-Sen bu masalı sevdin mi?
-He ya, sevdim. Hem masalı, hem seni...
-O zaman bağışla beni. Başka çocuklar da dinleyecek bunu sen gibi. Başka çocuklar da öğrenecek Ulak İbrahim’in hikayesini. Anlatma mı dersin bana? Anlatmamak olmaz. Dilim olmazsa ben neylerim çocuk?
Neylerdi sahi? Onun işi bu değil miydi zaten; anlatmak. Heybesinde bir emanetmişcesine taşıdığı Ulak İbrahim’in hikayesini bir çocuktan diğerine, bir köyden bir başka köye, bir zamandan bir diğer zamana yaymak. Bir rüzgar gibi değip de geçtiği yüreklerde gerçekleri göz göz, ses ses, kelime kelime, bir izmişcesine bırakmak...
İşte bu nedenle kalmadı orada Zekeriya. Gitmesi lazımdı. Düşmesi yollara. Sonra karşısına çıkan ilk yerde, karşısına çıkan çocuklara en baştan ve yeniden anlatması. Öyle de yaptı zaten. Kaç yerden, kaç zamandan geçtiğini, kaç yüreğe değdiğini bilmeden uzaklarda bir köye vardı yolu. Yersiz, zamansız bir köye. Kendi karanlığında boğulmakta olan, günahlarını bir yama gibi üstlerinde taşıyan insanların yaşadığı, bir taş atsan duyulmayacak kadar diplerde olan bir köye. Korkunun bir gölge gibi yüreklere sindiği, görmeyen, duymayan, konuşmayan bir köye...
Va başladı anlatmaya. Davut’un dinlediği oldu önce. İnce, naif bir çocuk yüreğinden başlayıp da Ulak İbrahim’in hikayesine, diğer çocukların yüreğine geçti birer birer. Sevginin varlığını hatırlattı yeniden. Yüreğinde olmayan bir kötülüğün, bizzat içinde yaşamak zorunda kalan Ferhat’ın düşlediği oldu ardından. Beklenip durdu hikayesi anlatılan Ulak İbrahim, bir kahraman, bir kurtarıcı gibi; bir umut oldu. Hekim’in hakikati oldu sonra. Yapan kadar bilip de susan da günahkardır, diye diye gerçeğin acısıyla kanayan bir yüreği soğutmak için anlatılıp duran. Görülenin, duyulanın, konuşulanın yansıdığı bir cesaret. Ve Saffet’in rivayeti; karanlıktan aydınlığa geçen köprünün en başında geriye dönüp de son bir kez daha bakıldığında, bir deli rüzgarın unutma unutma diye adını fısıldadığı bir inanç oldu. Yol verdi içinde hala umudu taşıyanlara...
“Aynı masala inansak beraber, olma mı hiç?
Olur elbet.
Bir masala sırf anlatan inanırsa o masal olur mu hiç?
Olmaz elbet...”
Bu bir masaldı; Ulak İbrahim’in masalı. İyiliğin, umudun, cesaretin, inancın -her şeye rağmen- var olduğunu hatırlatan bir masal. Ha geçmiş zaman, ha şimdi. Ha bilinmedik bir mekan, ha tam gözümüzün önü, ne farkeder ki? Hepimizin masalıydı bu. Hepimizden bir masal. Anlatıldıkça varlığını kanıtlayan, anlatıldıkça yaşayan, yaşatan, gerçeği unutturmayan. Gözden göze, dilden dile, yürekten yüreğe yayılan bir masal. Kolay değildi elbet; ne anlatmak ne dinlemek. Ne anlamak ne de inanmak. Ama bilirdi ya insanoğlu, bilirdi içten içe; dudaklar sussa da kalbin yüz dili vardı.
*Bu yazı Ulak filmine dair yazılmıştır.
**Koyu yazılan bölümler film repliklerinden alıntıdır.
-He ya, sevdim. Hem masalı, hem seni...
-O zaman bağışla beni. Başka çocuklar da dinleyecek bunu sen gibi. Başka çocuklar da öğrenecek Ulak İbrahim’in hikayesini. Anlatma mı dersin bana? Anlatmamak olmaz. Dilim olmazsa ben neylerim çocuk?
Neylerdi sahi? Onun işi bu değil miydi zaten; anlatmak. Heybesinde bir emanetmişcesine taşıdığı Ulak İbrahim’in hikayesini bir çocuktan diğerine, bir köyden bir başka köye, bir zamandan bir diğer zamana yaymak. Bir rüzgar gibi değip de geçtiği yüreklerde gerçekleri göz göz, ses ses, kelime kelime, bir izmişcesine bırakmak...
İşte bu nedenle kalmadı orada Zekeriya. Gitmesi lazımdı. Düşmesi yollara. Sonra karşısına çıkan ilk yerde, karşısına çıkan çocuklara en baştan ve yeniden anlatması. Öyle de yaptı zaten. Kaç yerden, kaç zamandan geçtiğini, kaç yüreğe değdiğini bilmeden uzaklarda bir köye vardı yolu. Yersiz, zamansız bir köye. Kendi karanlığında boğulmakta olan, günahlarını bir yama gibi üstlerinde taşıyan insanların yaşadığı, bir taş atsan duyulmayacak kadar diplerde olan bir köye. Korkunun bir gölge gibi yüreklere sindiği, görmeyen, duymayan, konuşmayan bir köye...
Va başladı anlatmaya. Davut’un dinlediği oldu önce. İnce, naif bir çocuk yüreğinden başlayıp da Ulak İbrahim’in hikayesine, diğer çocukların yüreğine geçti birer birer. Sevginin varlığını hatırlattı yeniden. Yüreğinde olmayan bir kötülüğün, bizzat içinde yaşamak zorunda kalan Ferhat’ın düşlediği oldu ardından. Beklenip durdu hikayesi anlatılan Ulak İbrahim, bir kahraman, bir kurtarıcı gibi; bir umut oldu. Hekim’in hakikati oldu sonra. Yapan kadar bilip de susan da günahkardır, diye diye gerçeğin acısıyla kanayan bir yüreği soğutmak için anlatılıp duran. Görülenin, duyulanın, konuşulanın yansıdığı bir cesaret. Ve Saffet’in rivayeti; karanlıktan aydınlığa geçen köprünün en başında geriye dönüp de son bir kez daha bakıldığında, bir deli rüzgarın unutma unutma diye adını fısıldadığı bir inanç oldu. Yol verdi içinde hala umudu taşıyanlara...
“Aynı masala inansak beraber, olma mı hiç?
Olur elbet.
Bir masala sırf anlatan inanırsa o masal olur mu hiç?
Olmaz elbet...”
Bu bir masaldı; Ulak İbrahim’in masalı. İyiliğin, umudun, cesaretin, inancın -her şeye rağmen- var olduğunu hatırlatan bir masal. Ha geçmiş zaman, ha şimdi. Ha bilinmedik bir mekan, ha tam gözümüzün önü, ne farkeder ki? Hepimizin masalıydı bu. Hepimizden bir masal. Anlatıldıkça varlığını kanıtlayan, anlatıldıkça yaşayan, yaşatan, gerçeği unutturmayan. Gözden göze, dilden dile, yürekten yüreğe yayılan bir masal. Kolay değildi elbet; ne anlatmak ne dinlemek. Ne anlamak ne de inanmak. Ama bilirdi ya insanoğlu, bilirdi içten içe; dudaklar sussa da kalbin yüz dili vardı.
*Bu yazı Ulak filmine dair yazılmıştır.
**Koyu yazılan bölümler film repliklerinden alıntıdır.
22 yorum:
çağan ırmak...tüm filmlerini izlemiş biri olarak (zaten az filmi var ama babam ve oğlu de döktüğüm gözyaşının haddi hesabı yoktur.) yorumun için teşekkür ederim. tekrar izledim okurken filmi iç sinemamda
Ulak,masal olarak görmek isteyenlere masal,gerçek olarak görmek isteyenlere gerçektir.
Çok beğendiğim Çağan Irmak filmlerinden biriydi.
Sevgilerimle
Sayenizde süper bir filmi yeniden yaşadım ben de teşekkürler :)
Benim de çok zevk alarak izlediğim ruhumda iz bırakan bir fim yönetmenleri farklı ama bir de hacivatla karagözde aynı hisse kapılmıştım.
ulak filmini yazının başlığı kadar iyi anlatan bi ifade daha olamazdı.
mesela ben bakıyorum etrafıma, aynı hikaye dönüyo. olup bitene sessiz kalanlarla, bizim gibi dışlanan deliler... her şey aynı. sonumuz da aynı olur inşallah...
Çağan Irmak, hep içimizdeki o bilmediğimiz yere dokunup da sızlatıyor unuttuğumuz duyguları. Kimi zaman aşkı, kimi zaman şefkati, kimi zaman da vicdanı... Senin kelimelerin de bütün bu duyguların altını çizmiş beenmayacım..
"Ulak gelecek sana kalbinin karasını göstertecek..." Film çıkışında "Deli saçması bir masal işte" diyenleri duydum. Herkes kendini bulur ya baktığı aynada!Bir iki kumut elime söylemek isteyip de vazgeçip sustum sonunda.Herkes ne anlamak istiyorsa onu anlıyor dedim kendi kendime..İçimden bir ses; "yapan kadar bilip de susan da günahkardır" dedi ama ULAK gelecek nasılsa deyip yürüdüm.Çağan IRMAK'ı gönülden tebrik ettim.Sana da kucak dolusu sevgilerimle tontini.
Sevgili Benmaya,
Ulak'ı çok beğenerek izlemiştim. Bu konuda bir de yazı yazmıştım. Senin yazın en az film kadar etkileyici.Bu ikinci okuyuşum.
Doğan Ömürün yazısıyla sarsılmıştım açıkcası ve hiçbir şey yazamadan Ömür Defterine gittim. Uzun uzun okudum pek çok yazısını. Tekrar gideceğim.İnanılmaz güzel yazıyor senin gibi.
Paylaştığın için teşekkür ederim. Şu anda Ankara'dayım, babamın sağlık sorunlarıyla ilgili. Okuyorum da yorum yazamıyorum çoğu kez. Sevgilerimle...
bu masal sevilmez mi? daha önce biri senin kulağına fısıldar bu masalı. sinema gibidir o fısıldama. kulaklarında yankılanır. seversin sevenleri, sevdirenleri.
ulak bir masaldır peki ya kırmızı bir masal nedir?
@losstime: ulak çağan ırmak filmlerinin arasında benim için çok farklı ve özeldir. filmlerle ilgili genelde yazmam ki haddime de değildir zaten ama çok farklı ve özel bulduğum filmler bir şekilde kendilerini yazdırıyorlar işte :)))
@Dalgaları Aşmak: masalın bittiği gerçeğin başladığı ama aslında hep o sınırda birbirine karıştığı bir film belki de...
sevgiler benden...
@NiLaY: hep beraber yeniden seyretmiş gibi olduysak sadece bizlere ait bir blog salonunda ne güzel ve ne mutlu bana :)))
sevgiler ve teşekkürler benden...
@ruhgezgini: hacivatla karagöz'ü ben hala seyretmedim ne yazık ki çok utandım şimdi kendimden :(((
@cüzzamlı melek: karanlıktan aydınlığa geçen köprünün en başında geriye dönüp de son bir kez daha bakıldığında, bir deli rüzgarın unutma unutma diye adını fısıldadığı bir inanç olsun bu masal içimizde gerçek bir masal hem de...
@elif gizem: içte olanları, kendimizden bile sakladıklarımızı, içten bir gözle gösteriyor çağan ırmak belki de bu yüzdn hep ince yerlerinden yakalıyor hayatı...
@sufim: gerçektende baktığın göze, yüreğine göre değişiyor bütün o anlamlar can sufim bir ayna gibi yansıyor her şey...
@aysema: dilerim en kısa sürede sağlık sorunlarınız çözülür. babanıza ve size kucak dolusu sevgiler selamlar :)))
@adsoy: ulak bir masaldır evet düşle gerçeğin birbirine karıştığı yerde bir masal o yüzden zamansız ya zaten o yüzden mekansız her yerde her zaman...
kırmızı masalı da sen anlat istersen...
Çağan Irmak ne film yapsa izlerim adam birileri çok eleştirse de yapıyor.
sevmiştim bu filmi de, üzerinde düşünülebilecek bir iş daha neticede.
ve bu yazıyı ben ilk yazıldığında da beğenmiştim :))
@Pilli Petro: düşündüren şeyler hep eleştirilir ya zaten :))
ve de biliyorum :))
Çok önerdiler bu filmi ama bir türlü izlemek nasip olmadı.
@Efsa: bende çok geç seyretmiştim zaten. ama film zamansız ve mekansız bir masal üzerine olduğu için her daim seyretme şansın var prensesim :))
Yorum Gönder