
canımın içi;
düş gibi yaşayıp yaşatacağın
zamanların olsun
daha nice nice senelerin
mavilikler gözlerinden
kahkahalar gamzelerinden
güzel olan her şey yüreğinden
eksilmesin!
iyi ki doğdun
iyi ki varsın kardeşim...
kaçırdığım bakışlarımdan yakala beni
Bir yara gibi...
sımsıkı kapadığı avucunu açtı yavaşça
An geliyor, şöyle bir dönüp de baktığında kendi içine, hiçbir şey olmadığını farkediyorsun, koca, ağır bir boşlukta buluyorsun aklını, yüreğini, ne var ne yoksa her şeyini. Sonra o boşluk içinden çıkıp bütün etrafını sarıyor ve hep varmışcasına orada öylece asılı kalıyor. An geliyor sen çoğu zaman kıyılarında dolaştığın hayata tamamen sırtını dönerek belki de, bırakarak kendini o boşluğun en dibine, kendi kendine bir hiç olup çıkıyorsun.
O zaman sadece bir kez söylenen bir sözün onu oluşturan seslerden daha kalıcı olduğu sonucuna varabiliriz, söz kalır, görünmez ve duyulmaz bir halde, kendi gizini koruyabilmek için, toprağın altında gözlerden uzakta filizlenen ve sonra birden toprağı yana itip ışığa çıkan bir tür gizli tohumdur, kıvrık bir saptır, yavaşça açılan buruşturulmuş bir yapraktır.
Bir fotoğrafa kaç şey sığdırılabilir? Kaç mekan, kaç zaman, kaç imkan? Kaç yürek vardır bir fotoğrafta, kaç akıl, kaç insan? Kaç söz taşır içinde sana söylensin diye beklediğin, kaç gülüş taşır üzerine alındığın, kaç bakış vardır yakalamak için bir ömür harcadığın?
“Bu aralar daha sık toplanmaya başladılar” diyor yarı duyulur bir sesle yanındakine. Tam kapının ağzında duruyorlar, eşiğin neredeyse üzerinde, girmekle çıkmak arasında bir yerde. Üzerlerinde belli belirsiz bir kararsızlık ve ne yapacağını bilememenin şaşkınlığı...