Pages

UYAN/MAK

29.11.2011

sen eski düşlerinde
uyuyorken hala
ben yeni yeni
sana uyanıyordum
kayıptı söz...

bulduğumuzda;
sen uyandın
ben yoruldum.




*İlk yayın tarihi: 16/12/09'
**Görsel: Flickr.com

KENDİM/L/E KONUŞMALAR-XII

25.11.2011












Şairin dediği gibi; büyüdükçe insan daha da yalnız kalıyor, doğru. Ve yalnız kaldıkça daha da büyüyor hep içine içine, hep kendine doğru. Bu yüzdendir ya belki de; ne yaparsa yapsın bir daha hiçbir yere, hiç kimseye sığamıyor.



Görsel: Özge Baki

BİR BABAYA MEKTUP

23.11.2011
“Alınan bu karar en doğrusu. Çünkü yakında af çıkacak ve senin aftan yararlanmak için yakalanmış olman lazım. Korkmana gerek yok. Biz her türlü teması yaptık ve hiç sıkıntı çekmeyeceksin. Ve kesinlikle daha rahat edeceksin. Yakında af çıktığında ise bu olay bitmiş olacak ve unutacağız, geleceğe bakacağız.”

Unutacağız elbet. Hatta çoktan unuttuk bile, baksana artık bu haber eskidi. Sizler eskidiniz. Şimdi yeni gündemlerimiz var bizim hayata ama en çok da ölüme dair. Yeni cinayetlerimiz var, yeni tecavüzlerimiz, kazalarımız var sonra, ortadan kaybolup bir daha kendilerinden haber alınamayan çocuklarımız var. Grevlerde açlık sınırına dayanmış işçilerimiz var, vatan sağolsun diyerek evlatlarını şehit vermenin acısını yüreklerine gömen ana babalarımız, ısrarla çözülmeyen, adalet önünde cezası verilmeyen, hapisten davullarla zurnalarla salıverilen katillerimiz var sonra.

Anlayacağın hayat devam ediyor aynı şekilde ve bizler yeni yeni acılar ekliyoruz kendimize her gün gazete sayfalarından. Televizyon ekranlarından yeni yüzler kazınıyor belleklerimize, eskilerin, sizlerin üzerine. Ekliyoruz, bir süre kendi aramızda bire bin katarak konuşuyoruz, sadece konuşuyoruz hiçbir şey yapmadan, bitirip tüketiyoruz sonra sıkılıp bıkıyoruz aynı konudan ve yavaşça hatta kendimize bile fark ettirmeden bir bakmışsın başka bir konuya geçiyoruz. Hep bir sonrakine, hep bir sonra ki unutmaya kadar...

O yüzden siz sakın endişelenmeyin aileniz, kendiniz, en çok da oğlunuz için. Sizin deyiminizle istemeden bir kaza yapmışsınız, arabayı duvara vurmuşsunuz sadece, ama en azından siz sağsınız, oğlunuz sağ nasıl olsa. Her şeyi unuttuğumuz, unutabildiğimiz gibi bunu da unuturuz, sileriz hafızalarımızdan. Aslında unutmak diye bir şey yoktur da bence, işte nasıl denir unutmuş gibi yaparız, bir daha anmayız adlarınızı, yok sayarız düşünmeye bile dayanamadığımız, kaldıramadığımız bu yaşanmışlığı, en azından. Af çıkacak demişsiniz ya hani, henüz ufukta gözükmüyor olsa bile siz istedikten sonra, sizler onay verdikten sonra olur elbet pek yakında, biz buna da ses çıkarmayız. Göstermelik olarak birkaç yıl yatıp çıkarsınız sadece “af”ın dayanılmaz hafifliğinden yararlanarak.

Hapisteki o birkaç yıl zaten dışardaymışcasına rahat geçer sizler için, siz bir baba, bir aile reisi olarak ailenize sahip çıkar, üzerinize düşeni fazlasıyla yaparsınız, öncesinde yaptığınız gibi. Başka bir yerde yaşamanıza gerek kalmaz belki de ama en kötüsü yurtdışında kendinize yeni bir hayat kurarsınız. Bu sefer kaçak olarak değil ama, bir “hata”nın bedelini ödemiş, cezasını çekmiş insanlar olarak başınız dik dolaşırsınız sağda solda. Hiçbir şey olmamış gibi devam edersiniz işinize, gündelik yaşamlarınıza. Hiç olmadı yeni bir düzen kurarsınız yepyeni hallerinizle. Sonra bir gün bakarsınız oğlunuz evlenir, güzel bir eşi olur ve sonra da çocukları. Dede olmanın müthiş hazzını yaşarsınız, çok ama çok seversiniz torunlarınızı. Ve o küçük melekler için dua edersiniz içten içe; bir gün gelir de birine inanmanın, birini sevmenin bedelini Münevver gibi ödemesinler diye...


*27 Ocak 2010: Yukarıdaki bölüm Münevver Karabulut’u öldürmek suçuyla şu an hapiste bulunan ve şubat ayında yargılanmayı bekleyen Cem Garipoğlu’na, yine bu cinayet sırasında oğluna yardım etmek suçuyla yargılanacak olan babası Mehmet Nida Garipoğlu’nun, teslim olması amacıyla yazdığı söylenen bir mektuptan alıntıdır.

**Ve 18 Kasım 2011: Münevver Karabulut’un katil zanlısı sanık Cem Garipoğlu, “çocuğa karşı tasarlayarak, canavarca bir hisle ve eziyet ederek” öldürmek suçundan, en üst sınır olan 24 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Baba Nida Garipoğlu beraat ederken, anne Garipoğlu ve amca Hayyam Garipoğlu’nun aralarında bulunduğu diğer 5 sanık 3’er yıl hapse mahkum edildi.

24 yıl ceza alan Cem Garipoğlu 2 yıl 3 aydır tutuklu. Normal koşullarda 21 yıl 9 ay daha infaz süresi var. Şartlı salıverme kanununa göre eğer bu tarihten 13 yıl 9 ay sonra iyi halli olduğuna dair rapor verilirse 8 yıl öncesinden serbest kalacak.


***Görsel: Flickr.com

BEŞ SATIRLA...

21.11.2011

Annelerin ninnilerinden,
spikerin okuduğu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
anlamak, sevgilim, o, müthiş bir bahtiyarlık
anlamak gideni ve gelmekte olanı.


NAZIM HİKMET RAN


BÜYÜ/MEK

17.11.2011
Eskiden müzikten birbirimizin sesini duyamadığımız -işin aslı duymak için çok da çaba harcamadığımız- mekanlarda kutlardık doğum günlerini. Kalabalık mekanlarda -ki her birimizin yanında bir de kendi kalabalıklığı. Küçücük masalara sığamayacak kadar büyüktü ya heveslerimiz, hayallerimiz, düşüncelerimiz, aşklarımız, yüreklerimiz, oturmazdık pek. Bir elimizde içki, diğerinde yere göğe sığdıramadığımız hayat, daha çok ayakta salınırdık. Her şey birbirine karışırdı; sesler, konuşmalar, içkiler, danslar, insanlar; herkes birbirine. Gecenin sonunda ne kadar yorgun, kafan güzel, uykulu olursan ol, koca bir tebessüm kalırdı yüzünde. Hüzün pek uğramazdı yanımıza, uğrasa da sessiz ama derinden sözleşmiş gibi, anında kovalardık.

Şimdi ise artık, büyük masaların konuğuyuz; önümüzde tabak, kadeh ve çoğunlukla karıştırıp kafamıza göre kullandığımız çatal bıçak çeşitleri. Her şeyin üzerinde bir ağırlık; kadehe doldurulan içki, çatalın ucundaki lokma, ağızdan çıkan söz, gözlerimizden yansıyan hayat. Olacak biteceklerin o heyecanlı telaşı, olan bitenin renksizliğine bırakmış artık yerini. Kayıtsızlığına, umarsızlığına...Her birimizin yüzüne sinmiş bir parça hüzün. Herkes bir parça gri. Ve belki de her birimizin yüreğinde geçmiş zaman düşleri. Tüm bu içinde olduğum ama bir şekilde hep eğreti durduğum zamana bakıyorum da şimdi; onca yaşanmışlığın ardından büyümek böyle bir şey mi sahi?



Görsel: Flickr.com

GÜN/ON BİR

14.11.2011
denizin ortasında
hayata tutunuyorum
hayatın ortasında
denize...
her ikisi de dalgalı, soğuk
ve gri bugünlerde
sahi ben en çok
hangisinde boğuluyorum?


Görsel: Flickr.com

VAN'A 1 MİLYON OYUNCAK KAMPANYASI

4.11.2011
Çocuk oyunlarında yıkılan bir ev gördünüz mü hiç?
Oyunlardaki gibi yıkılmaz evler yapmak, mutlu ve yaratıcı çocuklar yetiştirebilmek için...
Van’daki çocuklarımızı oyuncaklarla sarıyoruz.
Haydi! Top, bebek, lego, araba, yap-boz yollayalım.
Boya kalemi ya da bir kitapla çocuk gülücüklerine karışalım.

1Milyon Kalem Ailesi


Adres:
Van Valiliği
Cumhuriyet Cad.
Hükümet Konağı
65100 Şerefiye/VAN


*Konuyla ilgili 1MK dan da bilgi alabilirsiniz.

SUÇLU OLAN KİM?

1.11.2011
*Çok değil 1,5 sene kadar önce bazı araştırma sonuçları kullanılarak hazırlanmış bir yazı bu. Kullanılan araştırma sonuçları ise yine aynı dönemde; 29-30 Nisan 2010 tarihlerinde Yeni Yüzyıl Üniversitesi’nin düzenlediği “Cinsel Suç Kavramı ve Delillendirme” konulu sempozyumda İstanbul Adli Tıp Enstitüsü’nden Prof. Dr. Fatih Yavuz’un açıkladığı bilgilerden oluşmakta. 1,5 sene sonra bugün geldiğimiz noktadan baktığımızda en dikkat çeken nokta ise; araştırma sonuçlarına göre cinsel suçların ortaya çıkmama nedenlerinden biri olan “saldırganın cezalandırılmayacağı korkusu”nun yargı tarafından ete, kemiğe büründürülüp gerçek hale getirilmesi, kesinleşmesi! 13 yaşındayken 26 kişinin tecavüzüne uğrayan N.Ç'nin davasında inanılmaz bir gerekçeyle tecavüzcülere uygulanan ceza indirimi de bu durumun en iyi örneği!

***

Cinsel taciz ve tecavüz. Hep vardı ve hala da var. Ama son günlerde birbiri ardına patlak veren olaylar, özellikle çocuklara yönelik taciz ve tecavüz vakalarının sayısındaki hızlı artış ve gün yüzüne çıkan, çıkartılan dosyalar nedeniyle daha çok konuşulur, tartışılır oldu. Bir çocuğun bir başka çocuğa tecavüz edip öldürmesi ise bu konunun ne vahim ve tehlikeli bir boyuta geldiğinin en büyük kanıtı ne yazık ki...

Yapılanlar karşısındaki acı ve olabilecekler karşısındaki korku artık hepimizin yüreğine yerleşmiş durumda. Artık görmezden gelemeyeceğimiz, sessiz kalamayacağımız bu durum karşısında aslında pek çok olasılığın bizzat içimizde, evimizin içinde yer alabileceğini gösteren bir araştırmanın sonuçları açıklandı geçtiğimiz günlerde.

Yeni Yüzyıl Üniversitesi’nin 29-30 Nisan tarihlerinde düzenlediği “Cinsel Suç Kavramı ve Delillendirme” konulu sempozyumunda İstanbul Adli Tıp Enstitüsü’nden Prof. Dr. Fatih Yavuz’un açıkladığı araştırma sonuçlarına göre; saldırganların çoğu aslında içimizden biri.

Adli Tıp Enstitüsü’nün en küçüğü 1, en büyüğü ise 78 yaşında olan 1200 cinsel istismar mağduru arasında yaptığı araştırmada saldırıya uğrayanların yüzde 50’sinin çocuk ve saldırganların yüzde 90’ının ise tanıdık olduğu ortaya çıkmış durumda. Yine aynı araştırmada saldırının gerçekleştiği yerlere bakıldığında yüzde 60’ının saldırgan ya da mağdurun evi olduğunu görmekteyiz. Cinsel saldırının ortaya çıkmama nedenlerinin başında ise toplumun olumsuz yaklaşımı ve saldırı iddiasının ciddiye alınmayacağı korkusu yer almakta.

Yine Prof. Dr. Fatih Yavuz’un deyimiyle her yıl cinsel suçlarla ilgili adliyeye yansıyan davaların toplamı 13-18 bin arasında değişiyor. Yansımayanlar, yansıtılmayanlar düşünüldüğünde ise bu rakam neredeyse 20 katına yani 336 bin civarına ulaşıyor. Araştırmada yer alan diğer sonuçlar da aynı oranda çarpıcı ve düşündürücü.

Namus konusuna bu kadar önem verilen ve hatta uğruna acımasızca cinayetlerin işlendiği bir ülkede, cinsel taciz ve tecavüz olaylarında saldırganların büyük bir oranının tanıdık olması ve tüm bu saldırıların sonrasında toplumun olumsuz yaklaşımından korkularak sessiz kalınması büyük bir çelişki değil mi sizce de? Ve devletin bu çelişkiyi gidermek ve bu sorunu çözmek adına eğitim, yaptırım, ceza vb konularda bir an önce gerekli tedbirleri alması gerekirken, aksine bu çelişkinin devlete bağlı bazı merciler tarafından “kan davası olmasın” vb bahanelerle üstü örtülürmüşcesine sürdürülmesi ne kadar doğru?

Farkında mıyız acaba; bu çocuklar hepimizin. Bu çocuklar geleceğimiz bizim. Ne aileleri ne de devlet olarak kendi çocuklarımıza, kendi geleceğimize sahip çık/a/mıyor, hastalıklı ve ruhları zarar görmüş bir nesil yaratarak onların yüreklerini, masumiyetlerini yok edip vicdanlarımız kadar geleceğimizi de karartıyoruz. Kendi ellerimizle kendi çocuklarımızı cehenneme sokuyor ve orada onları yalnız bırakıyoruz. Peki böylesine bir cehennemin içersinde hangimiz yanmadan yaşayabilir ki?


ARAŞTIRMA SONUÇLARI:

MAĞDUR PROFİLİ:
*Erişkin Kadın: %35-40
*Çocuk: %50
*Erişkin Erkek: %5
*Zihinsel Engelli: %3
*Yaşlı: %1-3

SALDIRININ GERÇEKLEŞTİĞİ YER:
*Issız ve karanlık bir yer: %10
*Saldırgan ya da mağdurun evi: %60
*Bir başka ev: %20
*Diğer kapalı yerler: %20

ZORLAMA TÜRÜ:
*Fiziksel şiddet: %50
*Tehdit ve korkutma: %20-50
*Hile-kandırma: %20

SALDIRGAN PROFİLİ:
*Kadınlara yönelik: %75’i tanıdık
*Çocuklara yönelik: %90’ı tanıdık
*En küçük mağdur: 1 yaşında
*En büyük mağdur: 78 yaşında

CİNSEL SUÇLARIN ORTAYA ÇIKMAMA NEDENİ:
*Toplumun olumsuz yaklaşımı
*İddiasının ciddiye alınmayacağı korkusu
*Saldırganın cezalandırılmayacağı korkusu
*Saldırganı zor durumda bırakmamak
*Saldırganın misilleme korkusu




**Konuyla ilgili bilgiler buradan alınmıştır.


***Görsel: Flickr.com