Pages

SENİN DAĞINIKLIĞINI SEVMEK

31.08.2009
Bugünlerde çok yoğun çalıştığından bahsediyorsun, sen konuşurken ellerin bir yandan ortalığı düzeltmeye çalışıyor alelacele...Bırak kalsın diyorum sana, içimden aslında evinin bu dağınık halini sevdiğimi geçiriyorum, kitaplığından taşıp duvar diplerinde kendine yer bulmuş olan kim bilir senin tarafından kaç kez okunmuş, satırları çizilmiş, belleğinde ya hepsi ya da sadece tek bir kelimesi yer etmiş kitaplarına, sağa sola bıraktığın üzerine belli belirsiz kokunun sindiği kıyafetlerine, dinlerken sadece kendinin duyabileceği bir sesle eşlik ettiğin cd’lerine, benim gözümün görebildiği, senin ellerinin değdiği her yere bakarken...Senin bu dağınıklığını seviyorum ben aslında diye düşünüyorum. Senden bir parça, sana dair her parça sağa sola, her yere dağılmışken, her yerde gözlerimin sana çarpmasını, seni bulmasını seviyorum.

Aklının dağınıklığını seviyorum mesela. O tatlı unutkanlıklarını, yanlış zamanlamalarını, kimi zaman bana kimi zaman kendine geç kalmalarını. Ellerinin dağınıklığını seviyorum; nereye koyacağını bilemediğin ellerinin, o çocuk telaşında sağa sola değip, her dokunduğu yerde senden bir iz bırakmasını. Gözlerinin dağınıklığı seviyorum sonra. Geçmişten bir parça hüzün, şimdiden belirsizlik ve geleceğe dair umut taşıyan gözlerinin bazen bana yakın, bazen çok uzaklarda olmasını. Yüreğinin dağınıklığını seviyorum, yaşadığın o umarsızlığı, o kırılganlığını, sonra tek bir sözle, tek bir sözde yeniden başlamalarını. Saçlarının dağınıklığını seviyorum, o küçücük yüzünün her yanına bulaşmış ışık parçaları gibi gözlerimi kamaştırmasını ve parmaklarımın arasında kaybolmalarını...

Senin bu dağınık hallerini seviyorum ben aslında biliyor musun...Evinin dağınıklığını, aklının dağınıklığını, saçlarının dağınıklığını, ellerinin, gözlerinin, yüreğinin sonra...senin bu dağınıklığını seviyorum en çok. Sonra o en masum, en utangaç hallerinle bana, sadece bana olan toplanmalarını...

*İlk yayın tarihi: 11/08/08


Görsel: Deviantart

GÜN/ÜÇ

28.08.2009
Uzak ve kırgın bir zamandan geliyordu sesi
Sakin, yalın ve dipsiz...
O konuşuyordu bense dinliyordum sadece
Uzundu sustuğum zamanlar
Ve çok olmuştu dinlemekten vazgeçeli
Bir koridor boyunca yürüyüp gidiyordu yalnızlığım
Dar, karanlık ve kapısız...

Gittiği yerden bahsetti önce,
Döndüğü zamanları resmetti...

Uzak ve kırgın bir zamandan geliyordu sesi
Kendi sesime benzettim kelimelerini
Kapayıp da gözlerimi derin derin dinledim.

“Boşluğa bir nota gönder benim için...”dedi.

Gönderdim...


Görsel: Deviantart

ANNEME...

27.08.2009
Yürekle aklın çatıştığı
Sözün yalanla yarıştığı
Gerçekle düşün karıştığı
Zamanlardayız artık...

Koca bir ömrün kırılganlığı üzerinde. Yüzündeki koca tebessüm saklamaya çalışsada hüznünü böyle olsun istemezdin aslında biliyorum. Ama sen var olana karşı çıkarak yüreğinle, en doğru sözlerinle, düşlerinde yaşamaya devam ediyorsun. Ve düşlerinden vazgeçme sakın diyorsun bana. Yaşadığım her kırgınlığı ne kadar saklamak istesem de faydasız, annesin ya yüreğinden, yüreğimden anlıyorsun...

Kendin için değil sadece benim için yaşadığın koca bir dönem var hayatında. Ömrünün 31 yılında izim var. Ömrünün 31 yılında sadece benim ömrüm var. Bunun için bile bir ömür vermeye değer sana.

İyi ki doğdun annem...
Ne mutlu bana.
Varsın.
Yanımdasın.

***Bir yanda yaşanmış ve hala yaşanılıyor olan koca bir hayat, diğer yanda da yaşamaya yeni başlayan yepyeni bir hayat...Burcu'mun ve dolayısıyla benim de yeğenim olan mutlulukla beklediğimiz minik meleğimize de HOŞ GELDİN diyorum...Ve sağlıklı, keyifli, mutlu, huzurlu, düş gibi ama gerçek bir hayat diliyorum. HOŞ GELDİN DEFNE BEBEK...

DÖNMEK...

25.08.2009
Döndüm...

Yorgun, yılgın ve kırgındım giderken. Peşimsıra sürüklediğim, peşinden sürüklendiğim ne var ne yok herşeyi ardımda bırakarak döndüm. Denize anlattım, gökyüzüne savurdum, toprağa gömdüm içimdekileri. Çoktan bitmiş öykülerin sonlarına noktaları koyarak, yeni sayfalara yeni öyküler yazmaya başlayarak döndüm.

Kendimi gördüm sil baştan, hatalarımı, tutarsızlıklarımı, ne istediğimi, nelerden vazgeçtiğimi, nelere “dur artık” demem gerektiğini. Eski, tozlanmış, kirlenmiş, kullanım süresi çoktan tükenmiş kelimeleri fırlatıp attım bir kenara. Yeniden başlamak niyetiyle, yepyeni kelimelerle konuşmak hevesiyle döndüm. Geçmişe dair kendimi affederek ve eğer gerekliyse affedilmeyi dileyerek...

Artık varlığından şüphe duyduğum içtenliğin, doğruluğun, dürüstlüğün, samimiyetin hala var olduğunu bizzat yaşayarak döndüm. Karşılıksız, koşulsuz şartsız güvenmenin ne demek olduğunu yeniden hatırlayarak, “şimdi”nin güzelliğini uzun zamandan sonra yeniden yaşayarak, hala koca yürekli insanların var olduğuna sevinçle bir kez daha şaşırarak döndüm.

Yine, yeni, yeniden bir nefes için demiştim. Aklım ve yüreğimin bir kısmı orada kalmış olsa da, şimdi çok daha fazlasıyla, kendimle, aşkla, dostlukla, koca bir hayatla döndüm.


Görsel: Deviantart

KISA BİR MOLA

13.08.2009
Sen bırakıyorsun da bazen ipin ucunu; dünü, bugünü, yarını karıştırıp da birbirine çözülmez yumaklar gibi, bir orada bir burada, bir içinde, bir dışında, bir kalabalık, bir tek başına yaşayıp gidiyorsun. Tutmadı mı aklın, uymadı mı yüreğin sana, hayat arada bir çekiverdiğinde ellerini senden, huyuna gitmediğinde, olmadık bir anda acıtıverdiğinde canını, yakınken uzak uzakken yalnız kaldığında, sen de sırtını dönüveriyorsun hemen kendine, hayata, zamana... Tüm varlığına inat, yok sayıyorsun.

Ama zaman, o hiç sonu gelmeyen (sen ne çabuk ve ne çok tükendin oysa), silinmeyen (içinde bıraktığı hangi kesiklerden bahsetmeli), yetişilmeyen (bir düşün bakalım seni bekleyen ne/kim kaldı ki) zaman, ne yaparsan yap bırakmıyor peşini. Arada bir kaybettirse de kendini, varlığını hissettirmese de bazen sana, nefesi içinin odalarında dolaşıp duruyor sinsice.Ya ayaklarının ucunda, sessiz sedasız giriveriyor aklına, ya da hiç hesapta yokken, destursuz açıp da kapıyı dalıveriyor yüreğinden içeri...Bugünlerde yaptığı gibi...

Uykuyla uyanıklık, düşle gerçek, hayatla ölüm arasında...
İncecik bir çizginin tam da kopma noktasında...
Akıl kör, yürek sağır, ben dilsiz...
Çekip alıyorum kendimi içeriye
Ve usulca kapatıyorum kapıyı.
Bir süre kendimdeyim.
Bir süre kendimleyim.
Yine, yeni, yeniden bir nefes için
Kısa bir mola vakti...


*İlk yayın tarihi: 01/08/08


Görsel: Deviantart

BİR MASAL YAZDIRMAK...

10.08.2009
Geçti oturdu karşıma davetsizce. Küçücük gözlerinde kocaman sorular vardı. Kimbilir yüreğinde hangi kara bulutlar...Sonra aniden sizin oralarda gökyüzü mavi mi hep, diye sordu bana. Çocuklar mutlu mu; oynuyorlar mı sokak aralarında? Kitap sayfalarında hayaller kuruyorlar mı? Gidecek okulları var mı, defterleri, kalemleri, renkli boyaları? İstedikleri zaman şeker yiyip, balonlarını korkusuzca gökyüzüne bırakabiliyorlar mı? Sizin oralar çok mu uzak bizlerden? Sizin oralardaki çocuklar bizlerden çok mu farklı?

Daha soracaktı belki ama benim sessizliğim suskunluğu oldu, eğdi başını. Hem sorsa da ben cevapsızdım zaten. Ona değil, ondan önce kendime. Neden sonra bana bir masal anlat, dedi aniden gözlerini yeniden dikip gözlerime. Masalın içinde uzak diye bir yer olmasın. Gökkuşağı olsun mesela, çocuklar olsun sonra her biri mutlu, rengarenk. Şekerleri, balonları, kalemleri, kitapları, sayısız hayalleri, oyunları olsun. Barış olsun içinde, umut olsun. Bana anlatabileceğin böyle bir masalın var mı?

Benim masallarım var elbet dedim ama eskilerde, çok eskilerde kaldı. Şimdi yeni masallar anlatmak, yazmak lazım. Hem bence sen kendi masalını kendin yazmalısın. Nasıl der gibi baktı yüzüme. Bir kalem bir defter uzattım ellerine. Sen yaz ki o masal sadece kitaplarda, anlatılarda, kulaklarda, yüreklerde kalmasın. Sen yaz ki gerçek olsun, gerçekten yaşansın. Aldı kalemi defteri eline, yazacağım dedi. Mavi gökyüzünden inip önce gözlerine kondu, sonra yüreğine. Kocaman gülümsedi. Teşekkür etti sessizce kalkıp giderken ve ardında yazılacak ve gerçekleşecek olan yepyeni masalların izlerini bıraktı.

***Bundan öncesine dair kaybettikleri zamanları, oyunları, umutları telafi edemeyiz belki. Ama bundan sonrasına dair tek bir defter ve kalemle bile yeni ve kendilerinin yazacakları ve gerçekleştirecekleri masalların kahramanları olabiliriz. En azından bunu yapabiliriz öyle değil mi?

AYRINTILI BİLGİ İÇİN LÜTFEN; BİR KALEM BİR DEFTER KAMPANYASI

HAYATTAN NELER ÖĞRENDİ/MİM

6.08.2009
“Hayattan neler öğrendin?” diye sormuştu bana sevgili Özlem geçmiş zaman mimlerinden birinde. Düşününce çok şey demek geçiyor içimden ki şu anda bulunduğum hal ve gidişata bakarsak öyle de aslında bir nebze. Ama hala bil/e/mediklerimi hesaba katarsak hiçbir şey de diyebilirim; bildiklerim bil/e/mediklerim yanında öylesine az ki...

Ama bildiğim ve emin olduğum birşey var ki; öğrenmek hiçbir zaman sona ermiyor, hayat yolculuğu devam ettiği müddetçe tökezlediğimiz, üzerinden atlayıp ilerlediğimiz, kimi zaman başında beklediğimiz her taş mutlaka ama mutlaka bize iyi kötü birşeyler katıyor, katmaya devam ediyor. Yazdıklarımın çoğu yaşadıklarımdan, etrafımda yaşanıp da şahit olduklarımdan dökülen kelimeler. O halde o kelimeler üzerinden bakmaya çalışayım bende neler öğrendiğime ve hala öğreniyor olduğuma...

*Hayatın aslı kendi içimizde aslında. Hayatın aslı biziz. Bu nedenle başkalarından önce kendimizi tanımalı, kendimizi bilmeliyiz. Ve eğer bir beklentimiz varsa hayattan başkalarından önce kendimize kendimiz hak ettiğimiz değeri vermeliyiz. (Yolculuk)

*Hepimiz aynı değil miyiz başından beri. Başladığımız yol da aynı, yolun sonunda varacağımız kapı da. Farkımız bu yolu nasıl geçtiğimizde, nasıl ilerlediğimizde sadece. Bu hayatta hepimiz, gerçeğimizle varız evet, ama düşlerimiz kadar, düşlerimizle yaşarız. O nedenle ne gerçeğin düşlerle bölünmesine ne de düşlerin gerçeğin altında ezilmesine izin vermemeli. İşte bu çok ince bir denge...( Yolculuk)

*Nerede ve nasıl olursa olsun bir eli aklında, diğer eli yüreğinde yaşamalı insan. Ne aklının izinden şaşmalı sapsa bile zaman zaman yanlış yollara, ne de kulakları duymasa da bazen hayatın nabzını ta derinden, yüreğinin sesinden vazgeçmeli...( Yaşarken)

*Yanımızda yamalı bir bohça gibi taşımak yerine yaşamalıyız hayatı. İyisiyle, kötüsüyle dibine kadar yaşamalı, yaşatmalı...( Yamalı Bohça)

*Ne geçmişten vazgeçmek mümkün ne de geçmişle sürekli içiçe yaşamak.Yarım kalmış bir hayatın üzerine yeni bir öykü inşa edilemeyeceğine göre kapanması gereken kapıları bir an önce kapatmak ve bugünü yaşamak lazım kendimizden ve geçmişimizden kaçmayarak...( Zaman Kesikleri)

*Hepimiz çoğu zaman görmezden gelinen, boş verilen bir yalnızlık taşırız içimizde kendimizden bile sakladığımız...Ama boş verilmiş bu yalnızlık asla “boş” değildir işte çoğu zaman bunun farkına varamayız. ( Yalnızlığa Dair)

*Yaşamak önce kendi öykümüzü yazmaktan başlar. Ertelemekse içimizde yumağı büyütür sadece...( Yağmur Bulutu)

*Sorular çoktur ve çoğu zaman da cevapsız gelir bizlere. Ama bütün cevaplar aslında bir şekilde hayatın içindedir, kendi içimizde...( Soru Ve Cevap)

*Yaşam gibi ölümde bir bağ oluşturuyor aslında insanlar arasında. Kalıp da gidenler arasında başkalarının anlamayacağı tuhaf bir bağ...( Sessiz Bir Bağ)

*Unutmak diye bir şey yok aslında. Sadece zamanın salladığı hayat denen koca bir salıncakta, bir orada bir burada, bir geçmişte bir şimdiki anda yer alıp, alışmak var. Unutmadan, unutmuş gibi yapmak...( Salıncak)

*Mutluluk o kadar basit ve küçük bir şey ki çoğu zaman belki de bu yüzden görmeden geçiyoruz ve yaşayamıyoruz içten içe...( Mutluluk=6TL)

*Zamanla hep bir yarış halindeyiz hep. Sürekli yetişememekten şikayetçi, sürekli geç kalmaktan telaşlı. Ama şöyle bir durup da düşündüğümüzde bu koşuşturma içersinde zamanın değil de aslında çoğu zaman kendi kendimizin hem kurbanı hem de celladı oluyoruz...( Kurulu Saat)

*Hayat bir tekerleme gibi...Dilimiz döndüğünce yaşamaya, yaşatmaya çalıştığımız. Hiç birimizin bir diğerinden bir farkı yok aslında çünkü hepimiz dilimizin dönmediği yerlerde tekrar denemek yerine hep geçmişe sığınıyoruz...( Kendime Sataşmalar)

*Her şeye rağmen aşk hala var ve bunu bilmek bile yaşamak için en büyük, en yeterli neden...( Hala Aşk Var Mı?)

*Ve aşk akıl işi değil kesinlikle. Sadece yürek işi...( Hayalet Dünya)

*Bazı soruların gerçekten cevaplanabilmesi için belki de gerçekten sorulması ve yaşanması gerekir. Gerçekten sorulmadan ve yaşanmadan verilecek cevaplar belki de yarım ve eksiktir. ( Cevap/Sız Sorular)

*Uzun cümlelere sığdırmak yerine belki de kısa cümlelerle yaşamalı, yaşatmalı hayatı akıp giden zamana inat...( Aklımın Gitmeleri)

Burada bitmiyor elbet. Yazmakla, düşünmekle, konuşmakla bitmez de zaten. Ama sadece yaşayarak öğrenebileceğimizden, “yaşamalı” diyerek son noktayı koyuyorum. Zaman aşımına uğramış bu mimi de yazmak isteyen herkese yolluyorum.


*P.S: Bu arada doğum günü çocuğu YALNIZLIK OKULU’nu bir kez daha buradan kutluyorum...

Görsel: Deviantart

ŞİMDİ ŞARKI SÖYLEMEK LAZIM

5.08.2009
Sevgili ultrANIL07 mimlemiş beni. Normal şartlarda zamanlama konusunda kötü bir üne sahip olan ben, bu mimi öyle çok sevdim ki sırada yazılmayı bekleyen onca mime rağmen hemen yazıverdim. Bu mimin özelliği sorulmuş sorulara seçtiğiniz bir sanatçı veya müzik grubunun şarkı isimleriyle cevap vermek. Ben kendime U2’yu seçtim ve kendilerine olan özlemimi de kısmen gidermiş oldum bu bahaneyle...İşte sorular ve benim şarkılı cevaplarım...

Male or Female?
A Man and A Woman

Describe Yourself:
Angel of Harlem

How Do You Feel?
A Different Kind of Blue

Describe Where You Currently Live:
Another Time Another Place

If You Could Go Anywhere, Where Would You Go?
Deep In The Heart/Heartland

Your Favorite Form of Transportation:
Mysterious Ways

Your Best Friend Is:
Big Girls Are Best

What's The Weather Like:
Beautiful Day

Favorite Time of Day:
When Love Comes to Town

If Your Life Was A TV Show, What Would It Be Called?
Where The Streets Have No Name

What Is Life To You?
Stil Haven't Found What I am Looking For

Your Fear:
Electrical Storm

What Is The Best Advise You Have To Give:
Love is Blindness

Thought For The Day:
With or Without You

How I Would Like To Die?
Bullet The Blue Sky

My Soul's Present Condition:
Heaven and Hell

My Motto:
Even Better Than The Real Thing


*Ve bu şarkılı mimi gereksiz adam ve Karakutu'ya paslıyorum eğer yazmak isterlerse...


Görsel: Deviantart

CEVAP/SIZ

3.08.2009
Gördüğünü düşünüyorum ve gülümsüyorum. Düşünmesem de gülümsüyorum ya ben zaten. Sana, kendime, halime, gözüm açık geçirdiğim her günüme, kapıya, duvara, ağaca, gökyüzüne, yaşama, acıya ve sevince...Ağlamıyorum artık. Gözyaşı dökmüyorum yanışına içimin. Susuşuna dilinin. Yazılışına iki satır kalemin. Gidişine adı bile hatırlanmayan bir sevgilinin. Sadece gülümsüyorum.

Bıyık altından değil benimkiler. Ortada. Göz önünde. Deli diyen bakışların ağırlığında, kaldırım başlarında, sokak aralarında, hayatın tam orta yerinde. Hayatın tam da orta yerinde artık yazılanlar. Yazılarda, satırların arasında izlerin. Yaşlarım iki dudak arasında. İki dudak arasında gördükçe gülümsemelerim.

Uzak diye bir yer var mı gerçekten, diye düşünüyorum. Kafamızı kaldırıp aynı göğe bakmıyor muyuz, aynı gökyüzü kavuşturmuyor mu bizleri? Aynı acıların izleri değil mi sürülen? Bulunup da tekrar kaybedilenler değil miyiz aslında? Kimin bulduğu, ve tekrar neden kaybedildiği bilinmeyen. Bulunduğundan bile habersiz değil mi aslında kimimiz? Ya da bulduğundan. Farkedilmeyip, farketmeyip es geçilen yaşamlara dair değil mi aslında bütün özlemlerimiz?

Kayıp eşya bürolarında alınmayı bekleyen umutların sahipleri gelir mi birgün dersin aynı gökyüzünün hatırına? Yoksa masmavi bir yalana mı kanmışım, kandırılmışım ben çocukluğumdan beri? Sorgusuz sualsiz bakakalmış gözümün bebekleri. Geleceğin yoluna, gidenin ardına...

Ben büyük ve güzel miyim gerçekten, diye düşünüyorum. Büyüklük ve güzellik yüreklerde değil midir aslında? Paylaşılınca daha da büyünüp güzelleşilmez mi? Eş, dost, sevgili, baş dayanacak bir omuz, yaş silecek bir el, bankta yanıbaşına ilişiverecek bir vücut, aynı dili konuşacak bir yürek, aynı dil olmasa da konuşacak bir yürek...Nedir ki beklenen, kimdir? Var mıdır gerçekten ve gelecek midir? Bilinmez. Çoğu zaman olmayanları, gelmeyecekleri bekleyerek geçer zaman belki de. Beklenmeden gelenlere teğet geçerek...

İki elin yanında, bir bankın kenarında, seyredersin gelip geçenleri. Gözlerin yorulana, ağır gelip taşana kadar seyredersin gelenleri, gidenleri. Söylenmemiş yalanları, yalanlanmış gerçekleri. Başka başka hayatları, ölümleri. Sonra çıkarıp yanına koyarsın gözlüğünü, yanındaki kocaman boşluğa. Sen kaparsın gözlerini yorulduğunda, gözlüğün bakmaya, seyretmeye, hayata bir ucundan tutunmaya devam eder.

Şehirler yüreklerde değil midir aslında? Adamın nerede olduğu önemli midir gerçekten? Ya da kadının. Ya da her kimse. Hangi şehirde, kiminle olduğu. Ya da olmadığı, birşey değiştirir mi? Bir şehre adını verip, bir yüreğe girdikten sonra...Gidip te dönmedikten sonra. Şehirler, insanlara benzedikten sonra. Aynı şehirde olmak gerçekten önemli midir? Aynı yürekte olmadıktan sonra...

Ruhumun coğrafyası üzerindeki engebeleri düşünüyorum. Acaba birgün geçer mi? Kaç yüreğin yüzölçümü gizlidir acaba içimin atlasında? Ben kaç yüreğin aslına sahibimdir? Kaç yürek benim adıma sınırlara dayanmaya göze alır? Sınır nerededir peki? Surlar sağlam mıdır gerçekten? Dayandığında zorlar da yıldırır mı seni? Çabuk mu pes ettirir? Yoksa gelip geçici midir hepsi? Ne zaman vazgeçeceğiz ilk fırsatta kolayca yıktığımız kumdan kaleleri yeniden inşa etmekten?

Acı çekmekten uzakken yaşadıklarımız, kendimizi kurtarmak adına söylenen yalanlar mıdır kendimizi kandırmamız? Çekilen acının sözlüklerde tam karşılığı var mıdır? Hangimiz tam karşılığını yaşarız söylenenlerin, beklenenlerin, istenenlerin... Yoksa öylesine mi yaşamaktayız; “on” tuşuna basılmış gözükse de, bir cızırtı ve bulanık bir görüntüden ibaret aslında hayat belki de. Ve bizler de kayıt dışı bir hayatın sahibiyiz.

Sorusu kaybedilmiş bir cevap mıdır şu anda sana verilen yoksa soruların cevaplarla çoğaltılmış hali midir bilemedim. Bilmediğim o kadar çok şey var ki aslında. Hayat kafamı karıştırıyor her gün biraz daha fazla. Ama buradayım işte. Kayıtta veya kayıt dışı, varım. Yaşıyorum. Hala yaşamın kenarından tutunup da hayata, bir bankın kenarından bakıyorum.

Gülümsüyorum onca sert bakışına rağmen hayatın yüzünün tam ortasına. Yetmezse diye bir de kahkaha patlatıyorum. Bu da benim avuntum işte kendimce. Çünkü ne yaparsam yapayım herkes gibi ben de payıma düşeni alacağım nasılsa. Payıma düştüğü kadar. Payıma düştüğü zaman.

Açık havada bekleme odası kokusu sinmiş üzerime. Gözlüklerim gözümde. Bekliyorum.


*İlk yayın tarihi: 19/08/08


Görsel: Deviantart