*Başka Dilde Aşk/Onur'un Dilinden...

*Başka Dilde Aşk/Kamuran'ın Dilinden...

ANLAMAK!

14.09.2010
“Olacakları bilmenin tek yolu vardır; olanları anlamak! Eğer şimdiye kadar olanları gerçekten kavrayabilirsen olacaklara da kolayca vakıf olursun.”


ŞAHBAZ’IN HARİKULADE YILI 1979
MİNE SÖĞÜT



Görsel: Deviantart

GERÇEK...

13.09.2010
“Gerçek, çok ender toprağa gömülür; utanma, acı ya da kayıtsızlık perdelerinin arkasına sinmiştir sadece. Öte yandan sizin de bu perdeleri aralamayı tutkuyla istemeniz gerekir.”


YOLLARIN BAŞLANGICI
AMIN MAALOUF


Görsel: Deviantart

ÇOCUK KUŞ

7.09.2010

Bir kuştu,
Allı allı bir kuş.
Her tüyüne bir çiçek bağladılar
Uçmadı o.

Bir kuştu,
Mavili mavili bir kuş.
Her tüyüne bir boncuk bağladılar
Uçmadı o.

Bir kuştu,
Yeşilli yeşilli bir kuş.
Her tüyüne bir çocuk kordelası bağladılar
Uçtu o.


FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA


*"Umut Çocukları Okulda" kampanyamıza katılarak bir kuş da siz uçurun gökyüzüne, bir gülüş de siz olun yüzlerinde. Umutlarına ortak, düşlerine yol, geleceklerine destek olun.

**Görsel:
Deviantart

YAĞMUR VE GÜL

2.09.2010
Yağmuru sever miydi, bilmiyorum. Sormamıştım. Söylememişti. Hepsinden önemlisi paylaşmamıştık bile. Çünkü biz, o bunaltıcı yaz sıcağında eritip tüketmiştik elimizde aşk adına ne varsa. Yağmur o günlerde bizim aşkımızın sokaklarına hiç uğramamıştı. Gitmeye karar verdiği gün, içimde başlayan, coşan ve bir okyanus olan yağmuru ise hiç bilmedi. Sormadı. Söylemedim. Neden sonra, bizim oralara da uğramaya karar vermişti işte yağmur. Ama ıslanan sadece bendim...

Yağmuru sever miydi, bilmiyorum. Ama kırmızı gülü çok sevdiğini bildiğim için, kırmızı bir gül gönderdim ona yağmur yerine. Nedeni yok, benim gibi üşümesini istemedim belki de...Isındı mı, bilmiyorum. Sormadım. Söylemedi. Ve böylece; çiseleyen bir aşkın tarihi yağmura değil, tek bir kırmızı gül tanesine yenildi.

Şimdi, delicesine bir yağmur dışarda. Ve soğuk. Benim içimse, kırmızı bir gül tanesi kadar sıcak ve dingin. Islanan kim, bilmiyorum...


*Ne mutlu bana ki; seneler sonra bile her yağmur yağdığında seni hatırladığımı biliyorsun yüreğimde koca bir tebessümle. Ve her kırmızı gül tanesi gördüğünde beni hatırladığını bildiğim gibi aynı şekilde...

Her daim sevgimle...


**İlk yayın tarihi: 11/10/08
***Görsel:
Deviantart