Pages

GÜN/ON ÜÇ

21.09.2012

Ne garip...bir zamanlar varlıklarını an ve an kendine eklediklerinden, şimdi geride bıraktığın her günü birer birer düşüyorsun. Kimbilir belki de böyle avutup kendi kendini, vazgeçişlere, eksikliğe, sessizliğe böyle alışmaya çalışıyorsun.

Sakinleşiyor zamanla hayat. Sakinleşiyor zamanla insan. Aklında, yüreğinde, vücudunun her zerresinde dolaşıp duran, çarptıkça acıtan ve bağırtan acı bile, içine yavaş yavaş yerleşip sakinleşiyor bir süre sonra. Bir elin aklında, diğeri yüreğinde kendine kalıyorsun sadece. Kendinle kalıyorsun. Sanki en başından beri hep varmış gibi içinde bir yerlerde, melodisini hatırlayıp da sözlerini unutmuş olduğun bir şarkı gibi, hayra yorarak başkalarının bakışlarındaki deliliğini, kendi kendine mırıldana mırıldana alışıyorsun. Suyun üzerinde sektirilen bir taş gibi belki de; ne var , ne de yok, ne içinde, ne de dışında...Dibini görebildiğin ve her damlasını hissettiğin bir su birikintisinin üzerinde hayata değe değe durmaya çalışıyorsun. Yaşıyorsun.

Yaşıyorsun işte böyle. Değişen pek bir şey yok. Hala zor ve bir o kadar acı. Hala soruların, sorguların, kendinle, geçmişle hesaplaşmaların var. Ve hala her şeye rağmen düşünüyor, özlüyor ve seviyorsun. Ama işte bir süre sonra bırakıyorsun ya artık kendini hayata, acı dahil hiçbir şeyi ertelemeden, sadece kendi içinde olması gerektiği gibi yaşıyorsun. Sakince ve zamanla geçer aldanışlarına kanmadan üstelik. Geçmez çünkü, biliyorsun...



ZAMAN/LA GEÇER (Mİ?)

19.09.2012




Zamanla geçer, derler. Geçer elbet. Ama, zaman geçer. Geçip gider üstüne bir çizik atarak. Bazen ekleyip sana, bazen senden birer birer çıkartarak. Zaman geçer gider hiç bakmadan ardına, geçmişe hiç takılmadan, seni hiç görüp duymadan. Ama sen geçmezsen eğer o zamandan, içindeki yaradan, acıdan, karanlıktan vazgeçip de kaldırmazsan eğer başını gökyüzüne, geçmez işte. Gerçekten bitmesi için zamanla değil, zamandan hiç değil, senden geçmesi gerek önce...

İşte sırf bu yüzden dostum öncelik sen olmalısın, öncelik sensin. Aşk, acı, hüzün, mutluluk kısaca hayat adına iyi kötü ne varsa onlar zaten en başından beri senin içinde. Sadece biri veya birşeyler gün yüzüne çıkarıyor içinde olanı. Evet dışarı çıkarmalarına, yaşamalarına ve yaşatmalarına izin ver. Ama senin içindeki hayatın, senin hayatının sahibi olmalarına sakın izin verme. Çünkü o sana ait sadece, bir başkasına değil. Bir başkası onu gün yüzüne çıkardı diye, asla böyle bir hakka sahip değil. Olamaz da...

Aynen öyle, yavaş yavaş çıkacaksın yüzeye. Ve evet, bazen yüzeye ulaşmak için dibe vurmak gerekir senin de dediğin gibi. Arada sırada tek bir sözle, tek bir bakışla yalpaladığın olacak. Yüzeye vardım sandığında, daha çok uzağında olduğunu fark ettiğin zamanlar olacak. Elinin, ayağının, aklının, yüreğinin uyuştuğu, tutmadığı anlar olacak. Sen geçmişi ardında bırakmaya çalıştıkça, geçmiş senin üzerine abanıyormuşcasına, boğuluyorum sandığın zamanlar olacak. Hatta ayağına takılı bir taş gibi seni tekrar dibe çektiği anlar da olacak. Ama eğer o taşı ayağına bağlayanın kendin olduğunu, en dibe inebileceğin gibi, istersen o halatı çözüp yüzeye çıkmanın da sadece senin elinde olduğunu unutmazsan o zamanların hepsinden geçer gidersin. Ve sen bunu yapabilirsin dostum. Sen bu güce sahipsin.

O yüzden içindeki deniz seni boğmadan, geçmişinde boğulmadan, çok geç olmadan çevir hadi başını tekrar gökyüzüne...


*Görsel: Deviantart