Pages

BAŞKA BİR AŞK HİKAYESİ

30.03.2010
Aşk bir yalan üzerine kurulabilir mi? Belki. Peki gerçeğin bedelini en çok kim öder? O yalanı söyleyen mi, o yalana inanan mı, o yalanla yeniden hayat bulan mı, o yalana şahit olan mı, yoksa o yalan yüzünden dışarıda bırakılan mı?

O, Sebastian değildi. Olamazdı da zaten. Ama bunu o an için, hastane koridorunda karşılaştığı ve kızlarının geçirmiş olduğu trafik kazası nedeniyle şokta olan aileye söyleyemedi. Ne de olsa kazaya o neden olmuştu ve üstelik kızın durumu da ağırdı. Aile ise yoğun bakımda yatan kızlarını ziyarete gelen bu adamı, yani Jonah’ı, kızlarının erkek arkadaşı Sebastian sandı. Julia’nın Sebastian’ı. Jonah kendi dışında ve ani gelişen bu sürece, vicdan azabı, şaşkınlık, endişe ve korkunun karışımıyla ses çıkar/a/madı. Kısa bir süreliğine diye geçirdi içinden, ortalık yatışana kadar, Julia iyileşene kadar mesela, ne kaybederdi ki? Ve onlar için Sebastian olarak kaldı.

Bir kazayla gözünü açtı bu yalan. Vicdan azabıyla kendini buldu, korku ve endişeyle büyüdü yavaş yavaş. Ve çok da zorlanmadan, hatta en çok da sahibinin inancıyla tam da hayatın ortasında, kendisine iyi bir yer buldu. Biri söyledi, biri inandı. Bir başkası şahit oldu, bir başkası bu yalanla hayat buldu. Bir diğeri ise bu yalan yüzünden dışarda bırakıldı. Gerçek hep gölgede kaldı, hep bir sonraya ertelendi. Yaşanan hayat sorgulandı, gizem ve tutku cazip yönünü gösterdi. Ve nihayet aşk bulaştı bu yalana. Aşk, yalanı meşrulaştırıp başka başka hallerde gösterdi. Hayat bir anda yalanın ta kendisi oldu.

O, Sebastian değildi. Olamazdı da zaten. O Jonah’tı çünkü. Eşi ve iki çocuğuyla yaşayan, farklı ülkeleri gezme hayalleri kuran, yaşamdan çok ölümün ilk hallerini fotoğraflayan kendi halinde, adli tıp fotoğrafçısı, sıradan bir adam. Bir gün bir kaza yüzünden, bir yalan söyledi. Ve bu yalanın uzantısında, bir süre sonra kendi gerçeğini kaybettiği için Sebastian olarak kaldı. Oysa onun bilmediği gerçek öyle büyük ve ağırdı ki, aşk bile temize çıkaramazdı yaşananları. Çıkaramadı da zaten. Belki de bu yüzden ölürken bile Jonah değil, hala Sebastian’dı.

Aşk bir yalan üzerine kurulabilir mi? Elbette. Peki gerçeğin bedelini en çok kim öder? O yalanı söyleyen mi, o yalana inanan mı, o yalanla yeniden hayat bulan mı, o yalana şahit olan mı, yoksa o yalan yüzünden dışarıda bırakılan mı?


*Bu yazı Just Another Love Story filmini seyrettikten sonra yazılmıştır.
**Görsel: Filmden alınmıştır.





İYİ DİLEKLERİM

28.03.2010
Sabahları uykuyla uyanıklık arasında geçirdiğin, o “5 dakika daha” diyerek yaşadığın en tatlı düşlerinin içinde gelsin. Zorla kalktığın her günün başlangıcındaki o keyifsiz, asık suratlı, nemrut yüzünün tam ortasına sıcacık bir tebessüm olarak yerleşiversin. Tıklım tıklım dolu bir otobüste sinirle söylediğin “arkaya doğru ilerler misiniz arkadaşlar” cümlesinin arkasına ekleniversin sakince. Bugün biter mi, diye başlayıp, ah bir haftasonu gelse, diye devam eden düşüncelerinin arasına çaktırmadan giriversin.

Sen yoğun geçen bir iş gününün tam ortasındayken mesela, iyice sıkılıp daraldığın, zorlandığın bir zamanda rahatlatıversin seni. Hiç ummadığın bir anda gelen hoş bir haberle aydınlanan yüzündeki ışığa ekleniversin. İş arkadaşlarınla şakalaşmalarının neşesine, yediğiniz yemeğin o çok sevdiğin tadına karışıversin farkettirmeden. Günün bitimine yakın yaşanan toparlanma telaşına, dostlarla buluşacak olma heyecanına eşlik etsin.

Bir dost buluşmasında, uzun zamandır dile gelmemiş bir sohbetin kelime kelime güzelliğine yansısın. Yad edilen zamanların hüzünlü iç çekişlerini hatırlatsın sana ama çok değil, hemen o hüznü alıp şimdinin değerine, geleceğin iyi niyetlerine dönüştürüversin. En kısa sürede yapılacak bir sonraki buluşmanın sözü olsun aranızda, güzel bir akşamın bitişine son noktayı ekleyiversin.

Akşam eve gittiğinde ailenle yaptığın gün sonu değerlendirmelerini iyi-kötü tamamlasın. Haberleri seyrederken, neden uzun zamandır iyi birşeyler görüp, duymadığını düşündüğün o sıkıntılı hallerini geçirip, iyi şeyler olacağına dair umut versin her daim. Okuduğun kitabın 105. sayfasından 106. sayfasına geçerken mesela, bir an durup da, aldığın keyfi sindirdiğin o kısacık zaman dilimine denk gelsin. Uykuya yenik düşmeden önce düşündüğün, içinden geçirdiğin en son şey olsun ki, yansısın düşlerine...

Zaman zaman sanki sen burada değilmiş, hatta hiç olmamışsın gibi, gözlerinin ve yüreğinin boşluğa baktığı, o hiçbir şey düşünmediğin, hissetmediğin anlarda ilişiversin hemen yanına ve seni tekrar yaşadığın ana döndüren hayatla arandaki o kopmaz bağ olsun her zaman.

Sesi, şamatayı, sevincin, heyecanın coşkuyla karışık taşkınlığa dönüştüğü halleri sevmezsin pek, bilirim. Hem ne gerek var ki. Kimseye farkettirmeden, hatta sana bile, parmak uçlarına basarak gelsin yeter. Aralık kalmış bir pencereden yavaşça süzülerek girsin içeri. Sessiz sedasız gelip de oturuversin yanına. Rüzgarın esintisiyle, bahar güneşinin aydınlığını fısıldasın kulağına. Hiç bitmesin dediğin anlarda, hep seninle, hep yanıbaşında olsun. Ve bir daha hiç gitmesin...


*İlk yayın tarihi: 30/01/09

**
Görsel:
Deviantart

DİLE GELEN...

21.03.2010

“Sen! Bütün kelimelerin odaklandığı, sözcüklerin iyeliği..Seni sana, sendekini kendine, kendimdekini de satırlara döktüren o büyülü aşk. Yeniden yazabiliyorum diye bağırdığım güzel sevgili. Dağınık düşüncelerde kaybolup giderken, bir bahar serinliğinde içimi dolduran umudum. Sabrım, sessizliğim, yalnızlığım. Gecemde yaşayan parçalanmış bir ölümden doğan güneşim. Yılların içinde biriktirdiğim, tozlu sayfaların arasına sıkıştırıp unutmaya çalıştığım sevgim. Bahar günü kırlarda tomurcuk. Açmaya çalışan çiçek. Günebakan, güneşe dönen renk. Ne renk ama…Yavruağzına dönen gülücükler, hiç kaybolmayan kadifeliğinde lacivert. Sen yine sen…Hep sen…”


ADALAR VE KITALAR
UZAY GÖKERMAN



*Bazen senden çok daha önce, senden çok daha güzel söyleyenler vardır; senin yerine dile getirenler. Sen sadece okur, gülümser ve altını çizersin. Teşekkürler sevgili Uzay Gökerman; içimdekileri dile getirdiğin için...


Görsel: Deviantart

İÇİMİN GİTMELERİ

19.03.2010
Başladığı yerde bitiyor aslında farkında mısın?

Aynı kelimelerden aynı cümleleri kuruyorsun ama hepsi başka bir dile ait. Duydukların beklediklerin aslında ama nedense anladıkların değil çoğu zaman. Aynı gözlerden ayrı ayrı hayatlara bakıyor buluyorsun kendini bir süre sonra. Bildiklerinle yanılmaya, yanılgılarınla yaralanmaya, yaralarınla sanmalara varıyorsun. Kaybolmaya müsait zamanlar arıyorsun kendine, zaman bile bilmezden geliyor, kaybolup gidiyor, unutup duruyor, tanımayıp yok sayıyor ama sen hep aynı zamanda, aynı yerde, aynı şekilde kalıyorsun. Bitiyorsun...

...

Bittiği yerde yeniden başlıyor aslında farkında mısın?

Henüz duymadıklarına dair özlemler biriktiriyorsun içinde farkında bile olmadan. Görmediklerine bırakıyorsun gözlerini geldiklerinde rastlamak için, henüz dillendirmediğin sözlerini yeni diller için ayırıyorsun. Akılsız yüreğinle yüreksiz aklını barıştırmak için çabalıyorsun içten içe. Bir yanını diğer yanından saklayıp da bazen, içinde yine, yeni ve yeniden umut büyütüyorsun. Küçük küçük işaretler buluyorsun kendine; bir gökyüzü mavisine, bir çocuk gülüşüne, bahar yeşiline, bir dost sesine, hayatın kendisine kanıyorsun. Başlıyorsun...

...

Koca bir arafta yaşıyorsun aslında sen ve diken gibi batıyor kokusundan vazgeç/e/mediğin yalnızlığın farkında mısın? Oysa ne varsa içinde hepsi hayat, her şeye rağmen sadece hayat...Biliyorsun...



*İlk yayın tarihi: 14/07/08
**Görsel: Deviantart

AKLIM HEP SENDE...

15.03.2010
Hiç yoksan da, yalnız bir düşsen de
Aklım hep sende, sende, hep sende...
Gelmesen de, yalnızca beklensen de
Aklım hep sende, sende, hep sende...

Irmak olsan, sulasan toprağımı benim
Yıkansa suyunda derim...

Bir gizsen de, şarkımda tütsen de
Aklım hep sende, sende, hep sende...
Bir yolsan da, hasrete çıksan da
Aklım hep sende, sende, hep sende...

Bıçak olsan, saplansan ruhuma benim
Kanasa ucunda derim...

Bir gizsen de, şarkımda tütsen de
Aklım hep sende, sende, hep sende...
Bir yolsan da, hasrete çıksan da
Aklım hep sende, sende, hep sende...

Hep sende, hep sende, hep sende...


Bir TANJU DURU eseri olan bu parçayı kendi sitesinden dinleyebilirsiniz.


Görsel: Deviantart








ÇİLİNGİR SOFRASI

12.03.2010

Bu zıkkımın yanında
Arnavut ciğeri ister, bir.
Çiroz salatası ister, iki.
Cacık ister, üç.

Adalet, müsavat, hürriyet demeye
Sadece yürek ister.

METİN ELOĞLU


Sevgili a.nur... 'bir şiir sitesinde daha evvel çok da aşina olmadığımız bir şairi seçiyoruz ve karşımıza çıkan şiir adlarından birine tıklayıp, şiiri paylaşıyoruz, istersek birkaç cümle sarfediyoruz şiir hakkında...' diyerek bir mim yollamıştı bana. İşte benim payıma düşen şiir de bu oldu. Birkaç cümle söylemeye gelince bence üzerine söylenecek bir söz yok. Sizce?

Ben de bu mimi sevgili 7.oda’ya, Vladimir’e ve MİNA’ya yolluyorum.

Görsel: Buradan alınmıştır.

KENDİME SATAŞMALAR

10.03.2010
Saklandığın yerlerden vuruyor hep zaman. Sustuğun yerlerden acıtıyor en çok canını. En büyük yalanı kendine söylüyor da yüreğin, zamanı kandıramıyorsun işte. Kaçış yok. Geldiğinde kapatamıyorsun kapını...

Oysa sen de biliyorsun herkes kadar yalnızlığın. Ne eksik diğerlerinden, ne daha fazla. Sen sadece öznesi yapmışsın cümlelerinin. Yetinmemiş küçük harflere sığdırmaya çalışmışsın. Bilinmeyen bir dilden geliyor ya hani bazen kendine bile sesin. Bundandır ağırlığı...

Başı sonu belli olmayan yolculuklarda geçiyor ömrün. Öyle çok dalıp gidiyorsun ki bazen, kendi izini kaybediyorsun kendi içinde. Geçmişte kaldığın yerlerde mi aramalı seni, geleceğe varmalarda mı beklemeli bilinmez. Aralarda bir yerlerde sıkışıp kalmışlığın.Yüreğin sanmaktan yorgun, aklın hep varamadığın yerlerde takılı.

Oysa sen de biliyorsun herkes kadar üşümen. Ne daha az diğerlerinden, ne daha çok. Sen sadece gecelere kurmuşsun düşlerini, yastıkaltında sakladığın. Gündüzleri gerçeklerin zamanında yaşıyorsun. Ses etmediğin acılar biriktiriyorsun yüreğinde damla damla. Bundandır fazlalığı...

Zaman hep koşar adım gelip geçiyor yanından. Geçerken her seferinde, hızla çarpıyor sana. Şöyle bir yalpalatıyor, silkeliyor seni. Geçmişin dikişleri atıyor, hafifçe kanıyor yüreğin. Sendeliyor ama düşmüyorsun. Ardına bakmadan çekip gidiyor sonra zaman. Dudaklarında acı ama tanıdık bir tebessüm bırakarak...

Görüyorsun bir tekerleme gibi sürüp gidiyor işte hayat. İçinde eskilerden kalma silinmez izler. Dilin döndüğünce yaşamaktır çalıştığın. Dilinin dönmediği yerlerdeyse geçmişe sarılırsın. Zamanın merhametine sığınıp, kendinden kaçarak...

***

Kendime dediğime bakma, aslında kendimden ziyade daha çok sana dair bu sataşmalar. Kendimizi kandırarak değil de, dilimiz döndüğünce yaşayarak yorulmalı aslında. Dilimizin dönmediği yerlerde birbirimizin kelimelerine sarılmalı. İyisiyle kötüsüyle dağılmalı ve dağıtmalı bazen. Ama toparlanacağın son gücü de içinde tutarak. Bir keresinde bana yazmıştın ya hani “yüzümde şu aralar hep aptal bir gülümseme var kötü şeylere inat. Sanki ben yüzümü asarsam kötü şeyler sevinecek.” diye...İşte ben yüzünde herşeye inat, hep o aptal gülümsemeyi görmek istiyorum. Ve hatta o gülümsemenin diğer yarısı olmak...


*İlk yayın tarihi: 18/03/09
**Görsel:
Deviantart

KARŞI PENCERE-II

8.03.2010
''Sevgili Davide,
Bizi sonsuza dek terk ettiğinden beri Martina sık sık seni soruyor.
Sana hala Simone diyor, hikayeni ona anlatacağım.

Dün işte, ilk kez kendim için bir pasta yapmak istedim.
Hangisini pişirdiğimi tahmin et.
Şefin yorum yapması gerekmiyordu.
Ama pazar günü için yapılacak pastalar listesine benimkini de ekledi.
Sanırım bu iyiye işaret.

Filippo gündüz vardiyasına geçmeyi başardı.
Piyangodan para çıkmış gibi sevindi, çok mutlu oldu.
Şimdilik ondan daha fazlasını isteyemeyeceğimi biliyorum.

Biliyor musun, Lorenzo'yu düşündüğüm zaman;
Yüzünü unutmaya başladığımı fark edip korkuyorum.
Artık sesini hatırlamıyorum.
Şimdi ne yapıyor?
Kime gülümsüyor?

Hala tavsiyene ihtiyacım var Davide.
Senin bakışlarına, senin jestlerine...
Ama aniden senin jestlerinin benim olduğunu fark ediyorum.
Konuştuğum zaman senin gibi konuştuğumu fark ediyorum.
Seni terkeden herkes her zaman yanında kendilerinden bir parça bırakıyor mu?
Anılara sahip olmanın sırrı bu mu?
Bu doğruysa kendimi daha güvende hissedeceğim.
Çünkü asla yalnız kalmayacağımı bileceğim.''


KARŞI PENCERE/MEKTUPLAR


P.S: Bir düşünün bakalım ne kadar kalabalıksınız? Kaç parça kalmış geçmişten bu yana aklınızda, yüreğinizde, içinizde...Ve kaç parçaya bölünüp duruyorsunuz farkında bile olmadan, hiç bitmez sandığınız yalnızlığınızın içersinde...

BİR GÜNÜN HİKAYESİ

5.03.2010

Bugün;

Miskin bir kedi gibi pencerenin önünde oturdum. Arabalar, insanlar, ilkokul çocukları, güzel kadınlar, gerçek kediler önümden geçtiler. Hızlı, yavaş, konuşarak, kavga ederek. Geçtiler.

Bugün;

Eski bir Türk filmi izledim. Başından sonuna kadar. Adam barlarda çalışan kadına adını sordu. Kadın “Sabahat” dedi. Adam, barda çalışan her kadının takma bir adı olacağı inanıyla büyümüştü. Gerçek adın ne, diye yineledi. Kadının cevabı bitiriciydi. “Takma olsa Sabahat mı olur?” Siyah beyazdı film. Gözümde renklendi.

Bugün;

Uzun bir seyahate çıkmayı düşündüm. Hiç tanımadığım yerlere, tanımadığım insanları keşfe. Afrikalı bir siyahla, kadın ya da erkek fark etmez, işaretlerle anlaşmak müthiş olurdu. Sonra herkesin bir zamanlar bunları düşünüp hiç yapmadığı aklıma geldi. Kendimden biliyordum. Daha önce de bu seyahatleri istemiş, daha önce de hiç yapmamıştım.

Bugün;

Hayata ne kadar yakın, ne kadar uzak olduğumuzu da düşündüm. İşe gitmemiz gerekiyordu, eve gitmemiz, yemek yememiz, çocuklarımızın başını okşamamız gerekiyordu. Bu açılardan hayata çok yakındık. Ama o koşturmaca içersinde bir dakikalık bir boşluk olduğunda aynı soruyu soruyorduk hemen kendimize; nereye?

Bugün;

Çok uzun bir gün oldu. Herşeyi yapabilirdim. Tüpü açık bırakmak mı? Belki. Küçük bir meyhanede bayılana kadar içmek mi? Belki. Çocuklarla top oynamak mı? Belki. Hiçbirini yapmadım.

Bugün;

Bir kitap okudum. Adamın biri, insan en çok gerçek acılarından kaçar diyordu. Ben bir kaçış ustasıydım.

Bugün;

Seni hiç düşünmedim...


ÖMER ÖZGÜNER
(OCAK-BİBA)



Görsel: Deviantart

ADALET

3.03.2010

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre;

Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.

Sağolasın Dursun Erselligil. 61 yaşında kör, felçli ve üstelik kalp hastasısın. Ama tüm bunlara rağmen ödeyemediğin 45 TL’lik su borcun nedeniyle cezanı çektin ve 4 gün hapis yattın. Hatta üzerine faiz işlemiş olan bu borcunu ödemezsen yine gireceksin cezaevine.

Sakın utanıp sıkılma durumun için. Aksine sevin. Ne mutlu sana ki; sayende olması gereken yapıldı ve adalet sağlandı. Sen en güzel, en iyi örneklerden biri oldun bizler için. Çünkü sen; demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşısın!


Görsel: Deviantart