Pages

DAVETLİSİNİZ!

30.04.2010
1 Mayıs Cumartesi günü saat 14:00 de Nisan ayında doğan çocuklarımızın doğumgününü kutlamak amacıyla Küçükyalı Çocuk Yurdu’nda bir buluşma düzenleniyor. Sevgili Sema Çürük sayesinde haberdar olduğum ve sevgili Mutfaktaki Cadı’nın 2.kez düzenlediğini öğrendiğim bu buluşmaya katılmak isteyen herkes davetli...

Adres: Çocuk Esirgeme Kurumu Küçükyalı Çocuk Yurdu
Mektep Cad. No:17 Küçükyalı/İstanbul
Tel: 0216 4178213


*Konuyla ilgili buradan ve buradan ayrıntılı bilgi alabilirsiniz.
**Görsel buradan alınmıştır.


BUGÜN DÜNYA DİLEK GÜNÜ

29.04.2010
Bugün Dünya Dilek Günü. Make-A-Wish Uluslararası Vakfı tarafından 35 ülkede aynı anda ve ilk kez yapılacak olan Dünya Dilek Günü’nde, 3-18 yaş arasındaki hayati tehlike taşıyan hastalıklarla mücadele eden çocukların dilek gerçekleştirme organizasyonları düzenlenecek. Vakfın Türkiye’deki temsilcisi olan Bir Dilek Tut Derneği de Türkiye’nin yedi farklı bölgesindeki şehirlerde, aynı gün içinde çocukların dileklerinin gerçekleştirileceği değişik etkinliklerde bulunacak.

Bugün Dünya Dilek Günü. Son dönemlerde isimleri gazete manşetlerinden düşmeyen, televizyon ekranlarından sürekli tekrar edilen, her gün aralarına yenileri eklenen ve daha kim bilir kaç tanesinin görülmediği, bilinmediği, duyulduğu halde ses edilmediği, saklandığı olayların kurbanı, cinsel taciz ve tecavüz mağduru çocuklarımızı düşündüm bir an. Evet bedenleri zarar görmüş olsa da hayati tehlike taşıyan bir hastalıkları yok belki diğer çocuklarımız gibi. Ama ya ruhları? Ruhları öyle çok zarar gördü ve hala görüyor ki işte asıl hayati tehlike de burada değil mi zaten?

Bir dilek hakkı da onlara verseydik bugün eğer, merak ettim acaba onlar ne dilerlerdi?


Görsel: Deviantart

GÜN/ALTI

27.04.2010
Bugün bir kez daha anladım ki; nerede ne yapıyor olursak olalım, kısa bir süreliğine bile olsa kendimizi içimizdeki hayattan soyutlayıp, aklımızın ve yüreğimizin izlerinden bağımsız olamıyoruz. O izler geçmiş zaman kipleriyle dolu hep, dünümüzde, bugünümüzde ve hatta geleceğimizde, yanımızdan hiç ayrılmamacasına birer gölge gibi her an peşimizde. Görünmeyen bir iplikle bağlıyor bizi hayata ve en başta yine kendimize...

Öyle ki; sen kendini ne kadar dışında, dışarıda saysan da o an için, sana söylenmediği halde kulak misafiri olduğun tek bir cümle, uzaklardan duyulup da kulaklarından içine doğru sinsice yol alan bir şarkı sözü, yanından geçip giden herhangi birinin gözlerine öylesine bırakıverdiği tek bir bakış bile yetiyor gölgenin saklandığı yerden çıkıp da, bir bedene bürünüp oturuvermesine yanıbaşına; hep oradaymışcasına, zaten hiç gitmemiş gibi...

Bugün bir kez daha anladım ki bu aynı anda hem bir lütuf hem de bir lanet aslında. O izler olmadan yaşayamadığımız gibi, o izlerle de yaşamayı beceremiyoruz bir türlü, elimize yüzümüze bulaştırıyoruz ne var ne yoksa herşeyi. Ne yazık ki bu lütfu paylaşıp çoğaltmaktan ziyade, biz daha çok lanet kısmında takılıp eksilerek ve eksilterek yaşıyoruz hayatı, en çok da kendimizi...


Görsel: Deviantart

ENGİN YÖRÜKOĞLU'NA...

24.04.2010
En deli dolu dönemlerimde tanımıştım seni. Aklımın başında olmadığı, ayağımın yere basmadığı, yönümü bulamadığım için çoğu zaman yanlış yollara saptığım zamanlar. En çok bu yüzden tartışırdık ya zaten, en çok bu yüzdendi aramızdaki bütün inatlaşmalar. Oysa bilirdim bütün sert çıkmalarının, kimi zaman ağır gelen sözlerinin nedenini içten içe. Bilirdim beni sevdiğini, bana verdiğin değeri. Sadece bir patron olarak iş vermemiştin sen bana, evsiz kaldığım zamanlarda evini açmıştın, yalnız hissettiğim anlarda bir abi hatta bir baba gibi yüreğini. Kendi babama yapamadığım şımarıklığı, çocukluğu yapmıştım sana her seferinde. Ve ne acı bir tesadüf ki seni bir çocuk bayramında kaybettim.

Türkiye en iyi sanatçılarından, davulcularından birini, Moğollar can yoldaşını kaybetti dün sabah. Bense beni ben yapan değerlerden birini, geçmişimin önemli bir sayfasını, abimi ve hatta bir anlamda babamı. Şimdiyse bende kalan, uzun zamandır yüzünü görmeyen gözümün, sesini duymayan kulağımın, telefona bir türlü varmayan elimin, verdiğim önemi söze dökemeyen dilimin, değerini bilemeyen yüreğimin vicdanı...

Artık çok geç olduğunu bilsem de, bir umut ya işte belki oralardan duyarsın sesimi. Bana kattıkların, varlığın, yaşadığın ve yaşattıkların için sağol Yörükoğlu. Çok ama çok teşekkür ederim.

Görsel: Buradan alınmıştır.

BU BLOG BUGÜN BARIŞCAN'IN!

23.04.2010

Benim adım Barışcan, 11yaşındayım.Mimar Sinan Özel İlköğretim okulunda okuyorum. En çok yapmaktan hoşlandığım şeyler dışarıya çıkmak ve bilgisayar oynamaktır. Ben 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını çok seviyorum. Bu bayramı yaşadıkça Atatürk’ü hatırlıyorum. Bu güzel bayram için ATATÜRK’e minnettarız...
23 NİSAN
23 Nisan...
Yurdu koruyan,
Yarını kuran,
Sen çocuğum.
Eskiyi unut,
Yeni yolu tut,
Türklüğe umut,
Sen ol çocuğum.
Bizi kurtaran,
Öndere inan,
Sözünü tutan,
Sen ol çocuğum.
Küçüksün bugün,
Yarın büyürsün,
Her işte üstün
Sen ol çocuğum,
Çalışıp öğren,
Her şeyi bilen
Yurduna güven
Sen ol çocuğum.
HASAN ALİ YÜCEL
Blog adresimden bana ulaşabilirsiniz.http://harryhayranbarscandanalhaber.blogspot.com

23 NİSAN'DA BU BLOG ÇOCUKLARIN!

22.04.2010
Tohum Otizm Vakfı ve Unicef'inde desteklediği "23 Nisan'da Tüm Bloglar Çocukların!" projesine katılanlar 23 Nisan'da bloglarını çocuklara bırakıyorlar.

Nisan, Dünya Otizm Farkındalık Ayı, bu projeyle beraber Tohum Otizm Vakfı'ndaki çocuklar da seslerini bloglar aracılığıyla duyuracaklar.

Her blogda çocuk sesi duymak istemez misiniz?
Dilerseniz yakınınızdaki bir çocukla dilerseniz Tohum Otizm Vakfı'ndaki çocuklardan biriyle veya birkaçıyla paylaşabilirsiniz blogunuzu.

Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için lütfen buraya göz atınız.

ARADAKİ FARK???

21.04.2010

Tekirdağ’ın Çorlu ilçesi. 25 yaşındaki İzzat Sapil ilişki yaşadığı sevgilisinden hamile kalıyor ve bir süre sonra sevgilisi askere gidiyor. 9 ay boyunca hamileliğini ailesinden gizlemeyi başaran genç kadın sancıları tutunca durumu ailesine anlatmak zorunda kalıyor. Aile doğum için Çorlu Devlet Hastanesi’nde görevli Kadın Doğum Uzmanı İpek Kadıoğlu’nun özel muayenehanesine gidiyor. Doktorla belli bir miktar para üzerinden anlaşma sağlanarak 14 Nisan’da bebeğin kayıtlara geçirilmeden doğması sağlanıyor. Aslen Kars Sarıkamışlı olan Sapil ailesi namus meselesi olarak gördükleri bu olayı 2 günlük kız bebeği boğarak öldürüp, evin bahçesine gömerek ve üzerine beton dökerek çözüyorlar. 2 günlük kız bebek ölüyor ve namus temizleniyor. Tüm bu olaylar, kimliğini vermeyen bir kişinin telefonla yaptığı ihbar sonucunda ortaya çıkıyor. Şu anda anne ve anneanne ile para karşılığı kayıtsız doğum yaptıran doktor hapiste. Vücudu betonla kaplı 2 günlük kız bebeğin cesedi ise otopsi için adli tıpta.

***

Çanakkale’nin Yenice ilçesine bağlı Bayatlar Köyü. Daha yeni doğum yapmış ve 7 yavrusu olan av köpeği Barak, sahibi emekli orman işçisi Mustafa Doğru ile ormana gezmeye gidiyor. Bir süre sonra Barak, kendi gibi yeni doğum yapmış bir domuzu kovalamaya başlıyor. Ağzında kendi yavrusunu taşıyan domuz, kovalamacadan sonra yavrusunu bırakarak kaçıyor. Mustafa Doğru ise ormanda tek başına bırakırsa öleceğini düşündüğü yavru domuzu alıp evine götürüyor. Bir süre sonra domuz yavrusunu köpeği Barak’ın diğer yavrularının yanına koyarak ne olacağına bakıyor. Barak domuz yavrusunu kendi yavrularından ayırmayıp onu da emzirerek, koklayıp sevmeye başlıyor. Şu anda başta Barak’ın sahibi Mustafa Doğru olmak üzere olaya şahit olan herkes şaşkınlık içinde. Domuz yavrusu ise bir anne köpeğin himayesinde gayet emin ellerde.

***

Biri, bir insan; kendi canından kanından olan bir bebeği, namusunu temizlemek bahanesiyle gözünü kırpmadan öldürebilecek kadar insan hem de. Diğeri ise bir hayvan; kendi cinsinden olmadığı gibi normal şartlarda doğası gereği öldürmesi gerektiği bir diğer hayvana sütünü verip annelik yaparak yaşamasını sağlayan bir hayvan. Aradaki fark mı, benim söylemeye dilim varmıyor. Ya sizin?


*Haberlere buradan ve buradan ulaşabilirsiniz.
**Görsel:
Buradan alınmıştır.

MASAL YAZDIRMAYA DEVAM EDELİM Mİ?

19.04.2010
Doğrudur Nisan'da doğduğum.
Doğmak için bahardan güzel mevsim var mı?
Uyandırmak hayatı
Çiçekle, böcekle günü selamlamak
Alkım renkli bir dünyayı yalın ayak arşınlamak
Gökyüzünü yıldız yıldız aydınlatmak
Nisan!
Biraz umut, biraz sevgi, biraz insan...

Tam 1 yıl olmuş ben doğalı
O günlerdeki heyecanınızı biliyorum
Coşkuyla el ele vermiş yüreklerinizi anımsıyorum.
Şimdi yaşamak ve ayakta kalmak için yine sizlerin desteğinizi istiyorum.
HER ÇOCUĞUN BİR MASALI OLMALI KÜTÜPHANESİ'siyim ben.

Şimdi sizlerden çocuk ve ergenler için roman, hikaye, çizgi roman türünde kitaplar göndermenizi istiyorum.
Ansiklopedimiz çok var. Hatta bazılarından ikişer, üçer olduğu için dağ köylerine yolladık.
Düşünüp bize armağan yollayan herkese sevgilerimizi iletiyoruz.


Yeniden bize armağan yollamak isteyenler için adres:

HER ÇOCUĞUN BİR MASALI OLMALI KÜTÜPHANESİ
Yeşilovacık Belediyesi
Yeşilovacık - Mersin


Bu 23 Nisan'da da çocuk gülücüklerine karışabilmek umuduyla...

1MK Adına
A. Şebnem Soysal - Erkan Bal









İSİM/SİZ

17.04.2010
Bir telefon ahizesine saplanıp kalmış gibiyim. Sesimin erişemediği, elimin yetişemediği mesafeler dokuyorum. Bütün sözler tuzak, bütün yollar el kapısı. Salsam seni tam yüreğimin orta yerinden şimdi, ellerimle süsleyip püslesem, adını fısıldasam kulağına varıp da gidebilir misin?

Hiç görmediğim gözlerin yalancısıyım ben aslında. İsimsiz kahramanlar gibi. Meydan okumaya çalıştıkça boyun eğiyorum. Bavulumu almadan adressiz bir yolculuğa çıkmış gibiyim. Adımın geçtiği yerlere adım atamamak benimkisi...

Oysa kaç kez yoktan var ettim seni biliyor musun? Ufacık bir anın üzerine neleri kondurup da sil baştan yarattım seni. Olmadık zamanlara adını koyup, ismini yineledim. Bir gülüşü üstüme alındım mesela. Bir bakışı bana sandım. Kaçırılan bir göze niyetlendim. Bir söze kısmet dedim. Günahı oldum tek bir iç çekişle, pek çok kişinin. Bilmeden çok kişinin günahına girdim. Gelmesen de, yanlış bilsem de var dedim. Ol istedim. Kavganı verdim. Vazgeçmedim.

Şimdi yine yüreğimin tutanakları bir bir ortaya serilmekte. İnanıp inanmamanın önemsiz kaldığı, senelerdir yüzünü görmediğim kayıp bir ruhun peşindeyim. Bir masanın başında, var denilen, yok bilinen bir ruhu çağırıyorum tek başıma;

"Ey aşk...Geldiysen eğer kulağıma fısılda..."


*İlk yayın tarihi: 08/09/08
**Görsel: Deviantart

NİSAN

14.04.2010

Nisan ayında iyimserlik, tıpkı yeryüzünün çekirdeğine yakın yaşayan ve dünya yıkılsa ölmeyecek olan kalın kabuklu böcekler gibi toprağın yedi kat dibinden çıkar ve göğün yedi kat üstüne tırmanır. Tam her şey bitti derken yeniden yaşama dönen bir hasta gibi...hayat yeniden bir şeylere kanar...ölümsüzlük hevesine kapılır...bir kabustan uyanır...gözleri bir daha hiç kapanmayacak sanır...aldanır.



ŞAHBAZ'IN HARİKULADE YILI 1979
MİNE SÖĞÜT


Görsel: Deviantart

EMEK SİNEMASI ANILARDA KALMASIN!

9.04.2010
Öğrenciydim daha. Bir yandan 3. sınıfta okurken bir yandan da okulda, Marmara İletişim Haber Ajansı’nda muhabir olarak çalışıyordum. Bir gün hocalarımızdan biri, özel bir kanalın 17. Uluslararası İstanbul Film Festivali’ni dışardan takip edecek bir muhabire ihtiyacı olduğunu söyledi. Ve kendilerine beni önerdiğini, eğer kabul edersem hemen başlamam gerektiğini ekledi. Elbetteki hiç düşünmeden kabul ettim bu teklifi.

Elimde basın kartım dersleri bile ekip, bütün zamanımı festivale göre ayarlayıp, günde 3-4 filme gittiğimi hatırlıyorum. Fazla film seyretmekten beynim dönmüş bir şekilde kendimi bir sinemadan diğerine atmalar, matineleri kaçırmamak için zamanla yarışmalar, bulduğum boşluklara denk getirdiğim röportajlar, film aralarında yetiştirmeye çalıştığım haberler...İşte bu bol filmli, haberli, hareketli dönemde en çok Emek Sineması’nda geçmişti günlerim. Emek Sineması bu festivalin evsahibi sayılırdı ne de olsa. Ve ben de oranın bir konuğu olmaktan çok ama çok keyifliydim. Tüm bunların üzerine ilk defa televizyonda özel bir kanalın haberlerinde, muhabir olarak adımın geçmesi ve kanalın yaptığım haberleri çok beğenmesi de cabası...

O sene “Yaşam Boyu Başarı Ödülü”nü Francesco Rossi ile birlikte alan Istvan Zsabo’nun filmiyle açılmıştı festival. Ve ben de Emek Sineması’nda, en önde yerimi almıştım hemen. O seneye dair hatırladıklarım arasında Zeki Demirkubuz’un Masumiyet’le Ulusal Yarışma Bölümü’nde N.F. Eczacıbaşı Vakfı Yılın En İyi Türk Filmi ve Ferzan Özpetek’in Hamam filmiyle En İyi Yönetmen Ödülü’nü almış olması var. Nuri Bilge Ceylan ise 3 ödülle damgasını vurmuştu festivale; Kasaba filmiyle Jüri Özel Ödülü, Fipresci Ödülleri Ulusal Yarışma/Onat Kutlar Ödülü ve Efes Pilsen En İyi Yönetmen Ödülü. Uluslararası Yarışma Bölümü’nde Altın Lale Ödülü ise İran’a; Jafar Panahi’nin Ayna filmine gitmişti. Sinema Onur Ödülleri’nin verildiği isimlerse; yönetmen Bertrand Blier, oyuncu Muhterem Nur, yönetmen Faruk Kenç ve görüntü yönetmeni İlhan Arakan olmuştu.

Bu geçmiş yolculuğunda en sık gittiğim duraklardan biriydi Emek Sineması. Ki sonrasında da 1958 yılında Emekli Sandığı’nın mülkiyetine geçerek almış olduğu adından mı, tarihi ve kültürel bir miras şeklinde taşıdığı yapısından mı, insanın kendisini bir filmin içindeymişcesine hissettiği atmosferinden mi, o koca salonun her yerine sinmiş anılardan mı bilinmez, her zaman için de özel ve önemli kaldı benim için. Ta ki kapanana kadar. Üstelik neredeyse adıyla özdeşleşmiş olan 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin açılışını bile yapamadan, bu festivale kapılarını bir kez olsun açamadan...

Evet Emek Sineması bir süredir kapalı. Emek Sineması filmsiz, Emek Sineması seyircisiz, Emek Sineması sessiz, Emek Sineması sahipsiz kaldı. “Yenilenme” adı altında yıkılacağına ve yerine üst katında sinema salonu da içeren bir alışveriş merkezi yapılacağına dair söylemler var. Binanın şimdiye kadar pek çok alışveriş merkezi yapmış olan bir şirkete kiralanmış olması ve şirketin bu konuda kamuoyuna hala net bir açıklama yapmaması da bu olasılığı güçlendiriyor.

Düşünüyorum da; 1924’ten beri var Emek Sineması. Neredeyse Cumhuriyet’le yaşıt olan bir sinema burası. Yeşilçam Sokağı’nın tarihi dokusuyla olmazsa olmazı. Beyoğlu’nun vazgeçilmez adı, tadı. Şimdi ona, hele böylesi bir zamanda sessiz kalmak, boş olmak hiç yakışmıyor. 2010 Kültür Başkenti olan İstanbul’a yeni yeni salonlar, sinemalar eklenmesi gerekirken var olanları kapatmanın, bu duruma sessiz kalmanın, Emek’imize sahip çıkmamanın bize yakışmadığı gibi...

*Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi ve bir imza için lütfen bu linke bir göz atın.

İĞNE DELİĞİNDE ZAMAN

7.04.2010
Sorularım mı çoğaldı bu aralar, kendime mi cevapsız kaldım bilmiyorum. İğne deliğinden geçiyormuş gibi zaman ağır aksak, ve ben pür dikkat dikmişim gözlerimi, anlamaya çalışıyorum kopmasın diye kendimle bağım. Oysa o kadar çok kaybediyorum ki şu sıralar seni; nerede, ne zaman, nasıl bıraktığımı bilmeden, anlamadan hatta, kendime bile fazla gelen bir sessizlikte, denemekten vazgeçmediğim ama sonunu da asla getiremediğim yolların üzerinden sorgusuz sualsiz geçip gidiyorum.

Keşke burada olsaydın şimdi...Olsaydın da zaman tam geçerken o iğne deliğinden kopuverseydi ve kalıverseydik hep aynı anda, hiç bitmeden, hiç durup dinlenmeden, sadece birbirimizin gözlerinde birbirimize baksaydık...

Yalnızlığım mı ağır geldi bu aralar, kendime mi yetmez oldum bilmiyorum. Sus pus oturup kalmışım yaşamın kıyısında bir yerlerde, elimde eskilerden kalma bir fotoğraf. Küçük küçük ölümler birikmiş belleğimde, yüreğimde üzeri kapanmamış geçmiş zaman çukurları...Tek başına yaşamalı aslında bu gömü törenlerini, yasını tekbaşına tutmalı, kendi asık suratını aynalarda kendinden bile saklamalı, sakınmalı insan biliyorum. Meğer hayat, dudağının kenarındaki küçücük bir gülümsemeymiş, bir zamanlar görmezden geldiğim, ve şimdi ben elimdeki yarısı kesilmiş bir fotoğrafta, bu bir tek gülüşün kaybettiğim sahibini arıyorum.

Şimdilerde bu yarım yamalak kelimelerin arasında kendimi yaralasa da sözlerim, yaşamak değil aslında benimkisi, sadece kendimle savaş; ne yengi var ucunda ne de yenilgi...Ama ben her seferinde daha çok gömmek için geçmişe kendimi, gözlerimi sımsıkı kapıyorum senin olmadığın şimdiye. Nefesimin tükendiği anda yine sen geliyorsun aklıma, haberin olmayan itiraflara dökülüyor dilim, sana dair ne varsa yeniden başlıyorum anlatmaya. Seni düşünüyorum hayatın içinde, sonra seni ve içindeki hayatı. Bir umut ya işte, yakalarım belki diye kollamaya başlıyorum tekrar iğne deliğinden geçen zamanı. Derken, açıyorum gözlerimi yeniden. Açıyorum ve bakıyorum. Çünkü sen hayatsın biliyorum....


*İlk yayın tarihi: 28/08/08
*Görsel: Deviantart

KAPILAR

5.04.2010
Açılamayacak kapı yok
Düzeltilemeyecek yanlış
Söylenemeyecek şarkı yok
Ne ulaşılamaz amaçlar var
Ne kurtarılamaz ruhlar
Tartışılamaz gerçekler yok

diye söylüyor Ozzy Osbourne bir yanda. Diğer yanda ben, şimdiye kadar kimbilir kaç kapıyı açabilme cesaretini gösterdi yüreklerimiz, açıp da içeriye girebilmeyi, diye düşünüyorum eşiğine kadar gelmiş olduğum bir kapının hemen yanıbaşında. Kimbilir kaçının yanından sessiz sedasız uzaklaşıp gidiverdik içimizde hep bir neye niyet neye kısmet halleri. Yüzümüze kapananları, bizim vurup çıktıklarımızı, zile basıp da evde bulamadıklarımızı ve belki bir ümit diye aralık bırakılanları saymıyorum bile... Kimbilir belki kapıyı vurup kaçma cüretini bile göstermişizdir, hatırlanmayan bir tarihin, bilinmeyen bir saatinde...

Ama her zaman için bir yerlerde açılan ve kapanan kapılar olduğunu bildik. Ve daha nice kapıların açılıp kapanacağını da... Bu yüzden ya biraz da bu umarsızlığımız. Çünkü siyah bile olsa kabul, renksiz bir hayat değil yaşamak istediğimiz. O yüzden siyaha bile razıyız...Üstelik biliyorken içten içe, aynı bir yazarın dillendirdiği gibi; “Kapılar kapanmak içindir, isteyen çıkıp gitsin diye...”Neyse ne diyorduk devam ediyor Ozzy Osbourne şarkısına ve ben de seni düşünmeye...
Gece bitip, gün başladığında
İstemem çok şey
Bir seni isterim
Yalnız seni...

Görsel: Deviantart

YÜREKTEN...

3.04.2010

yürekten bakıp da
yürekten görüyorsan eğer
yeterlidir.
ve yürekten verilenler
her zaman için
en önemlisi
en özeli
ve en değerlisidir.


Sevgili Haykırış Abim
çok ama çok teşekkürler...

ŞAKA

2.04.2010
Dünden sonra oturmuş düşünüyorsun.
Kimler davullarla zurnalarla karşılandı bu ülkede.
Hala da karşılanıyor.
Başıboş dolaşıyor, el üstünde tutuluyor.
Sense sadece hakkını korumak istiyorsun.
Ekmeğini kazanırken emeğinin karşılığını almak.
Ama copa, biber gazına layık görülüyorsun.
Ah be işçim yanılıyorsun.
Tarihlerden haberin yok mu?
1 nisandı dün.
Şakaydı yani hepsi.
Geçti gitti
(mi?)



*Görsel: Buradan alınmıştır.