Pages

KENDİM/L/E KONUŞMALAR-VI

31.12.2010

aralık kalmasın
eşiğinde durduğun kapı
alman gereken ne varsa al yanına
ve bırak geride,
aklını yoran, yüreğini boğan
omuzlarında fazlalık yapanları...

daha okunacak o kadar çok kitap,
yazılacak o kadar çok öykü,
yürünecek o kadar çok yol var ki
ve geçilecek o kadar çok mevsim...
dilerim düş gibi yaşar ve yaşatırsın
bundan sonraki tüm zamanlarını...

sana, bana, ona
hepimize, herkese
İYİ SENELER!



Görsel: Deviantart

29 ARLK

29.12.2010

O benim! Neye benzediğine, nasıl alındığına dair bir fikrim yok. Üstelik henüz elime geçmiş de değil. Ama bana alındığını biliyorum. Bana alındığı için, bana değer görüldüğü için dile dökmesem bile kendimi şanslı görüp içten içe sevinip, mutlu da oluyorum. Yürekten geldiğini hissediyorum çünkü. Hem kim kendisine ait olduğu söylenen bir şeyi, hiç görmediği halde bile bu kadar benimser ve sahiplenir ki? Bu yüzden o benim ya zaten. Bu yüzden bu kadar eminim kendimden!

Ve aynı zamanda o ben’im. Bana ait olduğu için, o benim bir parçam. Görmedim henüz. Dokunmadım hala. Ama alan yüreği tanıyor olmak, alındığı ana dair ama doğru ama yanlış fikirler sunmak yetiyor bana. Üstelik bende değil de oralarda bir yerde olması -hala sende kalması- hoşuma da gidiyor. Geçip giderken yanından mesela gözüne çarpmasını, aklına ve yüreğini dokunmasını, hem hep varmış hem de hiç yokmuş gibi hayatında sessizce yer etmesini seviyorum. O yüzden ben gibi ya zaten. O yüzden oralarda bir yerde –senin olduğun, yaşadığın yerlerde- benden bir parça gibi. O yüzden o ben’im!

Ve sen sevgili adam! Bilmez misin; günlerin üstüste ağır geldiği, içimdeki mum alevinin rüzgarın şiddetiyle sürekli titrediği bu zamanlarda sen ve kelimelerin, bana iyi gelensin. Tekerleme gibi yaşamaya çalıştığım bu hayatta sen, dilimin döndüğü tek yerdesin. Şaşkınlığımsın bir o kadar; içimin sinmediği, içime sinmeyen bu hayatın bana verdiği en değerli hediyelerden birisin!

O yüzden yollama onu sakın bana. Bırak orada, yanında kalsın. Vakti geldiğinde hayat alsın onu kendi elleriyle. Alsın ve onu bana, beni bana, seni bana getirsin!



ARALIK MEKTUPLARI 10’



Görsel: Deviantart

VALİZDEKİ MEKTUP

27.12.2010
“O gidince geceler uzadı, özlemler çoğaldı, çoğaldı, adını sanını bile anmadığım eski sevgilileri, yıllardır görmekten kaçındığım annemi bile aramama yol açtı. Sonra, ona özlemim, garip bir anışmaya dönüştü. Kokusunu artık alamıyorum evde, koltukta, yatak odasında, banyoda, hiçbir yerde. Ama onunla edindiğim alışkanlıklar kaldı geriye. Otomatiğe bağlanmış gibi, akşam iş dönüşünde yemeğimi yedikten sonra yine iki saatlik uykuya yatıyorum. Her defasında onun beni uyandırdığı saatlerde kalkıyorum, ama hep ağzımda bir acılık, yüreğime çöreklenmiş bir korkuyla. Çoğu zaman gördüğüm düşlerden, karabasanlardan kendimi kurtarmam epey zaman alsa da, yine de alışkanlıkla kalkıyorum. Ertesi gün giyilmesi gereken elbiselerimi hazırlıyor, sonra kendimi dışarıya atıyorum.”

VALİZDEKİ MEKTUP
MENEKŞE TOPRAK

Valizdeki Mektup, kitabın adı. Birbirinden bağımsız 9 öykünün yer aldığı bir ilk kitap. Yazarın adı ise; Menekşe Toprak. Tarih olarak ne zaman aldığımı hatırlamadığım gibi işin kötüsü not da almamışım. Ama hatırladığım; almak istediğim kitaplar için kitapçıya girdiğimde her zaman yaptığım gibi hiç bilmediğim, tanımadığım bir yazardan yana da şansımı denemekti. Önce adıyla dikkatimi çekti Valizdeki Mektup. Sonra da yazarının adıyla. Bir ilk kitap olduğunu da öğrenince almaya karar verdim. İyi ki de vermişim diyorum şimdi ne çok yazarın, özellikle de ilk kitaplarıyla gözden kaçan yazarların varlığını düşünerek...

Sevgili AyŞeGüL ve aysema’nın yollamış olduğu bu mimin kurallarına gelince;
Kitaplığınızın karşına geçin. Gözlerinizi kapatın. Derin bir nefes alın. Elinizi kitapların üzerinde gezdirin ve birini seçin. Şimdi gözlerinizi açın. Bir kitap seçmiş durumdasınız. O kitabı satın aldığınız ya da hediye gelmiş de olabilir, anı hatırlamaya çalışın. İlk kez okuduğunuzda neler düşünmüştünüz, hatırlayın. Şimdi sayfaları şöyle hızlıca bir dolanın ki, kitabın kokusu burnunuza gelsin. Evet, ne güzel bir koku bu! 55. sayfayı bulun. Sayfayı tekrar okuyun. Sayfadan bir paragraf seçin ve mim konusu olarak bunu blogunuza yazın. Daha sonra siz de arkadaşlarınızdan üç tanesine cevaplaması için gönderin.

*Mimlenenler mimi cevaplamak zorundadırlar, mim bozulamaz.
*Mimin bozulması teklif dahi edilemez.
*Mim yalnızca 3 kişiye gönderilebilir.
*Karşılıklı mimlemeler yasaktır.
*Mim, her bir blog için sadece bir kez cevaplanabilir.
*Mim kurallarının ilk 6 maddesi değiştirilemez.

Ve bu güzel mim benden de sevgili Zuihitsu, Ozan Kayra ve kırmızı’ya gitsin...


Görsel: Deviantart

GİT/MEK

24.12.2010

ucu paslı bir makas gibi
kesiverdin tüm sözlerini benden
bakışların yedi kat el,
dokunduğun yer; buz kesiği

oysa bir umuttu
içime iğnelediğin
oysa göktü yüzü/n
niyetin el pençe divan
oysa bir bakışındaydı hayat
yürek deniz; sende durulan
oysa ağaç yeşil, toprak yeşil
ben yeşildim ve sevgili
oysa benim bildiğim gitmeler
böyle değildi...

ucu paslı bir makas gibi
kesiverdin kendini benden
kalışın durgun bir su;
bulanık, kendimi göremediğim
gidişin kayıp bir söz,
yanlış zaman, düş eksiği...



Görsel: Deviantart

PROUST ANKETİ MİMİ

22.12.2010
“Fransız yazar Marcel Proust (1871-1922) 13 yaşındayken bir ‘hatıra defteri’ alıp, içindeki İngilizce soruları cevaplayarak arkadaşı küçük Antoinette Faure'a doğum günü armağanı olarak verir. Benzer bir anketi, 20 yaşındayken de cevaplar. Bu iki anket, o öldükten birkaç yıl sonra yayınlanır, soruların çoğu zaten aynı olduğundan adı ‘Proust Anketi'ne dönüşür ve meşhur olur. Günümüzde de ‘Proust Kişilik Testleri’ olarak pek çok psikoloji danışmanlık merkezlerinde kullanılmaktadır.” şeklindeki kısa açıklamayı okuduktan sonra gelelim sevgili 7.Oda ’dan gelen bu mimi cevaplamaya...

*Sizi en çok üzecek olay:
Sevdiğim birini kaybetmek...

*Nerede yaşamak isterdiniz?
Bir yanı mavi bir yanı yeşile bakan küçük bir sahil kasabası olsun yeter.

*Yaşayabileceğiniz en mutlu an:
Sevdiklerimin en mutlu anlarına şahit olmak ve o anların ortağı olmak elbette. Bir şey daha var ki içten içe dilediğim, o da artık bana kalsın...

*Hangi hataları hoşgörüyle karşılayabilirsin?
Sevgi ve saygı sınırlarını fazla zorlamamış olan ve hata yapıldığının farkına varılıp telafi amaçlı yürekten çaba gösterildiğine inandığım hatalar...

*En sevdiğiniz erkek karakter:
Gregory House, Behzat Ç.

*En sevdiğiniz kadın karakter:
Calamity Jane

*Tarihteki favori kahramanınız:
Mustafa Kemal Atatürk

*Gerçek hayattaki favori kahramanınız:
Annem

*En sevdiğiniz ressam:
Salvador Dali

*En sevdiğiniz müzisyen:
Dönem dönem ruh halime göre isimler değişmekte ama şu aralar Jehan Babur...

*Bir erkekte en çok beğendiğiniz özellik:
Adam olması; lütfen “adam” kelimesinin anlamını ve ağırlığını es geçmeyelim!

*Bir kadında en çok beğendiğiniz özellik:
Kadının da “adam”ı olur muymuş demeyin. Olur!

*En sevdiğiniz erdem:
Saygı duymak...

*Yapmaktan en mutlu olduğunuz iş:
Okumak ve mektup yazmak...
*Kimin yerinde olmak isterdiniz?
Arada bir şikayet ediyor olsam da kendimden, halimden memnunum.

*Arkadaşlarınızda hangi özelliklerin olmasını isterdiniz?
“Bence arkadaşlık sadece arkadaşlıktır. Birini görmek size iyi geliyorsa, onu dinlemekten ona anlatmaktan hoşlanıyorsanız, çirkinliği, aptallığı onu küçümsemenize yol açmıyorsa güzelliği, zekası bir parça olsun sizi kıskandırsa da gurur duymanızı sağlıyorsa, onunla abuk sabuk konular hakkında bile sohbet etmek sizi rahatlatıyorsa onu arama gereği duyuyorsanız, onu düşündüğünüzde yüzünüze rahat, geniş bir gülümseme yayılıyorsa sorun kalmamıştır. O kişi arkadaşınızdır. Onun zeki, aptal, iyi, yetenekli, kötü, zalim, kaba, nazik güzel, çirkin, ünlü olmasının hiçbir önemi yoktur. Arkadaşlık bütün bu niteliklerin üstündedir çünkü. Yeter ki masumiyet kaybolmasın.” demiş ya Ahmet Ümit altını çiziyorum ben de...

*Kendinizde gördüğünüz en temel eksiklik?
Hayır diyememem ve kararsızlığım.

*Hayatınızın en büyük şanssızlığı?
Okul dönemlerimde madden ve manen yaşadığım yetersizlikler, eksikler...

*En sevdiğiniz renk:
Siyah ve mavi...

*En sevdiğiniz çiçek:
Papatya...

*En sevdiğiniz hayvan:
Köpek ve at...

*En sevdiğiniz yazar?
Mine Söğüt, Aslı Erdoğan, Paul Auster, Jose Saramago, daha sayayım mı?

*En sevdiğiniz şair:
Özdemir Asaf, Cemal Süreyya, Can Yücel...

*Tarihte en sevmediğiniz karakter:
Hitler ve benzerleri...

*En çok isteyeceğiniz özellik:
Bedenleri ve ruhları iyileştirebilmek...

*Nasıl ölmek isterdiniz?
Uyurken...

*Hayattaki sloganınız?
Açılamayacak kapı yok. Düzeltilemeyecek yanlış. Söylenemeyecek şarkı yok. Ne ulaşılamaz amaçlar var. Ne kurtarılamaz ruhlar. Tartışılamaz gerçekler yok/OZZY OSBOURNE

*Şu anki ruh haliniz?
Parçalı bulutlu...


Teşekkürler 7.Oda...Ve bu mim de eğer cevaplamak isterlerse sevgili A-H, Ful yaprakları ve AVRAM USTA’ya gider.

*AVRAM USTA’ya özel not: Hayırlı olsun, başladık!
**Görsel:
Deviantart

19 ARALIK'A DAİR...

20.12.2010

Canım Özge’m;


Bugün sen; genç bir adamın eşi, başka bir anne ve babanın kızım diye bağrına bastığı gelini, bir başka ablanın kızkardeşi-görümcesi, iki küçük yumurcağın yengesi olma yolunda ilk adımı attın. Bir ailen varken, bir başka ailen daha oldu artık. Daha da önemlisi kendi aileni kurmaya başladın. Kalabalıklaştın. Çok değil birkaç ay sonra ise başka bir ülkede yeni bir yaşama, yeni hayatına başlayacaksın.

Dilerim her şey gönlünce olur canım benim. Sevginiz, saygınız, mutluluğunuz her daim katlanarak çoğalır. Ama unutma sakın; sen her nerede olursan ol, ne kadar kalabalıklaşırsan kalabalıklaş her zaman için annesinin küçük kızı, ablasının kızkardeşi ve Özhan’ın küçük ablası olarak, Özge’miz olarak kalacaksın. Her zaman bizim, her zaman bizimle olacaksın.


Ablan...

BAZI GÜNLER UYGUN DEĞİLDİR ASLINDA

17.12.2010

Günlerin, demini alamadığı zamanlar vardır.
Güneş doğar, gece karanlık perdesini çekmeyi unutur şehrin üstünden.
Günaydınlar, bir başka güne ertelenir.
İnsanların neşeli sesleri akşama kadar dolduramazlar caddeleri.
Böyle günler, uygun değildir aslında başlamaya,
Ama başlarız.

Günlerin, neredeyse hiç yürümediği zamanlar vardır.
Bir ağustos sıcağının her yeri kaplayıp kurutması gibi durur hayatın akıntısı.
Sadece, bir ağustos böceğinin sesini işitiriz, uzaktan, belli belirsiz.
Devranın döndüğünü unutmamak için, derin nefesler alırız.
Böyle günler, uygun değildir aslında sürdürmeye,
Ama sürdürürüz.

Günlerin, ağırlıkları kaldıramadığı zamanlar vardır.
Sözler dibe vurur; hiçbir maviliğin kaldıramayacağı bir ağırlığa ulaşır.
Sessizlik, seslerin ötesinde bir hayalet gemi olur.
Gider, en gidilmez limanlara demirler.
Böyle günler, uygun değildir aslında konuşmaya,
Ama konuşuruz.

Günlerin, surat asmaktan hoşlandığı zamanlar vardır.
Hüzün düşer yüzümüzden; parçalanır, bin parça, sıkıntıya sığınır parçaları.
İçimizdeki her şey, kendini tene vurmanın bir yolunu arar.
Acıyı tırnaklarımızda bile hissederiz.
Böyle günler, uygun değildir aslında gülümsemeye,
Ama gülümseriz.

Günlerin, pembe kıvılcımlar çıkarttığı zamanlar vardır.
İçimizde startını vermediğimiz baharla yeşerdiğini görür, şaşırırız.
Kalbin doğruları, aklın yanlışlarına galebe çalar.
Bu heyecan, bu akıl almaz körlük bir koşuya sürükler bedenimizi.
Bağrımıza saplanan gerçeklerle uyanırız.
Böyle günler, uygun değildir aslında sevmeye,
Ama severiz.

Günlerin, ince sarsıntılar uydurduğu zamanlar vardır.
Neden olduğunu bilmediğimiz kırgınlıklarla açarız gözlerimizi dünyaya.
Bütün titreşimler bir yerimizi acıtır mutlaka.
Bütün izler bilmediğimiz bir ateş tutuşturur bir köşemizde.
Çaresiz teslim oluruz.
Böyle günler, uygun değildir aslında kırılmaya,
Ama kırılırız.

Günlerin, diğer günlere benzemediği zamanlar vardır.
Elimize aldığımız her şey pörsüyüp söner.
Biriktirdiğimizi sandığımız geçmiş, ufalanıp gider avuçlarımızda.
“sonra”da kaybeder anlamını “önce”nin ardından.
Bir mum ışığından yansıyan gölgeye dönüşürüz.
Böyle günler, uygun değildir aslında yaşamaya,
Ama yaşarız.

Günlerin, sona ermediği zamanlar vardır.
Kelebeğin ateşe yakalandığı gibi yakalanırız.
Hiçbir şey anlamadan...
Akreple yelkovanın bu nedensiz duruşundan hiçbir anlam çıkaramadan...
İpi yeniden bağlayamadan ve çözemeden...
Böyle günler, uygun değildir aslında ölmeye,
Ama ölürüz.



GÖKHAN ÖZCAN



Görsel: Deviantart

GEÇERKEN UĞRAYAN ZAMAN

15.12.2010
Seni görmeden nasıl yaşanır bilmiyorum. Bilmeden yaşayıp gittiğim, es geçtiğim, görmezden geldiğim o kadar çok şey var ki etrafımda sözünü bile etmediğim, ama seni görmeden nasıl yaşanır gerçekten bilmiyorum. Sesini duymadan, dokunmadan yüzüne, ellerini hissetmeden, seninle herhangi bir şey hakkında tek bir kelime bile etmeden...

Geçerken uğramış olsa zaman. Kendi hızından kendi başı dönmüş olsa, bir nefeslik mola istese, gelip oturuverse yanımıza tam da biz en güzel halimize bürünmüşken. Konuşmaya başlasak oradan buradan derken derin, koyu bir sohbetin içinde bulsak kendimizi, hiç bitmese istesek, zaman bile kendinden geçse, kendinin nasıl geçtiğini anlayamadan hem de...Sonra kalkıverse aniden, biz kalsın diye bakarken, o bırakması gereken anılardan, yaşanması gereken bu anlardan, varılması gereken yarınlardan bahsetse, dur diyemesek, durursa eğer yaşamın durup da kalacağı, bir daha atmayacağı yürekleri, kendini gizleyenleri, her adımı izleyenleri, yolunu gözleyenleri düşünüp de susuversek sorgusuz sualsiz. Giderken bir parça bıraksa kendinden, unutmuş gibi yapsa, seslenmeyip ardından unuttuğunu varsaysak biz de. Ve biz hep o en güzel halimizle kalsak, unutulan ama unutmadığımız o anda, zamanda, hayatta, kendimizde, birbirimizde...

Seni görmeden nasıl yaşanır bilmiyorum. Bilmeden yaşıyorum ya bende zaten kaç zamandır kör, sağır, dilsiz. Belleğimde en son bende olduğun zamanların anıları...Kırık dökük bir geçmişin izlerini saklıyorum yüreğimde, bir gölgenin yarım yamalak adımlarını taşıyorum. Yaşıyorum. Senden sonra hayat, ağır aksak, el yordamı...



*İlk yayın tarihi: 12/11/08
**Görsel:
Deviantart

MİNİK ELLER ÜŞÜMESİN, MİNİK AYAKLAR DONMASIN!

13.12.2010


Bugüne kadar Bir Bir Milyonkalem sitesi olarak Yalova/Çınarcık’da minik ellerin tuttuğu kalem, yazdığı defter, “her çocuğun bir masalı olmalı” diyerek Mersin/Yeşilovacık’da bir kütüphane, Adıyaman’da giysi ve oyuncaklardan oluşan yılbaşı hediyeleri ve elimizden geldiğince, yüreğimiz yettiğince daha pek çok şey olmaya çalıştık, hala da çalışıyoruz. Şimdi de minik eller üşümesin, minik ayaklar donmasın diyoruz.

Evet kış geldi, kar yüzünü göstermeye başladı. Ama biliyorum ki ellerine, ayaklarına ulaşsa bile minik yüreklerine değmedi henüz!

Minik eller üşümesin, minik ayaklar donmasın diyerek, yeni yıl öncesi yüreklerinizi o minik yüreklere ekleyerek, Kahramanmaraş EKİNÖZÜ Yatılı İlköğretim Bölge Okulu'nda okuyan 340 öğrenci için birer ayakkabı, eldiven almaya ne dersiniz?

Önceliğimiz ayakkabı... Sonra eldiven....

"Ben armağan yollamak istiyorum." diyen dostlar lütfen birmilyonkalem@gmail.com adresine e-posta yazsınlar ki kardeşlerimizin ayakkabı numaralarını paylaşalım.

Elimiz çabuk tutmalıyız şunun şurasında yeni yıla ne kaldı. Haydi minik eller üşümesin, minik ayaklar donmasın!


1Milyon Kalem (1MK) Ailesi Adına
A. Şebnem SOYSAL & Erkan BAL



KARDEŞİME...

10.12.2010
bugün;
bu yılın ilk karına merhaba dedim.
25 yıl önce de sana...
kar gibi beyaz, tertemiz bir ömürde
kendi renklerinle boyadığın günler dilerim kardeşim
NİCE MUTLU YILLARA!

TÜRKİYE'DEKİ EĞİTİMİN YERİ: SONDAN BİR ÖNCEKİ!

8.12.2010
Belki duymuşsunuzdur; Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ile Uluslararası Değerlendirme Programı’nın eğitimle ilgili tüm dünyada referans kabul edilen bir çalışması var: PISA testi. Ülkelerin eğitim politikalarını değerlendirmelerine ve eğitim sistemlerindeki eksikliklerini ortaya çıkarıp kendilerini geliştirmelerine yarayan bu çalışma 2000 yılından bu yana her 3 yılda bir yapılıyor ve 15 yaşındaki öğrenciler bu çalışma aracılığıyla okuma, matematik ve bilim kategorisinde değerlendiriliyor. Türkiye bu çalışmaya göre en son 2006 yılında OECD üyesi 30 ülke arasından 29. olabilmişti. Geçtiğimiz gün açıklanan 2009 PISA testi sonuçlarına göre ise görüyoruz ki 3 yılda değişen fazla bir şey olmamış ve ülkemiz “sondan bir önceki” yerini koruyarak 33 ülke arasından 32. sırada yer alma başarısını göstermiş durumda! Bu arada Türkiye’nin 2000’den bu yana son 3 arasında bulunduğunu hatırlatmadan da geçmeyelim.

Kamu sektöründe en az ücret alanların başında olan eğitimcilerimizin, öğretmenlerimizin gününü kutlayalı çok olmadı. Demokratik özgürlükleri var sanarak söz almak isteyen öğrencilerimizin üzerinde kalan cop izleri de daha yeni sayılır. Kopya skandallarımızdan, kendini taraftar sanarak birbirlerini dövüp bıçaklayan insanlardan, okutulmayan kızlarımızdan, ellerine kalem yerine silah tutuşturulan ve namus temizletilen gençlerimizden, sürekli değiştirilen sınav ve eğitim sisteminden ve özünde “eğitim” içeren daha pek çok konudan bahsetmiyorum bile. Peki ülkemizdeki eğitim yeterliliği ile ilgili bu haber sizi şaşırttı mı? Beni hiç şaşırtmadı!



Görsel: Deviantart

TEK KELİMELİK MİM

7.12.2010
*Felsefem: Ozzy Osbourne’un şu şarkı sözleri olabilir mesela; Açılamayacak kapı yok. Düzeltilemeyecek yanlış. Söylenemeyecek şarkı yok. Ne ulaşılamaz amaçlar var. Ne kurtarılamaz ruhlar. Tartışılamaz gerçekler yok.

*Hayat: Bir tekerleme gibi. Dilinin döndüğünce yaşamaya çalıştığın...

*Çocukluk: Hayal meyal hatırladığım daha çok bir fotoğraf karesinden bildiğim kardeşim...

*Güneş: Bugünlerde ne çok hasretim...

*Gözler: Bakıp da gör/e/medikten sonra hepimiz kör değil miyiz?

*Yıldızlar: Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar şarkısını çok sevgili ve saygıdeğer absalom için istiyorum...

*Güzellik: Bana yüreğinden bahsetsene!

*Sevgi: Huzura giden yol, bir yüreğin yaşam hali...

*Aşk: Hemen burada, bak yanıbaşında, avuçlarının arasında, sokakta, belki de her köşe başında, bir çocuğun gözlerinde, bukle bukle saçlarında, yaşama telaşında, o telaşın şaşkınlığında, gökyüzü mavisinde, toprak kokusunda, bir şehrin tam kalbinde, yüreğinin tam da ortasında, gördüğün her yerde, görebileceğin her zamanda...

*Müzik: Sözünü, melodisini bilmesem de kendi kendime mırıldanıp mutlu olduğum notalar...

*Dost: Ne mutlu bana ki var...

*Para: Her şey değil ama yazık ki çok şey! Bir de bu konuda yazılacak bir mimim var ki eyvah eyvah!

*Zaman: Zamanla geçer derler. Evet zaman geçer gider de senden geçmedikten sonra ilaçmış falan bahane bunlar...

*Erkekler: Mümkün müdür erkeklerin kadınlar, kadınların erkekler hakkında söylediklerinin, söyleyeceklerinin bitmesi? Değildir elbet. Her söylenenin ardından bir şeyler mutlaka eksik kalır. O eksiği ben dolduramayacağıma göre ben de konuşmayayım en iyisi...

*Ağlamak: Şimdi sen; içine mi yağıyorsun? İçinden mi? Hangi buluttan nem kaptı yine yüreğin? Hangi zamanın yansıması bunlar?

*Deniz: Mavinin en sevdiğim hallerinden biri. Bir de gök/yüzü var...

*Ayna: Bir elinde cımbız, bir elinde ayna. Peki ya dünya?

*Hayal: Seni hayatta tutan, hayatla tutan en sıkı, en önemli bağın...


Taaa Haziran ayından kalma bu mimimiz de sevgili Sazan’ımdan bana hatıraydı ama artık ayrılık vakti geldi. Sevgili feanor, nehircce ve Onur. Teklif var ısrar yok. Eğer yanıtlamak isterseniz mim sizde...



Görsel: Deviantart

CUMARTESİ MİM'İ

4.12.2010

Şimdi ben size sevgili Cekingen’in bu mimi bana Nisan 2010’da yolladığını söylesem şaşırmazsınız değil mi? Yok yok şaşırmazsınız, maya bu ne yapsa yeridir, diyerek şaşırmamanız lazım. Mimler söz konusu olduğunda bende ne yazık ki zaman kavramı yitip gidiyor. Uzun bir süre hiçbir şey yazmayıp sonra birdenbire -elinin altında yazılmayı bekleyen mimlerin çift haneli rakamlara doğru hızla ilerlediğini görünce mesela- panik bir halde ardarda mim yazısı yazmaya başlıyorum işte. Bu girişten de anlaşılacağı üzere; Aralık ayı yazmam gereken mimler düşünüldüğünde oldukça “mim”li bir aya benzeyecek gibi gözüküyor.

Evet mim ayına sevgili Cekingen’den gelen mimle başlıyorum. Kendisi sanal ortamdan tanıştığımız ve giderek samimi olduğumuz 5 kişiyi sormuş. Evet sormuş sormasına da cevaplamak konusunda sanırım ben aynı başarıyı gösteremeyeceğim. Milliyet Blogla birlikte 2007’den beri bloglar üzerinden yazdıklarını paylaşan, çeşitli blog toplantılarına katılan, hayatında blog aracılığıyla tanıdığı çok değerli insanlara, dost yüreklere sahip olan biri olarak bu soruya 5 kişinin adıyla cevap vermem gerçekten imkansız. Çünkü burada; hem blogspot hem de milliyet blog ortamında, ailece görüştüğüm kişilerin yanısıra sadece kelimelerinden tanıyıp bildiğim ve değer verdiğim ve eğer onlardan bahsetmezsem kendimi gerçekten eksik hissedeceğim isimler de var. O yüzden ben, nasılsa isimlerinizi ve yüreğimdeki yerlerinizi biliyorsunuz’a güvenerek hepinize “iyi ki varsınız” diyorum. Ve sevgili Cekingen’den de bu gecikmiş ve olması gerektiği gibi gerçekleşememiş mim nedeniyle özür diliyorum. Lütfen kusuruma bakmayasın arkadaşım. Zaman aşımına uğramış bu mimi de isteyen herkes alabilir diyerek ortaya bırakıyorum.



Görsel: Deviantart

30 KSM

2.12.2010


Sevgili Ö.;

Beynimin kıvrımlarında bir sürü çengelli iğne asılı bugünlerde. Her birinde bir soru takılı ve her birinin ağzı, cevaplanamayanlar yüzünden açık. Son günlerde kurduğum komplo teorilerinin haddi hesabı yok biliyor musun? Kimi zaman öyle zorluyorum ki sınırlarımı, kendime geldiğimde ben bile şaşırıyorum halime ve aklımı kaçırmaya başladığımı düşünüyorum. Anlatmışımdır belki; seneler önce beni tanımayan bir adamın baktığı ve 35 yaşından sonra pskolojik tedavi göreceğimi söylediği tarot falı geliyor aklıma. Neyse diye rahatlıyorum sonra; tam olarak kafayı yememe 2 senem daha var diye gülümsüyorum.

Yaşlanıyorum galiba artık sevgili Ö.; o her fırsatta hayran olduğunu söylediğin özelliğimi, insanlara gösterdiğim sabır ve toleransı her gün biraz daha kaybediyorum. Her gün biraz daha aksi, asık suratlı, sabırsız ve sinirli oluyorum. Biraz daha sulugöz sonra; Haydarpaşa Garı yanarken de, gencecik bir baba daha doğacak çocuğunu göremeden iki sarhoşun atış talim tahtası olup ölürken de, büyük ikramiye ihtiyacı olan bir aileye çıkmış diye sevinirken de, Urfa'da çocuklar sokak köpeklerini dövüştürürken de tutamıyorum kendimi. Hem Haydarpaşa’ya hem bu yangını da sessiz sedasız seyreden halimize, hem ölene hem ardında kalanlara, hem bir ailenin bugüne dek yaşadıklarına hem bundan sonra yaşayacaklarına, hem çocuklara hem de köpeklere ağlıyorum.

Meraklı da oluyorum sonra, hatta bu konuda gitgide anneme benzemeye başlıyorum galiba. Geç geleceğini bildiğim halde merak ediyorum kardeşimi mesela. Sık sık konuştuğum bir dostun bir süre sesi çıkmayınca ya da yorgun ve yoğun olduğunu bildiğim senden gelecek iki satırı birkaç gün boyunca okuyamayınca rahat etmiyor işte içim. Sürekli aramak, sormak, yazmak istiyorum ama kızıp da bu sabırsız halime tutuyorum kendimi.

Sevgili Ö.; şimdi sana çok uzakmış gibi gelen, benimse bugünmüşcesine aklımda ve yüreğimde saklı tuttuğum günler öncesinin bir İstanbul akşamına dair, keşke konuşsaydın, daha çok anlatsaydın, demiştin ya hani bana, biliyor musun ben zaten çok uzun zamandır sadece sana anlatıyorum.


Sağlıcakla...


KASIM MEKTUPLARI 10’



Görsel: Deviantart