Pages

ARADAKİ 7 FARKI BULUN!

30.10.2008
*Ankara’da bazıları çocuk olmak üzere 9 kıza tecavüz ettiği iddiasıyla tutuklanan Devlet Opera ve Balesi sanatçısı Şahin Öğüt’ün 2001’de de yine aynı suçtan yakalandığı halde babasının emniyet müdürü olmasının etkisiyle gözaltına bile alınmadan yargılanıp beraat ettiği öne sürüldü. Tekrar yakalanmasında önemli bir rol oynayan davanın mağdurlarından F.O.’nun ifadesine göre ise; Ankara Ağır Ceza Mahkemesi kendisinin “bakire olmamasını” Öğüt’ün beraat gerekçelerinden biri olarak saydı.

*14 yaşındaki B.Ç.’ye cinsel istismarda bulunduğu gerekçesiyle yargılanan ve 6 aydır cezaevinde bulunan Vakit gazatesi yazarı Hüseyin Üzmez, Adli Tıp’tan istenen ve 40 gün içersinde hazırlanıp gelen rapordaki, B.Ç’nin yaşananlardan dolayı bedensel ve ruhsal sağlığı anlamında herhangi bir sorunu olmadığı bilgisine dayanılarak serbest bırakıldı.


*İzmir’de 14 yaşındaki Sercan Bodruk’un okul dönüşü servis minibüsünün altında kalarak ölümüne sebep olmaktan 6 yıl hapis istemiyle yargılanan ve geçen duruşmada tahliye edilen sürücü Necati Özsoy, bilirkişi ve adli tıptan gelen 2 ayrı rapor sonucuna göre 8/2 kusurlu bulundu. Ölen Sercan Bodruk’un ise “asli” kusurlu ilan edildiği duruşma dosyadaki eksikliklerin giderilmesi için ertelendi.


*Aksaray’in İncesu Beldesinde 13 yaşındayken nikahsız olarak evlendirilip 14 yaşında anne olan A.Y’nin erken yaşta çocuk sahibi olmasına yönelik polisin açmış olduğu soruşturma devam ederken aynı hastanede aynı gün 15 yaşındaki N.C.’nin de doğum yaptığı öğrenildi.


*Digitürk’ün Süper Lig’deki maçların yasadışı olarak yayımlanmasından dolayı Diyarbakır 1.Sulh Ceza Mahkemesi’ne yaptığı şikayet başvurusu sonrasında Türk katılımcılarına kapatılan blogger ve blogspot uzantılı tüm blogların “eksik evrak” nedeniyle kapatma kararının yürütülmesi durduruldu.


Bunlar son günlerde yaşananlardan sadece bazıları. Şahin Öğüt davasının mağdurlarından F.O. tecavüz şikayetinde bulunmak için “bakire olması” gerekliliğini öğrenmiş midir, 14 yaşındaki B.Ç. sahip olduğu yaşından büyük “bedensel ve ruhsal olgunluğuna” daha neleri sığdıracaktır, kendi canı neredeyse hiçe sayılmış olan 14 yaşındaki Sercan’ın en azından organlarıyla hayat bulan 6 kişinin yaşamı bundan sonra önemsenecek midir, kendileri büyümeden bebek sahibi olan 13 yaşındaki A.Y. ile 15 yaşındaki N.C. çocuklarını vatana millete hayırlı birer evlat olarak yetiştirebilecekler midir, sık sık tekrarlanan “kapatılma” kararları bir gün sona erecek midir bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki bu birbirinden bağımsız gibi gözüken olayların temelinde, aslında benzer hatta aynı sorunlar yer almakta...


Sorunlar belli olduğuna göre peki ya çözümler nerede???




SANSÜRLENEN SADECE BLOGLARIMIZ MI?

28.10.2008
Burası benim evim. Yaklaşık 3 ay olmuş taşınalı. Bir güzel yerleşmişim, emek vermişim,varolanların yerlerini değiştirip yeni yeni eşyalar yerleştirmişim, bir sürü misafir ağırlamışım, kimisinde bir kahve içimlik, kimisinde uzun sohbetler eşliğinde kendiminki gibi bir sürü eve misafir edilmişim. Yaşayıp gidiyorum işte böyle kendimce. Derken birgün evime geliyorum, anahtarımı kilide takıyorum ama dönmüyor. Kapı açılmıyor bir türlü. Pek beceriksizim ya bu konularda, söylene söylene birkaç kere daha deniyorum ama yok, her yer kapı duvar. Kendi evime giremiyorum. Sonra kapının altında bir zarf buluyorum. Ve içinde hiçbir açıklama olmadan “artık evime giremeyeceğim” yazıyor. Hiçbir şey anlamadığım için şaşkınlıkla sağa sola, arkadaşlarıma danışıyorum ve onların da aynı durumdan muzdarip olduğunu öğreniyorum; kimse evine giremiyor. Sonradan “birkaç kişinin vermiş olduğu rahatsızlıktan ötürü” evlerimize alınmadığımız haberi ulaşıyor bizlere. Evet evet sadece “birkaç kişinin hatası” herkese mal ediliyor. Burada mantık nerede?


Kapının kilidini değiştirip, camı kırıp, arka bahçeden dolanıp evime tekrar girebilir, misafirlerimi, arkadaşlarımı bu şekilde konuk edebilirim. Ya da pılımı pırtımı toplayıp başka bir adrese taşınabilirim elbette. Bunlar olası çözümler. Ama çözüm dediğin bir sorun karşısında üretilmez mi? Burada bir sorun olduğu belli ama sorun ben değilsem, benden kaynaklanmıyorsa neden ben kendi evime girmek konusunda böylesine çözümler aramak zorunda bırakılıyorum ki...


Sahi bunun açıklaması nedir? Sadece okuduğumuz, yazdığımız, kendi kendimize karaladığımız, bununla yetinmeyip bu sayfaları “günce” kavramından çıkarıp da, fikirlerimizi, duygularımızı, anılarımızı, deneyimlerimizi paylaştığımız, kurulan bağlarla ve yapılan organizasyonlarla anadolu’da kız çocuklarımızı okuttuğumuz, İzmir’de diktiğimiz fidanlarla kendi adımızı verdiğimiz bir orman sahibi olduğumuz, hasta çocuğu için madden ve manen yapacak hiçbir şeyi kalmadığından son çare olarak bu sayfalar üzerinden bizden yardım eli isteyen bir babanın çığlığı olup yardım edebilmek amaçlı çırpındığımız blog sayfalarımız hangi nedenden ötürü ve hangi hakla karartılabilir? En doğal, en basit, en insani hakkımız olan “iletişim hakkımız” nasıl elimizden alınabilir?


Farkında mısınız sansürlenen, karartılan, elimizden alınan sadece blog sayfalarımız değil aslında, hayatımız ve hatta insanlığımız...Peki aydınlık için birşeyler yapmamız gerekmez mi???



***Gün içersinde BLOGGER.COM üzerindeki kapatma kararının yürütülmesi durduruldu. Ne zamana kadar bilinmediği gibi internet üzerinde hala eksik kanun ve yanlış uygulamalar nedeniyle kapatılmış olan site ve yayınların varlığını da göz ardı etmemeli. İşte bu nedenle SERBEST YAZARLAR PLATFORMU haklarını savunmaya, taleplerini iletmeye ve demokratik çözümler aramaya yani kısaca yoluna kaldığı yerden aynen devam ediyor.



Resim: bp3.blogger.com/.../pyHiHzQfqSo/S220/sansür.jpg

DUYURU

26.10.2008
Biz SERBEST YAZARLAR PLATFORMU’nda buluşuyoruz: http://www.serbestyazarlar.com

Tepkinizi anlatan yazılarınızı posta@serbestyazarlar.com adresine gönderebilirsiniz.

Bu platformda üye olarak yer almak isterseniz lütfen seçtiğiniz e-posta adresinizi; blog adresinizi ve isminizi eklemeyi unutmayınız. İlk anda olmasa da ilerleyen günlerde sizin adınıza birer kayıt açılıp kayıtlarınız posta olarak size ulaştırılacaktır. Yolladığınız yazılar ya da mesajlar SERBEST YAZARLAR PLATFORMU’na hemen eklenecektir.

ARKADAŞLARIMA...

22.10.2008
“Bence arkadaşlık sadece arkadaşlıktır. Birini görmek size iyi geliyorsa, onu dinlemekten, ona anlatmaktan hoşlanıyorsanız, çirkinliği, aptallığı onu küçümsemenize yol açmıyorsa, güzelliği, zekası bir parça olsun sizi kıskandırsa da gurur duymanızı sağlıyorsa, onunla abuk sabuk konular hakkında bile sohbet etmek sizi rahatlatıyorsa, onu arama gereği duyuyorsanız, onu düşündüğünüzde yüzünüze rahat, geniş bir gülümseme yayılıyorsa sorun kalmamıştır. O kişi arkadaşınızdır. Onun zeki, aptal, iyi, yetenekli, kötü, zalim, kaba, nazik, güzel, çirkin, ünlü olmasının hiçbir önemi yoktur. Arkadaşlık bütün bu niteliklerin üstündedir çünkü. Yeter ki masumiyet kaybolmasın.” AHMET ÜMİT


Öncelikle beni layık görüp bana bu ödülü yollayan sevgili Muhabbet Çiçeği, Sufi Saja Ailesi, La Dolce Vita ve tnrzclk’e çok teşekkürler. Sürekli, her alanın kendine gönderen kişinin gönderdiği sayıdan 1 fazlasına yollayarak devrettiği DÜNYA ÇAPINDA ARKADAŞLIK ÖDÜLÜ’nü 4 ayrı kişiden aldığım için, bende sayıda sınır tanımadan sağ tarafta UMUR başlığı altında bulunan tüm arkadaşlarıma yolluyorum.



Teşekkür ederim arkadaşım olduğunuz ve arkadaşınız olduğum için...

KUMAŞ VE TERZİ

18.10.2008
Dokunduğun an dağılıverecek bir kumaş parçası gibi ömrüm. Vitrinlerdeki hiçbir elbiseye rengim uymadı. Yama gibi eğreti tek başınalığım. Üzerimde yılların tozu ve ağırlığı...

Bir prova mankeni gibi her beden hayat denendi üzerimde. Olmayan gözlerimden bakıyorum da zamana, üzerimdeki iğne izleri kadar çok ve derin hüznüm. Ya küçük geldi yalnızlığım bana, ya da içine hiç sığamadım. İçimdeki makas izleri hep kan kırmızı...

Dokunduğun an eriyiverecek bir kumaş parçası gibi ömrüm. Hiçbir açığı kapatamadı yüreğim, akıl oyunlarının hep gerisinde kaldı. Yitip gidecek ne varsa hep aslını yaşadım ben. Elimde kalan sadece yalan hayatların kopyaları...

Hiçbir yaşamın içine ait hissedemedim kendimi. Ya fazla gelip taştı yüreğim, ya eksik kaldı tüm bildiklerim. Yer edinemedim. Hayat denen bu albümde hep bir yanı kesilmiş bana ait anların fotoğrafları...

Şimdi seçim senin; dokunup ta en ince ipliklerine kadar ayıracak mısın kalan ömrümü ellerinle. Yoksa en bıçkın terzinin bile yapamadığını yapıp, alıp da yüreğimi yüreğine dikecek misin. Ekleyecek misin kendi ömrüne...


Resim: Salvador Dali

ELİMİN GİTMELERİ

15.10.2008
Saatin sesiyle zaman ikiye bölünüyor yine. Hayat ikiye bölünüyor, ben ikiye...Bir yanımı uykunun o sıcacık koynunda bırakıyor aklım, düşlerimin peşinde...Diğer yanım söylenerek kalkıyor yataktan. İşte yine aynı şey diye düşünüyorum aynada yüzüme bakarken. Karşımda aynı bildik ama bir o kadar da yabancı yüz bana ait olan...

Ellerimle son düş parçalarını da söküp alıyorum yüzümden. Ve gerçek olana hazırlıyorum kendimi. Gerçek yaşama...Zamanın izine bırakıyorum ellerimi. Bana katacaklarını, benden alıp geride bırakacaklarını bilmeden. Hiç düşünmeden. İşte diyorum ellerimle başladığım bir gün daha...

Ve sonra gece kendimle başbaşa kaldığımda alıp da yerleştiriyorum bütün düşlerimi yüzüme, gözlerime yeniden. Ve öyle kapatıyorum gözlerimi. Ben her gece avuçlarımda sakladığım düşlerle giriyorum karanlığın o tedirgin koynuna. Sadece kendim biliyorum.

Cebimden çıkarıp masaya koyduğum ellerime bakıyorum şimdi, ilk defa görmüş gibi. Ellerim, ellerim benim...

Günümü başlatıp gecemi sona erdiren ellerim. Gün içersinde nereye koyacağımı bilemediğim ellerim. Beni dinlemeden bir kitabın satırları arasına, bir telefonun aranmayacak tuşlarına, bir yaşamın unutulmayacak hafızasına kayıp giden ellerim...

Dilimin söyleyemediklerini dillendiren, yüreğimin gösteremediklerini hissettiren ellerim...Belirsizliğin telaşını, bir sevginin sıcaklığını, bir yalanın acımasızlığını, hayal kırıklığının acısını gözler önüne seren ellerim...Yüzümün gizlendiği, yüzümü gizlediğim ellerim...

Ellerimle tuttuğum ne kadar da çok şey varmış. Ellerimle yaşadığım...Avuçlarımın arasında sakladığım ne çok düş. Taşan ne çok gerçek. Peki ya ellerimin arasından kayıp gidenler...

Tutamadıklarım...

Tutamadığım ellerine...


Resim: i122.photobucket.com/.../memduhmengi/Eller.jpg

YAĞMUR VE GÜL

11.10.2008
Yağmuru sever miydi, bilmiyorum. Sormamıştım. Söylememişti. Hepsinden önemlisi paylaşmamıştık bile. Çünkü biz, o bunaltıcı yaz sıcağında eritip tüketmiştik, elimizde aşk adına ne varsa. Yağmur o günlerde bizim aşkımızın sokaklarına hiç uğramamıştı. Gitmeye karar verdiği gün, içimde başlayan, çoşan ve bir okyanus olan yağmuru ise hiç bilmedi. Sormadı. Söylemedim. Neden sonra, bizim oralara da uğramaya karar vermişti işte yağmur. Ama ıslanan sadece bendim...

Yağmuru sever miydi bilmiyorum. Ama kırmızı gülü çok sevdiğini bildiğim için, kırmızı bir gül gönderdim ona yağmur yerine. Nedeni yok, benim gibi üşümesini istemedim belki de...Isındı mı bilmiyorum. Sormadım. Söylemedi. Ve böylece, çiseleyen bir aşkın tarihi, yağmura değil tek bir kırmızı gül tanesine yenildi.

Şimdi, delicesine bir yağmur dışarıda. Ve soğuk. Benim içimse, kırmızı bir gül tanesi kadar sıcak ve dingin. Islanan kim, bilmiyorum...

Resim: img159.imageshack.us/.../7831/adszk21nb2ou3.png600 x 459 - 216k

MELEK KARDEŞİME...

10.10.2008
Bugün bir fidan diktim senin için. Bugün bir fidana adını verdim.

Telafisi olmayan bir zaman hatasına denk geldik daha çok küçükken, kısa olan çöpü sen çektin. Şimdi hayat senden çaldığı yılları bana ekliyor. Sen 1,5 yaşından bakarken hala bana, benim gözlerim yaşlanıyor.

Biliyor musun en çok gökyüzüne baktığımda hatırlıyorum seni. Gözlerinin rengindendir diye düşünüyorum. Bu yüzden belki de en sevdiğim renk mavi...

Belleğimin tozlu rafları arasında beynimi kanatırcasına dolanıyorum. Bir yüz, bir ses, bir iz aradığım, bana seni anımsatan. Hayalet yüzlerle dolu çerçeveler taşıyor raflardan, kulaklarımda çınlayan boğuk sesler arasında yarım kalan çocuk gülüşün var.

Dokunuşunu anımsayamadığım eller uzanıyor bedenime, küçücük ellerini arıyorum aralarından. Tanıdık bir yığın bakış dolanırken üzerimde, senin mavi gözlerin bana çok uzaklardan bakıyor.
Belleğim anılar mezarlığı, ölü düşlere gebe. Artık rüyalarımda bile sana rastlayamıyorum. O kadar çok zaman geçti ki üzerinden belki bu yüzden bu kadar küçük, bu kadar az sana ait anılar, anlar taşıyorum.

Çok akıllı olduğunu söylerdi annem. Ve benim tüm cadılığıma ve kıskançlığıma rağmen bana çok düşkün olduğunu, beni çok sevdiğini...Bu kadar büyük bir akla ve yüreğe sahip olduğun için mi sığamadın bu dünyaya ve ansızın çekip gittin bilmiyorum.

Düşünüyorum da, artık daha iyi anlıyorum annemi. O sınırsız yüreğinin aniden dikenli tellerle çevrilip için için kanayışlarını, karşılıksız bir sevginin bir avuç toprağa gözyaşı olup akışlarını, bir yanı eksildiği için diğer yanına, “bana” olan sarılışlarını, sığınışlarını...

Yaşandığı anda adını koyamadığım bu acının, bir ucundan tutup azaltamadığım bu yasın gizli bir tanığıydım bir zamanlar. Ama şimdi dile dökmediğimiz kelimelere, kaçırılan bakışlara sığınıp birbirimizden habersiz, her sene bu zamanlarda birlikte söylüyoruz ismini...

Bugün bir fidana adını verdim. Büyüdükçe, dalları gökyüzüne kavuştukça söyleyemediklerimizi iletsin birbirimize diye...

Seni benim yaşıma getirsin, ya da beni senin çocukluğunda yaşatsın ki yeniden, kaybettiğimiz zamanı, eksik kalan yanlarımızı, tamamlayamadığımız oyunlarımızı telafi edelim.

Bugün bir fidan diktim senin için...
Adını beyaz bir taşta görmektense yeşil bir fidanda bilmeyi seçtim.

*Bu yazı eski bir yazı ve kardeşim için katıldığım proje çerçevesinde onun adına diktiğim bu fidan şu anda 1.5 yaşında...


Resim: www.payidar.net/attachments/arkaplan-resimler...

YALNIZLIĞA DAİR...

7.10.2008
Bir yara gibi...

Hani içinde bir yerde, senin bile farkında ol(a)madığın, gözle görülmeyen bir yanında mesela, artık senin ayrılmaz bir parçanmış; elin, gözün, kulağınmış gibi taşıdığın, her canın sıkıldığında, acıdığında veya acıttığında başkalarını istemeden, bir günün bir diğerine uymadığında, kendini bilmediğin huysuz ve umarsız zamanlarında, içindeki boşluklar üşüdüğünde, şimdiye kadar kaç kişiyi üşüttüğünü düşündüğünde, başkalarına az kendine fazla geldiğinde, ya da tam tersini hissettiğinde, yakalayamadığında akıp giden zamanı, tutamadığında her istediğinde istediğin yerinden hayatı, kendini hep geç kalmış hissettiğinde, ama yetişmek için artık çabalamadığını farkettiğinde, sürekli anlaşılmadığından şikayet ettiğinde, ama sen anlatabildin mi bilmediğinde, gün bitişlerinde, mevsim geçişlerinde, her sene sana bir yaş daha eklendiğinde, bir sevgiliden ayrıldığında, bir başkasına sil baştan aşık olduğunda, bir dosta kırıldığında, ailene gücendiğinde, kimi zaman hiç sebebsiz, kimi zamansa sebebini bile bilmediğinde, el yordamıyla çabucak bulup da yerini, bir anda gün yüzüne çıkardığın, tatlı-sert kaşıyarak, canını acıtarak hatta tekrar tekrar kanattığın, ve o kan dinip o sızı geçene kadar, hani tekrar kabuk bağlayıp da içindeki o vazgeçilmez ama bir o kadar da farkedilmez yerini alana, sen kendi içinden çıkıp da tekrar yaşamla bağını kurana kadar, hem kendi hayatına hem de başka hayatlara kan kırmızı bir izle bulaştırdığın bir yara gibi yalnızlığın...

Bilirsin işte...
Boş verilmiş bir yalnızlıktır aslında seninkisi...
Ama boş değil...

***Kardeşim efsa'ya...

Resim: loadtr.com

BAKALIM BEN NE İSTERMİŞİM...

4.10.2008
Vakti zamanında sevgili peri’m (ilham perisi) mimlemişti beni hem de iki ayrı konuda. Birini arayı açmadan yazmıştık da diğeri öylece beklemedeydi. Sonra başka bir gün aynı mim yine düştü kafama. Bu sefer yollayan sevgili “muhabbet çiçeği” idi. Derken araya iş yoğunluğum girdi, ardından doğum günüm sonra upuzun bir bayram tatili…Oh ne güzel bu mim unutuldu gitti diye düşünmedim bile çünkü ben bile unutuvermiştim. Ama sevgili “muhabbet çiçeği” bugün şöyle bir dürtünce beni aklım başıma geldi. Anladım ki yazmadan bu mimden kurtulamayacağım ne yazık ki…


Şaka bir yana sevgili “ilham perisi” ve “muhabbet çiçeği”nin bana pasladığı, ama bir türlü yazamadığım “kadınlar ne ister” konulu mimle ilgili sanırım artık bir şeyler karalamamın vakti geldi. Diğer arkadaşlarımın neler yazdığına şöyle bir baktım da aslında çok da farklı şeyler geçmiyor kafamdan. Bende olayı kişiselliğe indirip bir kadın olarak istediğim birkaç şeyden bahsedeyim. Birkaç dediğime bakmayın aslında bu konu dallanıp budaklanır, laf lafı açıyor şeklinde uzar gider ya neyse…


* İçeriğinde saygı olmayan her türlü ilişkinin bir süre sonra zarar verici bir hale dönüşüp kopacağına ve bir şeyleri veya birilerini koparacağına inandığımdan öncelikle ve her zaman SAYGI istemekte ve beklemekteyim. Ama kadın olarak değil İNSAN olarak…

*Özellikle uzun zamandır görüşmediğim eski komşu, uzaktan akraba, eş dost vb kişilerle yaşadığım karşılaşmalarda tarafıma yöneltilen ilk sorunun yaşım ve bununla ilişkili olarak medeni durumum değil de nasılsın, neler yapmaktasın, en son hangi kitabı okudun, vizyona son giren Pacino ve De Niro’lu gerilim filmini izledin mi vb. şeylerle ilgili olmasını istemekteyim.

*Bir soru sorduğumda baştan savma cümleler veya sessizlik yerine iyi-kötü bir cevap istemekteyim. Tamam bazen bir kadın olarak çok soru soruyor ve hatta bildiğim şeyleri tekrarlatıyor olabilirim. Ama emin olun ki iyi-kötü bir cevap vermek varken baştan savmalar ve geçiştirilen yanıtlar almak beni susturmayacağı gibi sorularıma yeni ve daha yaratıcı sorular ekleyecektir.

*Özellikle erkeklerin sayıca fazla olduğu mekanlara ilk girişte karşılaştığım göstermelik ve yapmacık sevgi, saygı, kibarlık kokan hal ve hareketlerin yerine gerçekten içten gelen ve doğal olan saygı ve kibarlık istemekteyim.

*Sırf kılık kıyafetim ve konuşmamdan ötürü zaman zaman bana tanınmak istenen öncelik ve kolaylıkların ve hatta saygının diğer tüm kadınlara ve hatta erkeklere de gösterilmesini istemekteyim.

*Tanışma, buluşma vb konulardaki ilk tekliflerin benden geldiği durumlarda dile dökülmese bile hala kafalardan geçen şaşkınlık ve soru işaretlerinin artık sona ermesini istemekteyim.

*"Kadınlar çiçektir, su ister." vb düşüncelere şiddetle karşı çıkıyor değilim elbette. Ama kadınların her şeyden önce birer insan olduğunun, “korunma” gibi kavramların fazlaca abartılıp her fırsatta bir zaafmışcasına öne sunulmaması gerektiğinin asla unutulmamasını istemekteyim.


Aslında bu konu böyle uzar gider ama ben burada kesmek niyetindeyim. Ve bir mimi daha bitirmiş olmanın verdiği keyifle topu kadınların ne istediğine dair erkek görüşlerini merak ettiğim sevgili “la paragas”, “tnrzclk” ve “korn”a atıyorum. Hadi bakalım top size doğru geliyor ister yakalayın ister bırakın yanınızdan geçip gitsin…


***Aha unutmadan sevgili Siminim, siminya'm eylül pırtı olarak bir de sana attım bu mimi. Yaz diye değil sadece bana cevap ver diye emi...





Resim: img158.imageshack.us/img158/3352/womenwantnar...