Pages

YUNUS

26.10.2011
Yunus dün babasından gizli internet kafeye gitti. Sonra deprem oldu.

Enkazın altından çıkardıklarında ilk sözü “Saat kaç?” oldu. Epey geç olduğunu öğrenince de “Babam çok kızacak.” dedi. Bina üstüne yıkılmış, üzerinde tanımadığı bir adamın cansız bedeni ama Yunus hala babası azarlayacağı için endişeleniyordu.

Çocuk işte...

Yunus kurtulamadı.

Hani internette dolanır ya Hz.İsa’lı, Atatürk’lü siyah beyaz bir resim vardır. “30 saniye gözünü kırpmadan bak sonra duvara bak ne göreceksin” diye.

Hah işte.

Şimdi gözünü kapat ve sadece kalbinle bak şu resme. İster 30 saniye, istersen 1, farketmez.














Hala “Hak ettiler, İlahi adalet” diyebiliyor musun?

Diyebiliyorsan git şimdi duvara bak. O duvar aslında bir ayna. Sen de şu an kendini görüyorsun.




BEN "İNSAN"IM!

24.10.2011
Adım Özlem ve ben bir "insan"ım. Yaşımın, işimin, yaşadığım coğrafyanın, kimlik rengimin hiçbir önemi yok. Hatta adımın bile. Ben sadece bir "insan"ım. Aklımın alabildiği, beş duyu organımın hissedebildiği ve yüreğimin olabildiği kadar insan!

Kem gözlerin ve sözlerin hüküm sürdüğü bu akıl almaz zamanda, söz söyleme cesaretini gösterip, söyleyebilecek söz bulamayan veya sözü olamayanların çirkince susturduğu nice sayısız isimden biriyim ben de; Hem Hırant Dink'im hem de bir o kadar Uğur Mumcu!

Hem sokaktaki yaşam savaşında kendince tutunmaya çalışan tinerci çocuğum ben, hem de dünyanın herhangi bir yerinde açlık sınırına, sınırlar ötesi dayanma gücüyle karşı koymaya çalışan binlercesinden biri. Hem bir köşede, oyuncak diye eline tutuşturulan kurşunlarla akıllara zarar oyunların en ağırını ödemekteyim küçücük bedenimle, hem de başka bir toprak parçasının üzerinde annemin reva görüldüğü en ağır işkenceleri kaydetmekteyim güzel gözlerimle silinmemecesine belleğime!

Utanılacak hiçbir şey yapmadığı halde adı tam olarak yazılmayan F.T'yim ben, namus kisvesi altında töreye peşkeş çekilmiş, ve A.Ö'yüm; aynı zihniyetin insani tanımlaması olmayan davranışlarına maruz kalarak daha 16 yaşında anne belletilmiş!

Deprem enkazından 7 gün sonra sağ olarak çıkartılan 25 yaşındaki genç kızım ben. Özlük haklarını korumak için açlık grevine yatmış tekel işçisi. Cumhurbaşkanının önünde oğlunu şehit vermenin acısıyla yığılıp kalan, bir cana karşılık bir madalya sunulan babayım ben. Kaybolan çocuklarını aylardır beklemekten vazgeçmeyen yüreği yaralı anne!

Herkesim ben; kadın, erkek, çocuk, siyah, beyaz, ermeni, türk, yahudi, müslüman farketmez. Herkesi ve herşeyi görebildiğim, duyabildiğim, hissedebildiğim kadar herkes. Her türlü insanlık dışı söze, davranışa, harekete şiddetle karşı çıkabildiğim, tepki verebildiğim avazım çıktığınca karşı koyabildiğim kadar insan!

Adım Özlem ve öncelikle "insan"ım ben. Cinsiyetim, yaşım, rengim, dilim, ırkım hepsi sonra gelir. İnsanca olan, insana yakışan her sözü, davranışı, hareketi başımın üzerinde taşır, iyi ve güzel bellerim. Önünde saygıyla eğilirim. Beni böyle kabul eden, duyan, gören, dinleyen, hisseden beri gelsin!



*İlk yayın tarihleri: 25/01/09' ve 20/01/10'

GÜN/ON

20.10.2011
bugün günlerden;
adları şehit,
kaderleri ortak,
hayatları yarım,
geride kalanları noksan,
şimdi konuşulup
yarın unutulacak olan
bir çok CAN!

...

hiç saymıyorum bile
hatırlanmayan dün’ü
henüz gelmemiş olan yarın’ı!

...

18.10.2011
bir yerde karşılaşırız

yüzün kızarır
ellerim kaktüse dokunur
“merhaba”
tanıma beni, unut

bir gün karşıma çıkacaksın
artık adını düşündüğümde
kelebekler uçmayı bırakacak
“merhaba”
tanışıyor muyduk, unuttum

bir vakitte, bir koridorda
gözlerini şaşkınlık kesecek
aşkımız bir savaştı
“hoşçakal”
tanıştırılmadık, unuttu

OZAN KAYRA

Görsel: Özge Baki

KENDİM/L/E KONUŞMALAR-XI

14.10.2011


sonu yaşıyorum’la biten
pek çok cümlenin
gizli öznesidir “inanmak”
o olmazsa eğer;
bütün o cümleler yarım,
yaşamak’lar devrik kalır.





Görsel: Özge Baki

NASILIM?

13.10.2011
-Nasılsın!

Yaklaşık 10 dakikadır aynı kelimeye, tek bir kelimeye bakıyor gözlerim. Anlamadığımdan, görmediğimden, bilmediğimden değil. Aksine anlamak, görmek ve bilmek belki de beni böylesine cevapsız bırakan. Oysa yazacağım kelime, vereceğim cevap o kadar basit ki; “iyiyim” demek ve bitirmek. Ama ben o “nasılsın” sorusunun (sonunda soru işareti yok ünlem var dikkatinizi çekerim) hep duyduğum, bildiğim, çoğu zaman herkes gibi denk geldiğim, hatta soran tarafında da bulunduğum hani üstünkörü sunulan ve aynı şekilde cevaplanan, aslında içeriğinde ne merak, ne de başka bir şey, herhangi bir niyet barındırmayan içi boş bir kelime olmadığını biliyorum. İşte bu nedenle belki de içi dolu dolu olan, gerçek bir soruya gerçek bir cevap yazma konusunda bu kadar zorluk çekiyorum.

-Nasılsın!

Sahiden nasılım diye düşünüyorum şimdi. İyiyim dersem yalan olacak, değilim dersem koca bir nankörlük. Arada bir yerlerde gidip gelmek, sürekli med cezirler yaşamak, anı anına uymamak belki de bu bende ki. Dengeli dengesizlik halleri işte tipik bir terazi örneği. Ah be Maya; başkaları adına göstermek için tüm gayretinle çabaladığın adaletin bir kısmını, çok değil sadece bir kısmını birazcık kendine de gösterebilseydin ya diye söyleniyorum yine kendimle dalga geçer gibi. Kendimle dalga geçebildiğime, espri bile yapabildiğime göre iyiye yakın duruyorum demektir şimdilerde, tam da şu anda. Ama beş dakika sonrasını bilemem.

-Nasılsın!

Telefonum çalıyor ve gözüm bilgisayar ekranında, annemin şaşkın, üzgün ve bir an önce yola çıkmaya hazırlanan telaşlı sesini dinliyorum. Ben az önce “beş dakika sonrasını bilemem” diye yazmamış mıydım sahi. Oysa biliyormuşum ne yazık ki. Yine o bilindik, bu aralar sıkça duymakta olduğum ağır kelime. Ölüm. Bir yakınımızı daha almış yanına hastalık maskesine bürünerek. Ve ben o yakınımızı senelerden beri görmediğimi, yüzünü gözümün önüne getiremediğimi fark ediyorum ilk şoku atlattıktan sonra. Şimdi boğazına düğümlenen acıyı çözüp de birden, çözülüp de ta içinden, ölüme hiç susmadan ağlamalı mı? -bir tanesi bile nasıl kanatır böyle zamanlarda, nasıl açtırır eski mezarları, geçmiş duaları hatırlatıp nasıl gevşetir hayatla arandaki bağı- Yoksa yakınım dediğin bir insanın ne kadar da uzak olduğunu fark ettirdiği için -böyle zamanlarda hep fark ettirdikleri ama sonrasında, üzerinden kısa bir zaman geçince mesela bizim ısrarla unutmuş gibi yaptıklarımız için- karşısında dikleştirip de kendimizi, hayatımızı yeniden mi gözden geçirmeli, yeniden mi sıkılaştırmalı gevşeyen bağları? Hangisi yine bilemedim.

-Nasılsın!

İyiyim iyi. Ellerimde günün getirdikleri bir öyle bir böyleyim işte. Demiştim ya hani medcezir halleri. Hangimiz sağlam kalabiliyoruz ki hayatta tam olarak, eksilmeden, eksiltmeden hangimiz yaşayabiliyoruz ki? Ama deniyoruz en azından. Düşe kalka, önümüzde çıkan taşlara çarpa çarpa yürüyüp gidiyoruz işte. Durmak da çözüm değil en azından bunu biliyoruz ya öyle değil mi?



*Yazı eski tarihlidir. Ama içerik hala güncelliğini korumakta...
**İlk yayın tarihi: 20/07/10’
***Görsel:
Özge Baki

ŞEMS! UNUTMA!

11.10.2011










Her hikâyede geçer zaman.
Her zamandan geçer hikâye.
Kalan yok geriye.

Bir kırık ezgi olurum,
yollarında savrulurum,
dua olur, kulağına sarılırım,
renk olur, gözlerinde oynaşırım,
gün gelir, giderim buralardan.

Adını, hikâyeni anlatırım
seni başka bilenlere.
Kalbimdeki yerini anlatırım
Gelenlere, gidenlere.
Bir şarkı olurum
esirgeyen ve bağışlayan
başka başka dillerde.

Aşk yolunda kervan,
dağ yolunda taşı kırık çeşme,
söğüt altında, uykuda bir ses
bir heves olurum yad ellere gidenlere.

Gün gelir, sen olurum, ben olurum, biz olurum.
Yabancı olurum, âşık olurum, maşuk olurum.
Gün gelir, karanlığa ağıp ışık olurum.

Ateşe pervane, âbına peymane, emrine amade olurum.
Unutmayasın diye sakin bir hikâye olurum.
Güneşinden ve senden uzak,
âlemler içre kayıp bir seyyare olurum.
Seni en seven ben olurum!

İhtiyar olurum, çocuk olurum,
kadın olurum, erkek olurum,
insan olurum, felek olurum,
tozlu yolda yön söyleyen direk olurum.

Kerrâ Hatun olurum, sonra Alaaddin ile Veled,
bir garip yabancı sonra,
Kimya’nın acılı ruhu olurum.
Parçalara ayrılıp bütün olurum.

Dil ile hikâye olurum,
Ebedi bir aşka girizgâh olurum,
Bir cinayete sonsöz, bir aşka önsöz olurum.

Size bir masal bırakırım,
şu zalim dünyaya bir mesel.
Adını “Şeeeeems!..Unutma!..” korum.
Gün gelir, ben de kendi hikayemde yok olurum.

Unutma diye, sırf unutma diye...



ÖZEN YULA
İTİRAZ OYUNLARI/ŞEMS, UNUTMA!



*Dün akşam 2011-2012 tiyatro sezonunu Şems! Unutma! oyunu ile açtım ve galiba ben hala dün akşamda kaldım. Ağzımı açtığımda Şems! Unutma! diyesim, elime kalem aldığımda Şems! Unutma! yazasım, bir melodi duyduğumda Şems! Unutma! mırıldanasım var. Anlaşılan o ki; sadece dün değil bana bugün de günlerden Şems! Unutma!. Oyun ve oyuncularla ilgili bir şeyler yazmayı çok istiyorum ama şimdi değil. İçimde biraz demlendikten sonra...

**Bu doğumgünü hediyesi için bir kez daha teşekkürler sevgili İpek. Bu güzel akşamı seninle/sizinle paylaştığım için ne mutlu bana!

VAR OL/MAK

7.10.2011
Hiç bilmediğin bir kelime olup da düşeyim aklına. Duyulmamış bir ses, dokunulmamış bir yürek, görülmemiş bir yüz. Hiç gidilmemiş bir şehir olayım içinde. Ayak basılmamış bir toprak, yüzülmemiş bir deniz. Hiç seyredilmemiş bir film olayım fikrinde, dilinde söylenmemiş bir şarkı, ezberinde okunmamış bir kitap...

Var’ken yok olayım şu anda olduğum gibi. Bilinmeyen bir zamanda asılı kalayım bir süre. Sen gelip geç içinden, içimden sürekli...

Sonra bir gün aniden çıkayım karşına. Aniden var olayım. Şaşır, merak et, düşün, anlamaya çalış. Sor bana kim olduğumu ve ne istediğimi. Günler geceler geçsin, zamanlar, mevsimler. Yollar, hayatlar bitsin ve yeniden başlasın birer birer. Ben acele etmeden, ağır ağır, usulca anlatayım.



Görsel: Flickr.com

AK KEDİ/KARA KEDİ

5.10.2011
Düşünüyorum da bu tarz sözler söylenip, cümleler kurulmadı pek bizim evimizde. Hiç görmediğimiz dedemizin ağırlığından ve kendince onun izinden gidiyor olan oğlunun yani babamın biraz mecburi aracılığından olsa gerek, bizim evimizde hurafeler, batıl inançlar değil de gerçek olduğu söylenen ve bir o kadar da ürkütücü olan konuşmalar, olaylar, öyküler yer aldı çoğu zaman. Dedemi babamın anlatmasıyla tanıdık. Okuduğu dualarla ve inancıyla hasta insanları yerinden doğrultan, babanneme kızdığında tahta masaları yürüten, namı sınır ötesine taşmış olan dedem gururdan çok korku duyulan, yüzü olmayan bir hayalet gibiydi bizim için. Hep bizimle, hep yanımızda bir yerlerde...

O yüzden belki de küçükken aman ha geceleri tırnak kesilmez, sözlerini pek ciddiye aldığım söylenemez. Çünkü gece denince benim aklımda hep, babamın şahit olduğu dünyadışı müziklerin yer aldığı bir peri düğünü vardı. Yok uyumazsan, yemek yemezsen, annenin sözünü dinlemezsen, yok şöyle yapmazsan gelir seni alır denilen değişik isimli, lakaplı kişi veya şeylerin yerineyse çeşitli zaman ve durumlarda görülen cinler, periler. Kara kedi geçtiğinde saçını çek diyenlere ise dedemin başından geçtiği söylenen anlatması bile ürkütücü kedili hikayeyi düşündüğümden olsa gerek, gülüp geçtim çoğu zaman. Ne de olsa bu hikayede de kedi siyahtı ve eminim ki eğer ortada uğursuzluk ve lanet gibi bir durum varsa çekeceğim hiçbir saç -Rapunzel’inkiler dahil- beni bu durumdan kurtaramazdı.

İşte ben yüzünü hiç görmediğim bir dedenin, yüzünü artık görmediğim bir babanın yaşadığı bu tarz pek çok öyküyle birlikte büyüdüm. Bir yanımla gerçekliğine hep inandığım, hakkında çok fazla konuşmadığım, babadan oğula geçtiğini küçüklüğünden beri erkek kardeşimin yaşadıkları ve hala da yaşıyor olduklarıyla anladığım ama benden hep uzak olsun diye dilediğim bu yaşanmışlıklarla. Dediğim gibi bizim evde sadece yaşananlar anlatıldı. Ve hala da öyle. O yüzden belki de bizim için ne kedinin rengi, ne tırnak kesilen zaman dilimi, ne de ziyaret edeceği söylenen kişi veya şeyler, hiçbiri yaşananlar kadar gerçek, önemli ve korkutucu olmadı.



*Küçükken uyarı, korkutma veya batıl inançlar nedeni ile söylenen ama sizin o afacan çocuk aklınızla söylenenleri gözünüzde çok alakasız bir şekilde canlandırdığınız, korktuğunuz fakat büyüyünce “lennn nasıl da yediler beni bununla küçükken” dediğiniz birşeyler var mı? Varsa nelerdir? diye sorarak mimlemişti beni sevgili Pandora taaa Haziran ayında. Ve tabi ki en uzun sürede mim yazma rekorunu her şekilde elinde bulunduran bendeniz ancak yazabildim.

**Peki bugün için bu mimi yazmayı düşünürken dün gece Muhallebi Kralı’ndaki konunun da hurafelet, batıl inançlar olması bu mimin ne kadar doğru zamanda yazılmış olduğunun kanıtıdır desem hafifletici neden sayılır mı acaba sevgili Pandora? Sor bakalım programı baştan sona seyrettin mi diye, tabi ki hayır ama bak yapılan anket sonuçlarında ilk sırayı “kara kedi görünce saç çekmek” almış o kısmı kaçırmadım.

***Bu mim sevgili suvebeyaz’a, Azura’ya (merak etme mimin aklımda) ve Pilli Petro’ya gitsin tabi eğer yazmak isterlerse...

***Görsel: Flickr.com

DİLE/MEK

3.10.2011
Bir çocuğun gözlerinden bak bana. Her seferinde ilk defa görüyormuş gibi heyecanlı, coşkulu, istekli, sevgi dolu...

Bir çocuğun diliyle konuş. Sor içinden geleni, içinden geldiği gibi. Yeni kelimeler yarat çocuk aklınla, anlamını sadece ikimizin bildiği...

Bir çocuk gibi küs küseceksen. As suratını ama uzun sürmesin. Bir söze, bir bakışa döndür yine çevirdiğin başını. Bir öpücüğe kan, bir elma şekerine sevin...

Bir çocuğun aklıyla düşün. Sınır, tanım, anlam koyma. Olanı olduğu gibi yaşayalım, bırakalım, bırak akalım sonsuzluğa...

Bir çocuğun yüreğiyle sev beni. Karşılıksız, çıkarsız, olabildiğince yalın ama ısrarlı...Her vazgeçtiğin anda ve her gün yeniden başla...

Bir çocuğun elleriyle dokun. Meraklı, yavaş yavaş, yeniden keşfederek. Dokunduğun yere en masum izlerini bırak tarifi olmayan bir hevesle. Dokunduğun yerde bırak kendini...

Bir çocuğun düşleriyle sarıp sarmala beni. En güzel niyetlerle büyüt içinde. Bir o kadar çok, bir o kadar içten, bir o kadar gerçek ve senin kalayım...



*İlk yayın tarihi: 27/07/10'
**Görsel:
Özge Baki