Pages

DİPSİZ KUYU

28.05.2009
Ustura kesiği bir söze açtım bugün kulaklarımı. Önüm arkam darma duman. Kulağımda notasız bir bekleme melodisi...

Bekleyesim var.
Beklemem lazım.
Beklemeli biliyorum.

Tam ortada kalmışlığım. Solum söylenmemiş sözler. Sağımda küfür ağırlığı. Önümde yarım kalmış cümlelerden koca bir duvar. Kendi sesimi sakladığım. Kendi sesimden saklandığım.

Duvara çivilenmiş bir takvime yazılı adın. Gelişi olmamış bir gidişte saklı.Yüreğimde kazılı. Sustuğun yerde izin kalıyor. Boğuluyorum.

Ustura kesiği bir güne açtım bugün gözlerimi. Yer gök kızıl duman. Alev alev. Düşümde kan lekeleri...

Gidesim var.
Gitmem lazım.
Gitmeli biliyorum.

Tam ortada kalmışlığım. Solum düş. Sağım gerçek. Önümde yalandan bir duvar. Adını kendimden bile sakladığım. Kendim saklandığım.

Kaldırım taşlarına kazınmış adımlarım. Geleceği olmayan bir geçmişe takılı. Başımı alıp gitsem yüreğim kalıyor. Dağılıyorum.

Ustura kesiği bir hayata açtım bugün penceremi. Pervazından seyrediyorum da şimdi gidişini.Gri bir gölge bırakıyorsun ardında. Yüzü olmayan. Geçtiğin sokaklar fırtına habercisi. Gökyüzüne bakıyorum. Yağmur topluyor.

Sonsöz; Dipsiz bir kuyuya attığın taşın peşindeyim şimdi. Dayadım kulağımı. Bekliyorum. Sesi(n) gelmiyor.


Görsel: Deviantart

ENGELLERİ KALDIRALIM MI?

25.05.2009
“Türkiye’de 8.5 milyon kayıtlı engelli var. Sosyal paylaşım ve uyum alanlarının eksikliğine bağlı olarak topluma ve hayata karışamadıkları için görmezden, duymazdan geliniyorlar.”

“Kalbini engelleme, engelleri kaldır”


diyordu http://www.engellerikaldir.com/ sitesi projelerinin başlangıcında. Evet belki bütün engelleri kaldırma şansımız yok şu anda ama önce kendi kalbimizdekileri –varsa- kaldırarak, bakmakla yetinmeyip görmeye çalışarak ve bir ucundan destek olarak birşeyler yapabiliriz eğer istersek. Bu anlamda sevgili Buraneros’un başlattığı güzel bir projeye dikkat çekmek istiyorum; bazı yazılarımızı sesli kaydederek görme engelli arkadaşlarımızın da bloglardan yararlanması konusunda...

“Görme Özürlü kişi, himayeye muhtaç, acınacak ve çaresiz bir insan değildir. O, diğer insanlardan çok farklı, olağanüstü yetenekleri olan ve başkalarının duyamadığı sesleri duyan, mucizevi bir yaratık da değildir. Diğer insanların sahip olduğu olumlu ve olumsuz özelliklerin hepsi onda da mevcuttur. Görme özürlüler arasında da başarılı olan, başarısız olan, yetenekli olan, yeteneksiz olan, bencil olan veya toplumun çıkarlarını düşünen insanlar bulunabilmektedir. Yani görme özürlü de herkes gibi bir insandır.

Farklı yazı sistemini kullanarak o da aynı kitapları okur. Farklı metotlarla aynı bilgileri ve aynı eğitimleri alır. Diğer insanlarla aynı okulları, aynı işyerlerini, aynı caddeleri, aynı eğlence yerlerini paylaşır. Kısacası görme özürlü olmak diğer insanlardan farklı bir kişiliğe sahip olmak demek değildir.”

Konuyla ilgili internet üzerinde küçük bir araştırma yaptığımda karşıma çıkan bu iki paragraf aslında pek çok şeyi özetliyor. Bizden kişilik olarak hiçbir farkı olmayan, sadece okumak ve yazmak için farklı metodlar kullanan insanlara bizde bu metodlar anlamında çok basit bir şekilde elimizden geldiğince yardımcı olabiliriz.

Buraneros’un öncülüğünde başlayan bu proje sevgili Evren, Şebnem ve Arzu'nun değerli fikir ve önerileriyle gün geçtikçe olgunlaşıp “ayrı bir blog” açmaya doğru hızla ilerlemekte. Benim gibi teknik olarak katkıda bulunamasanız, yani ses kaydı yapıp ekleme şansınız olmasa bile en azından fikirsel olarak yardımcı olabilirsiniz. Bu konuda emin olun herkesin fikir ve öneririsi, yardım ve desteği bir engelin daha kaldırılması demek olacaktır.

Son olarak sevgili Buraneros’un konuyla ilgili yazısı buradan okuyabilir ve fikirlerinizi iletebilirsiniz.


Alıntı: http://korler.bilkent.edu.tr/
Görsel: http://www.banucosar.net/

KABUS GİBİ MİM

23.05.2009
1. Yıl sonunda zengin olmak koşulu ile bir yıl boyunca her gece kabus görmek ister miydiniz ?

Maddi olarak hemen hemen herkesin sıkıntılı olduğu böylesi bir dönemde zengin olmak çok cazip gelse de sonundaki kabus olayı işi bozuyor. Tadını çıkartamadıktan, akıl ve ruh sağlığım bozulduktan sonra parayı ne yapayım ben. Aklım, ruhum ve manen sahip olduğum zenginlik bana yeter diyerek almayayım alana da mani olmayayım diyorum.

2. Kör olma ve sağır olmak arasında nasıl bir seçim yapardınız?

Düşününce ikisi de birbirinden kötü aslında. Görme ve duyma engelli insanlarımıza gerçekten kolaylık diliyorum. Sanırım benim tercihim görmekten yana olurdu...

3-Öleceğiniz anı bilmek ister miydiniz?

Hayır asla bilmek istemezdim. Bildiğim an bir sürü şeyi yetiştirme ve yapma telaşından hiçbir şey yapamaz halde olurdum çünkü...

4. Bu gecenin son geceniz olacağını öğrenseniz, birine söylemediklerinizden dolayı üzülür müydünüz?

Sadece birine değil pek çok kişiye belki de. Ama en çok da kendime söyleyemediklerime. Ne de olsa bir insan önce kendisine karşı açıksözlü ve dürüst olmalı öyle değil mi...

5. Bir yıl boyunca herşeyin mükemmel olduğu, ancak yıl sonunda o yılı unutacağınızı bile bile yaşanmasını ister miydiniz?

Unutmak diye birşey olmadığına inanırım ben. Ama burada hafıza silmek gibi birşeyden bahsediliyorsa eğer sonunda hiç yaşanmamış sayılacak bir zamanı, bana ne ekleyip benden neler götürdüğünü bilmediğim bir dönemi neden yaşamak isteyeyim ki...

6. Eviniz yanıyor, aileniz ve siz kurtuldunuz. Son bir kez daha eve girme şansınız olsa, neyi kurtarırdınız?

Tekrar eve gireceğimi hiç sanmam ama soru gereği illaki girmem gerekiyorsa muhtemelen kitaplarım olacaktır...


Uyarı Notu: Dikkat! Bu mim vakti zamanında sevgili Bekriya tarafından yollanmıştır. Son kullanım tarihi geçmiş olduğundan kimseye paslanmayacaktır. Bilginize...


Görsel: Deviantart

HALA AŞK VAR MI?

20.05.2009
Bir melek...

Havada bir bekleme kokusu var. Ağır, karamsar ve soru dolu. İşte tam da o anda, aniden bastırıveren bir yaz yağmuru gibi geliyor, hazırlıksız yakalayıveriyorsun herkesi, beyaz duvarlı bu hastane koridorunda. Bir melek gibisin, bu dünyaya ait değilmişcesine bukle bukle saçlarından, deniz gözlerinden, herkese cömertçe dağıttığın gülücüklerinden, o ufacık ellerinden orada bekleyen herkesin, hepimizin yüzüne, gözlerine, ellerine, üstüne başına umut bulaştırıyorsun. Yaşamın o taze, yeni, iç gıdıklayıcı kokusunu bırakıveriyorsun yanıbaşımıza. Aşk oluveriyorsun bir anda. Aşık ediyorsun. Ah küçüğüm, bir bilsen tek bir gülüşünün aşkına kaç kişinin yaşamın kıyısından dönüp de tekrar hayata dahil olduğunu...

Bir şehir...

İçindeki şehire sor iyisi mi sen, o söylesin sana diyor, umutsuz ve yorgun gözlerime bakarak. Bugüne kadar kaç sokağından geçtiğini ömrünün, kaybolduğunu sandığın yollarında kaç kaldırımına davetsizce çöküp kaldığını, ve her seferinde yeniden toparlanıp ayağa kalktığını...İçinde kendini hala toparlayamamış bir şehir var ve eğer o biterse sende bitersin görüyorum. Ama biliyorum ki sende, içinde bir yerlerde hala, yıkılmış, talan edilmiş bu koca yüreği yeniden kuracak kadar büyük bir aşk da var...

Bir dünya...

Bugünle yarın arasında koca bir dünya var. Her kaybettiğimde seni bana yine bulduran ve her bulduğumda beni sana yeniden başlatan koca bir dünya. Aşk zaman tanımıyor biliyor musun her an yine, yeni ve yeniden başlıyor bugünle yarın arasında...

Bir insan...

Varlığıyla yok etmemek için yokluğuyla yaşatan insanlar tanıyorum, diye bitirdi sözlerini. Hem de gerçekten seven, sevmeyi bilen insanlar...Nasıl diye sordum. Anlatılmaz ki bu, dedi. Kimi zaman aşkın öldürdüğü anlar vardır. Ve insan katil olmamak için sessiz sedasız giden olmayı seçer, ardında tamamlayamadığı cümlelerin günahını onu öldürerek temizleyen yürekler bırakarak...

Bir güzel...

Başka bir hal var bugün üzerinde, sanki başka bir parıltı, başka türlü bir güzellik...Nasıl demeli, kocaman bir yaşam gelip de yerleşmiş sanki içine, birken iki olmuş gibi, ve ne zaman yüzünü bana çevirse gözleri aşk bakıyor, aşktan bakıyor.

Hala aşk...

Var mı diye soruyorsun bana. Var diyorum. Hemen burada, bak yanıbaşında, avuçlarının arasında, sokakta, belki de her köşe başında, bir çocuğun gözlerinde, bukle bukle saçlarında, yaşama telaşında, o telaşın şaşkınlığında, gökyüzü mavisinde, toprak kokusunda, bir şehrin tam kalbinde, yüreğinin tam da ortasında, gördüğün her yerde, görebileceğin her zamanda...Evet hala aşk var sen görmek istedikten sonra...


*Bir melek, bir şehir, bir dünya var mı... Bir insan, bir güzel, hala aşk var mı...diyor ya hani Redd bir şarkısında, işte ona dair birkaç kelime...


Görsel: Deviantart

OĞUL

18.05.2009
Anne ben geldim, üstüm başım
Uzak yolların tozlarıyla perişan
Çoktan paralandı ördüğün kazak
Üzerinde yeşil nakışlar olan

Anne ben geldim, yoruldum artık
Her yolağzında kendime rastlamaktan
Hep acılı, sarhoş ve sarsak
Şiirler çırpıştıran bi adam

Kurumuş kuyunun suyu, incirin
sütü çoktan çekilmiş
Bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi
Ayrık otları, dikenler bürümüş

Kapıdaki çıngırak kararmış nemden
Atnalı ve sarmısak duruyor ama
Oğlum, mektup yaz diyen
Sesin hala kulaklarımda

Anne ben geldim, ağdaki balık
Bardaktaki su kadar umarsızım
Dizlerin duruyor mu başımı koyacak?
Anne ben geldim, oğlun, hayırsızın..


Ahmet ERHAN


*Ahmet Erhan’ın bu harika şiiriyle ilk olarak Teoman’ın “O” adlı albümünde tanışmıştım. Şiirde, şiiri Teoman’ın sesinden bir şarkı olarak dinlemekte her zaman tüylerimi diken diken etmeye yetmiştir. Uzunca bir aradan sonra bu şiiri bana hatırlatan sevgili beyazmavi’ye çok teşekkürler...

**Teoman’dan dinlemek isterseniz; Oğul


Görsel: Deviantart

CEBİMDEKİLER

15.05.2009
Lütfen üzerinizde metal olan her şeyi bırakın ve tekrar geçin” diyor güvenlik görevlisi, x-ray cihazının ben içinden geçerken çıkardığından daha metalik bir sesle. Genelde herşeyini çantasında taşıyan ve bu nedenle de çantadan bir şey alması gerektiğinde bir hayli zaman harcamak durumunda kalan ben, bir yandan ceplerimi boşaltmaya çalışırken bir yandan da üzerimde metal olan ne var ki, diye düşünüyorum ister istemez.

Bir yanım diğer yanımı yalancı çıkarmak istermiş gibi birkaç madeni bozukluk çıkıyor cebimden. Şaşırıyorum çünkü bozuk paraları cebime koymak gibi bir huyum olmamakla birlikte sırf bunun için taşıdığım bozuk para çantam bile var oysa ki. Unutmuşum herhalde diyerek tekrar geçiyorum ama yine aynı ses çıkıyor cihazdan. Bu sefer güvenlik görevlisi konuşmak yerine bakışlarını metalleştirerek üzerime dikiyor. Tekrar sokuyorum ceplerime ellerimi.

Eskilerden, çok eskilerden kalma bir sinema bileti, herşeyi saklama huyum tarafından günün süprizi olarak sunuluyor önüme. Aklıma o güne dair ayrıntılar geliyor, öncesine ve sonrasına dair görüntüler ışık hızıyla geçiyor belleğimden. Niyetlenip de dile dökemediğim birkaç güzel söz çıkıyor sinema biletinin peşisıra. Kısa cümlelere sığdırılmış uzun anlatılar, küçük notlara yazılmış büyük anlar, bir eşyaya yüklenmiş kocaman anlamlar...Kimlere ve hangi zamanlara ait olduklarını düşünüyorum kısa bir süre, derken bulmuş olmanın sevinci kaçamak bir tebessümle yerleşiveriyor hemen yüzüme. Sonra birden, yaşanıp da bitirilmemiş, anlatılıp tüketil(e)memiş bazı sıkıntılı anlar beliriyor aralardan bir yerlerden. Karanlık, can acıtan, yok sayılan, hatırlanmak istenmeyen...İçimin gölgesi yansımış olmalı ki gözlerime “iyi misiniz” diye soruyor güvenlik görevlisi yanıbaşımda, ben isteksizce ceplerimi boşaltmaya devam ederken.

Belleğin en korunaklı, gizli kapaklı odasının kapısı gizlice açılmış gibi, elimi attıkça kimilerinin varlığını benim bile unuttuğum, unutmuş gibi yaptığım bir sürü şey dökülüyor önüme. Yüzü olmayıp ta izi kalan insanlar, cevabı verilmemiş sorular, sessizliğin örttüğü zamanlar, kabuk bağlamış yaralar, bitirilmemiş öyküler, öznesi olmayan cümleler, ertelenen acılar, sebepsiz kırgınlıklar, kişiler, sözler, yaşamlar...Geçmiş yaşanmışlıktan çok, bir yük gibi sıkışıp kalmış belleğimde, ağır bir koku gibi sinmiş üzerime, adımları belirsiz koyu bir gölge gibi takipte yüreğimi.

Ellerimi ceplerimden çıkartıp masaya koyuyorum yorgun bir ifadeyle. Ne çok doldurmuşum ceplerimi diye düşünüyorum önümdeki koca yığına bakarken. Gerekli gereksiz ne çok şey taşımışım, hala da taşıyorum bana ağırlık yaptığını, beni zorladığını, yorduğunu, önümü tıkadığını bile bile...Ben kendi yüzümü saklayıp sakınırken göstermeye, ceplerim olduğu gibi içimi yansıtıyor önüme. Ceplerim içimin aynası gibi...


Görsel: Deviantart

DENİZ FENERİ

14.05.2009
Lacivert bir karanlığın tam ortasına düşüyorsun. Gök yere kavuşuyor tam o anda, yer sana. Sen bana karışıyorsun. Bir deniz feneri yanmaya başlıyor birden, kamaşıyor gözlerimiz. Gök yerden biliyor ışığı, yer sana soruyor. Sen susup da tüm karanlığınla, tüm karanlığa susup da uçsuz bucaksız, sadece beni aydınlatıyorsun.

Unuttuğun yerde gelip de buluyorum seni. Sustuğun yerde ben başlıyorum anlatmaya. Gittiğin zamana dönüyorum sessiz sedasız. Vazgeçtiğin yerde daha sıkı sarılıyorum hayata. Öyle bir zamanda beliriyor ki adın, hiç gelmemiş saysan da sen kendini, yüreğini hiç gelinmemiş bilsen bile, sıfırlanıyor tüm takvimler. Silbaştan varolurken tüm günler, her mevsim dönümünde sen tekrar başlıyorsun içimde, her seferinde yeniden yaşanıyorsun..

Akıp gidiyorken işte böyle yaşam; bir ölü sessizliğindeyken zaman ve ellerimde bir hüzün ağırlığı, kimi zaman kendimden bile uzaklarda, hep hayatın satır aralarında çıkıyorsun karşıma. Bu yüzden ya belki, hayat her gün biraz daha tükenirken ve çıkıp giderken belleğimden binbir telaşla, sadece sen, bir tek sen kalıyorsun aklımda...

Unutulmuyorsun...


Görsel: Deviantart

KENDİMİN GİTMELERİ

12.05.2009
Bir kapı eşiğinde bekliyordu, herhangi bir mevsimden kalma geçmiş zaman sözleriydi kendine yinelediği, eksik birşeyler vardı hareketlerinde, bir yarımlık, bir aksaklık, sanki uzatıp da elini kapatamadığı, adını koyamadığı bir yaşamdan üzerine hep hüzün, hep acı, hep yalnızlık esiyordu.

Üşüyen yüzüne baktım uzun uzun, ama okuyamadım zamanı. Ne bir kelimesine eklenebildim geçmişinin, ne de varlığım şimdiye değebildi, kendime bile yabancı kalıverdim bir anda, oysa o üzerine sinmiş eski zaman kokusu, hatırlayamayacağım uzun yollardan, yüzleşemeyeceğim anlardan, dile dökemeyeceğim hatalardan, çok uzaklardan geliyordu.

Hem herkesi andırıyordu, koca bir kalabalıktı kendini bile zor taşıyan, hepimizden bir parça vardı içinde, bir bakış, bir ses, bir yüz, bir iz, hem de bana, sana, ona, ardımda bıraktıklarıma, eski bir fotoğraf karesine, belleğin sakladığı pek çok ana, henüz düşlenmemiş bir yüze, hiç varılmamış bir zamana, hiçbirimize, hiç kimseye benzemiyordu.

Neden sonra farketti baktığımı. Gülümsedi. “Rüzgarın esmesini bekliyor şimdi yüreğim” dedi, belli belirsiz bir sesle. Bir aynanın karşısında kendi kendine konuşur gibiydi, zaman akmıyordu.

Geçmişim, içimin denizinde can çekişen bir balık gibi, çekip de almalı, kurtarmalı onu artık. Alıp, aklımın kıyısından, anılarla beslediğim bir ömrün okyanusuna salmalı...


Görsel: Deviantart

TEK BEKLEYENİM

8.05.2009
Az gittim. Uz gittim. Dere tepe düzdü çoğu zaman. Akıl veren çok oldu. Ben hep yüreğimin izinden gittim.

Virajlara denk geldim. Tali yollara saptım. Otobüsleri kaçırdığım oldu. Yanlış duraklarda indim. Mola yerlerinde unutuldum.

Erken vardım, kuşluk vakti olmadan. Çok bekledim. Bekletildim. Vardığımda herkesin gitmiş olduğunu gördüm bazen de. Kimse tarafından beklenilmedim.

İçimdeki çocukla inatlaştım. O ağladı. Ben güldüm. Taviz vermedim. Büyüdüm.

Pantalonumu çıkardım. Etek, elbise giydim. Makyaj yaptım. Kadın oldum. Evet dedim. Kabul ettim. Onay gördüm. Melek dendim. “Hayır”larım istenmedi. Yanlış anlaşıldım. Dinlenmedim. Şeytan bilindim.

Aklın hep bir karış havada derdin ya bana lise yıllarındayken. Aklım yerine indi, anne. Ama yüreğimi indiremedim. Yüreğim bir karış havada kaldı.

Ya eksik kaldım ya fazla sevdim. Ortayı tutturamadım bir türlü. Çok ağladım. Ağlattım belki de. Uykuyla uyanıklık arasında gidip gidip gelmeler yaşadım. Kendimi verdim. Kendimden geçtim. Ama sevmekten asla vazgeçmedim.

Eski güleç yüzlü rakı sofraları kalmadı artık anne. Seni gururla tanıştırdığım, senin sevgiyle kadeh tokuşturduğun yüzlerin çoğu albüm sayfalarında kaldı. Onlar başka masaların konuğu artık. Yaşım parmakla sayamadığım kadar çoğaldıkça etrafımdaki insanlar, kalan yıllarım kadar azaldı.

Ama ben yenilmedim. Çünkü sen vardın. Unutulduğum duraklarda beni tek bekleyendin. Karşılıksız tek sevenim oldun. Ağladığımda gözümden boşalan yaş, şen kahkaham, zafer çığlığım, pürtelaş sevincimdin. Aşklarımın sınırsız heyecanı, ayrılıklarımın sessiz ve derin hüznü...Çocukluğumun annesi, kadınlığımın örneğiydin.

Öğrettiğin yoldan yürümeye devam ediyorum ben de şimdi. Hergün aynı otobüste karşılaştığım esmer tenli kıza, adını bilmediğim halde günaydın diyorum mesela. Her bahar gelişinde yeniden aşık olmayı bekliyorum. Evimin kapısı davetsiz misafirlere her zaman açık. Gökyüzüne her baktığımda, söylediğin gibi, maviyi görüyorum. Yeniliyorum her seferinde umudumu. Eksik yanlarımı tamamlamaya çalışıyorum. “Keşke”lerime takılmadan hep önüme bakıyorum.

Kızgınlıklarım geçici, öfkelerim asılsız. Sevgilerim sağlam. Saygım sınırsız...

Çünkü ben senin kızınım anne. Yüzünün güzelliğini alamadım belki ama yüreğimin büyüklüğünü senden edindim. Ve bununla da gurur duyuyorum...

Yanımdasın. Ne mutlu bana. Kutlu olsun. Bu günün...Yarının...Pazarın...Her günün...

KİTAPLI MİM

6.05.2009
Sevgili Kara Kalem mimlemişti beni. Bende aynı onun gibi o “dört harfli” kelimeyi dile getirmeden hala oku(ya)madığım ve okumayı çok istediğim 10 kitabı -her ne kadar bu konuda çok açgözlü olsam ve aslında içimden daha nice 10lar geçiyor olsa da ilk aklıma gelenleri- öncelik sırası olmaksızın yazıyorum.

1) Mesnevi/Mevlana
2) Binbir Gece Masalları
3) Kem Gözlere Anadolu/Elif Şafak
4) Halil Cibran’ın tüm kitapları
5) Harry Potter Serisi/J. K. Rowling
6) Yaşar Kemal/Ö.Seyfettin gibi Türk Edebiyatı’nın önemli yazarlarının hala oku(ya)madığım bazı eserleri...
7) Dünya Klasiklerinden henüz oku(ya)madıklarım...
8) Yaşama Uğraşı/Cesare Pavese
9) Tanrı’nın Doğumgünü/Burak Özdemir
10) Yerdeniz/Ursula K.Le Guin


Bu güzel mimi eğer yazmak isterlerse sevgili Uzağa Giden Kadın, Evren ve münzevi'ye yolluyorum...

Görsel: Deviantart

YAĞMUR BULUTU

4.05.2009
Bir yağmur bulutunun ağırlığı sinmiş senin yüreğine, diyor kocaman gözlerini dikerek gözlerime. Bu yüzden belki de her yere taşıdığın bu gergin ve karanlık halin.Yüzüne yansıyan bu gri gölge...

Biriktirdiklerin kendi yüreğinin düşmanı aslında, farkında değil misin? Geçmişi sırtında taşıyarak, sadece kendi duvarlarında yaşayarak, kendini kendinden bile saklayarak hangi hızla, nereye kadar gidebilirsin?

Başka sözlerde, yerlerde, yaşamlarda arama kendi telaşını. Hayat başka bir yerde değilki aslında, senin içinde. Bu yüzden önce kendine anlatmayı dene, kendi duvarlarını yıkıp, kendine dürüst olmayı. Yaşamak önce kendi öykünü yazmaktan başlar. Ertelemekse içindeki yumağı büyütür sadece, oysa acılar anlatıldıkça hafifler ve çözülür, bilmelisin.

Hadi bırak artık kendini ve yağ şimdi hem de bardaktan boşanırcasına.Yağ ki içindeki bütün zehir akıp gitsin. Bütün birikintilerden temizlenip, arınsın yüreğin. Yine, yeni, yeniden hayattan yana baksın gözlerin. Yağmurdan sonra temizlenmiş toprak kokusu sinsin üzerine. Ve tekrar kurutup ıslanan yüreğini güneşte, yenile kendini. İyileştirip, yeniden sarıp sarmala içindeki tüm iyi niyetleri...

Susuyor ve çekip gidiyor arkasında nemli bir toprak kokusu bırakarak. Gözlerimi kaldırıp gökyüzüne bakıyorum. Gri bir yağmur bulutu dolaşıyor beyazlar içersinde. Hemen arkasında yüzünü göstermeye çalışan güneşi farkediyorum sonra. Kapatıyorum gözlerimi. Bir yağmur bulutu yüreğimden çoğalıp, gözlerimden yağmaya başlıyor usulca. Güneş yürekli bir dostun söylediği gibi...


***Yol üstü notlarından yolun sonundaki yeni düşlere, yeni düşlerle bekleyen dosta dair...


Görsel: Deviantart

TEŞEKKÜR...

2.05.2009



Sevgili Bekriya, Belgin, Coffeé, Evren ve Kara Kalem layık görmüş beni Smart Blog Ödülü'ne...Çok teşekkür ediyorum kendilerine ve naçizane yukarıdaki çiçekleri yolluyorum.


Vermem gereken Smart Blog Ödülleri'ne gelince; başta beni ödüle layık gören arkadaşlarım olmak üzere her zamanki gibi UMUR listemdeki herkese yolluyorum...


İyi ki varsınız...




Görsel: Deviantart