Pages

BİL/MEK

28.02.2012
Adını biliyorsun. Dudağımın ucunda takılı, düştü düşecek avuçlarına. Ama sen söylenmesine ramak kalmış o iki heceye bakma ve kelimelerin sıradanlığına, hali hazırdalığına kanma sakın. Senin asıl adın henüz yaratılmamış bir dilin ağırlığında. Olmakla olmamak arasında, gelmekle gitmek, söylemekle susmak sırasında. Geceyle gündüz gibi, bir üşütüp bir ısıtır gibi, her yarala/n/dığında sil baştan onarır gibi. Senin asıl adın dudağımın değil, yüreğimin iki ucunda. Hayattaki cehennem, ölümdeki cennet gibi. Şimdi sorsan tekrar bana, kaybetmişken bende kendini. Açıp da göstersem sana bir bir yüreğimdekileri, dile döküp de tekrar söylememe gerek var mı?

İçini biliyorsun. Denizin dalgalı bugünlerde, soğuk, maviden ırak. Bir ıslık gibi çalıyor kulaklarında geçmişin. Yüreğin yorgun, yüreğin belki de en çok kendine t/uzak. Başının üzerinde dönüp duran kuşlar fırtına habercisi. Her şeye rağmen gözümü karartıp da salsam kayığımı enginlerine. Bulaşmış olsam bir kenarından, kaybolup gitsem o ucu bucağı gözükmeyen sessizliğinde. Karanlığında eğilmesem, korkmasam, yenilmesem. Bekleyip de zamanını denk gelsem durgun sularına. İlk defa ayak basılmış gibi darmadağın topraklarına, kıyılarına çıkıversem. Destursuz dalıp da içeriye, yüreğine girmeme izin var mı?

Hayatı biliyorsun. Kimilerine göre bir oyun; rolleri, kuralları, özneleri, cümleleri değişen. Kimilerine göreyse gerçeğin en düşsüz hali. Bir gün var bir gün yok, bazen simsiyah, bazen renkli. Hep bir saklama, saklanma şekli. Ama ben olduğum gibi gelsem, geçiversem karşına. Ne oyun, ne gerçek, ne masal, ne düş vadetmesem. Sadece ben olsam, sadece seni istesem. En azından bu sefer denemeni beklesem. Bırak aşk boyunu aşsın desem uzatıp da elimi. Aynı denizde benimle birlikte yüzmeye cesaretin var mı?




*İlk yayın tarihi: 11/11/10’
**Görsel:
Flickr.com

İHTİMAL

21.02.2012
İhtimaller çok. Ve ne çok düşünür insanın beyni böyle zamanlarda. Aklın sınırlarını zorlayıp durur sürekli. Kimi düşe yakın, kimi gerçeğe, yeni yeni fikirler üretir. Birini alır ekler diğerinin üzerine, olmadık anlardan olmadık olasılıklar türetir. Olumsuzluklar da gelir elbette akla ama o taşlar, tuzaklar, yol üzerindeki duraklar, geri dönüşler hatta hiç gitmeyişler ne var ne yoksa o yolun üzerinde, hep geriye itelenir. Hep iyiye, güzele, istediğine çıksın ister yolun/un sonu. Duası, dileği, niyeti hep bu yöndedir.

Ama ben şimdi, şu anda hiçbir şey düşünmüyorum.

İhtimal belki de hiç yok. Ne çok kararır insanın yüreği böyle anlarda. Göz kör, dil lal, kulak sağır kalır. Canı acır, farkında bile olmadan can acıtır hatta. Asılı kalıverir tam da o sınırda. Gevşer hayatla olan tüm bağı; koptu kopacak sanır ip, taşıyamaz sanır artık bu ağırlığı. Kendi mi hayata, hayat mı ona küs anlayamaz. Anlamak da istemez ya zaten kendi sorularına kendince vardır bir cevabı. Dua, dilek, niyet biter. Yaşam kendi dışındaymışcasına, bir pencere kenarından akıp gider.

Ama ben şimdi, şu anda hiçbir şey hissetmiyorum.

Gerçek; şu an durduğum sınır. Çaldığım ve cevap beklediğim kapı önü. Açılır mı, açılmaz mı, yoksa aralık mı bırakılır bilmiyorum. Ben sadece ellerim ceplerimde, dudağımın ucuna takılı kalmış ince bir şarkı, bir çocuk heyecanı ve kendinden emin birinin kararlılığıyla tam şu anda, tam da senin kapının önünde, bekliyorum.

Ve biliyor musun içim çok rahat. Çünkü sen şu an olduğun halinle, şu an olduğun yerde bile benim için zaten bir artısın. Biliyorum.




*Görsel: Flickr.com

DUVAK/THE PAINTED VEIL

15.02.2012













-Neyi tuhaf buluyorum biliyor musunuz? Kocanızın size hiç bakmamasını. Duvara bakıyor, yere bakıyor, ayakkabılarına bakıyor...

Ama ona bakmıyor. Evet, artık Kitty’ye bakmıyor. Neden diye sorulduğunda Walter için verilebilecek birçok cevabı var bunun. Ve hatta eşi Kitty için de. Oysa daha ilk karşılaşmalarında, Kitty, o aşkı arayan, mağrur, maceraperest, kendinden emin Kitty, umursamaz ve rahat halleriyle merdivenlerden inerken, bir bakış yetmişti Walter’ın ona aşık olmasına. Tek bir bakış! Bu bakışın, bu aşkın karşılığı yoktu belki ama Walter her şeye rağmen sevilebilme umudunu koymuştu ortaya. Kitty ise kendini sıkışmış hissettiği hayatından kurtulma zorunluluğunu ve mecburiyetini. Ah Walter Fane; zeki, sessiz ve sakin, sevecen ve erdemli doktor! Umut etmek yeter mi sandın bir aşkın karşılık bulmasına? Yetmezdi elbet. Ve yetmedi. Önce başka bir aşkın yanılsaması girdi aralarına. Sonraysa, öfke girdi, acı, hayal kırıklığı, zorlama, kimin haklı kimin haksız olduğunun birbirine karıştığı bir suç ve ceza. Kitty aşkı arayanken aldatan oldu bir anda. Bir umut için beklerken aldatılan Walter ise, cezalandıran. Aralarındaki en başından beri var olan ama görülmeyen mesafeye gelince; o artık uçsuz bucaksız, derin, aşılmaz bir uçurumdu.

İki uçtaydılar onlar artık. Kime verildiği belli olmayan bir cezanın çekilmesi için gidilen ücra bir kasabada, ölümcül bir kolera salgını yüzünden cehennemin yaşandığı bir cennet parçasında, birlikte ama bir o kadar da uzakta ve yalnız devam ediyordu yaşamları. Walter için hayat ağır ve acıtıcı bir sessizliğin arkasında sadece görevini yapmaktı artık. Kitty içinse geçmiş zamanların gölgesiyle şimdi’nin çaresizliğinde yaşamaya çalışmak.

Derken zaman, çevrelerindeki hayatın gerçeklerini sunmaya başladı önlerine birer birer. Kaçmaya çalıştıkça, başkalarının gözlerinde ve sözlerinde yakalandılar birbirlerine. Her seferinde yeniden başlayıp o kıldan ince köprüyü kurmaya, her seferinde aynı yol üzerinde yeniden rastlaştılar. Birbirlerine yeniden bakmaya başladıkları an, üzerlerine örtülü o duvak da kalkmaya başladı aslında. Birbirlerini yeniden keşfediyorlardı artık; sil baştan, en baştan, olduğu gibi, çırılçıplak. “Birbirimizde hiç sahip olmadığımız nitelikleri aramak hataydı” derken Kitty ve bunu kabul ederken Walter, aslında her ikisi de üzerine hiç konuşulmayan geçmişi koyuyorlardı önlerine. Şimdi’yi yaşarken anlamaya çalışıyorlardı birbirlerini. Anlamak bağışlamanın yolunu açıyordu ne de olsa bağışlamaksa şefkatin...Bu yüzden belki de ölümün beklenildiği o son anlarda bile hala birbirlerine bakıp, birbirlerinden af diliyorlardı.

Ah Kitty, sevgili güzel Kitty! Sen ki; eninde sonunda ölecek bir şey için bunca emek harcamak ne aptalca, demiştin Walter sana çiçekleri sevip sevmediğini sorduğunda. Şimdi seneler sonra oğlunla, küçük Walter’ınla birlikte bir çiçekçi dükkanındasın ve artık farkındasın yaşam denilen boyalı peçenin ardında gizlenenleri. Söylesene hangimiz bakmasını bile bilmeden görme telaşında değiliz ki?

Ve sen Walter, sen aşkı için kendini bile küçümseyen Dr.Fane. Şanslıydın ki her şeye rağmen gerçeği söyleyen bir kadın vardı yanında. Soran ve sorgulayan bir kadın. Yıkılmış bir köprünün başındayken birbirini tanıma, anlama ve anlatma çabasıyla yeni bir yolculuğa başladın. Biliyor musun, en değerli ve bir o kadar da zor olan çaba belki de “görmek” için gösterilendir. Ve bazen en büyük yolculuk iki insan arasındaki mesafedir.




*Bu yazı “Duvak/The Painted Veil” filminin ardından yazılmıştır.
**Koyu yazılan bölümler filmden alıntıdır.
***İlk yayın tarihi: 04/02/11’

İDİLLER GAZELİ

10.02.2012










gözlerin yağmurdan yeni ayrılmış
gibi çocuk, gibi büyük, gibi sımsıcak

sen bir şehir olmalısın ya da nar
belki granada, belki eylül, belki kırmızı

gövden ruhunun yaz gecesi mi ne
çok idil, çok deniz, çok rüzgar

çocukluğun tutmuş da yine aşık olmuşsun
sanki bana, sanki ah, sanki olur a

aşk bile doldurmaz bazı aşıkların yerini
diye övgü, diye sana, diye haziran

heves uykudaysa ruh çıplak gezer
gazel bundan, keder bundan, sır bundan

gözlerin şehirden yeni ayrılmış
gibi dolu, gibi ürkek, gibi konuşkan

hadi git yeni şehirler yık kalbimize bu aşktan



HAYDAR ERGÜLEN



*Görsel: Flickr.com

GÜN/ON İKİ

8.02.2012
Orada bulunma amacımız sadece buymuş gibi; konuşup durduk birbirimizle bütün gece. Bir dostun doğumgünü vesilesiyle biraraya gelmiş küçük bir gruptuk, her birimiz hayatın başka bir yerinde kaybolmuştuk ve bulunamamaktan, kendimizi bulamamaktan dolayı sürekli yorgunduk. Birbirimizin kelimelerinde arıyor olmalıydık kendimizi ki; kimi zaman kahkaha, kimi zamansa hüzün eşliğinde tokuşturulan kadehlerin her havaya kalkışında ve masaya indirilişindeki arada, hayatı, sürekli hayatı konuşup durduk.

İşte tam da o anda; kadehler masaya yeni inmişken daha, hayattan bahsederken yine ve sadece bahsederken bile boğulmamak için sarılırken birbirimizin kelimelerine, içimizden biri, benim ona baktığımdan habersiz, kadehini tam karşısında duran eşine kaldırdı bir kez daha ama tek başına. Ve olabilecek en içten, en sıcak haliyle “aşk bu işte” diye mırıldandı.

Ve ben o adamın, benim duyduğumdan dahi haberi olmadığı bu bir tek sözüyle, hayatın olanca ağırlığının altında, boğulmaktan kurtuldum bir kez daha. Aşkın varlığına bir kez daha şahit olup şükrederek. Sahiden de aşk vardı. Sahiden de sen vardın.

Sahiden de varsın!



*Görsel: Flickr.com