-Konuk kabul eder misin?
-Başım üstüne...
Hadi, çekinme gir. Yavaşça araladığın ve önce başını uzattığın kapıdan, yüreğini ve aklını da geçir. Haklısın; neyle karşılaşacağını, nasıl davranacağını, ne hissedeceğini bilmeden biraz ürkek, biraz tedirgin atıyorsun adımlarını. Ama bu çekingenlik uzun sürmeyecek güven bana. Çok değil sadece birkaç dakika sonra köyden biri gibi hissedeceksin sen de kendini. O köyde yaşayan, o köyle yaşayan, o köyün bir insanı gibi...Adı her geçtiğinde uzak sandığımız ama bir o kadar da yakınımızda olan bir köy. Görüyorsun bak; her yer bembeyaz. Sadece karın değil, fakirliğin de diz boyu olduğu, ağır yaşam koşullarının insanları gerçekten zorladığı bir yer burası.
-Neyi meşhur sizin köyün?
-İnsanı.
-İnsanı mı?
-Çok ciğerli insanı var.
Orada gördüğün Mişka, değirmenci Mişka. 93 harbinden sonra Rusya’dan göç eden Malakan kavminden şu anda köyde kalan tek kişi. Yeke kişi de, derler ona. Yalnız yaşar ve bir günahın bedelini ödermiş gibi sürekli koyu, ağır bir sessizlik taşır omuzlarında. Köy halkı sever sevmesine de Popuç’un öfkesinden korktuğu için uzakta dururlar biraz. Bir fısıltı gibi, gizli saklıdır hep konuşmaları, yardımlaşmaları. Çocuklar bile öyle öğretilmiş gibi korkarlar ondan, çekinirler kendisini neredeyse hiç tanımadan. Mişka’nın ise kabullenilmiş gözüken sakin ve sessiz hayatında hiç gelmeyecek bir telefon sesidir beklentisi sadece. Bir de belki yarım bırakmak zorunda kaldığı bir hikayenin dile gelip de sona ermesi, erdirilmesi yürekte...
Evet, tahmin ettiğin gibi sürekli bağırıp çağıran, sinirli, asık suratlı bu yaşlı kadının adı Popuç; köy halkının ileri gelenlerinden hatta neredeyse bütün köy halkının çekindiği tek kişi. Mişka’nın yalnız ve hüzünlü sessizliğine inat Popuç’un kalabalık ve bir o kadar öfkeli hali dikkatini çekti değil mi? Özellikle Mişka’ya gösterilen fazla büyük, fazla sesli, fazla yıkıcı bir öfke bu. Ve bunlara karşılık Mişka’nın daha da büyüyen ve içinde kim bilir neler saklayan sessizliği. Keşke bir dile gelse bu öfke, gerçek sözcüklerini sakınıp saklamadan bir bir dökebilse. Bu sessizlik en uygun kelimelerin karşılığında içindeki tüm yangını anlatabilse. Ama hikayenin bu kısmı şimdilik bir sır ve belki de bu sırrı, eğer paylaşacaklarsa sadece onu çözeceklerden dinlemeli.
Alma’yı da gördün değil mi? Elma yanaklı, piyano hayranı, Popuç’un torunu, Şemistan’la Figan’ın kızı, yeteneğiyle bir süre sonra köyün gururu olacak Alma. Bana sorarsan o masum, karşılıksız sevgisiyle bir yandan da umudun diğer adı. Yaramaz ama bir o kadar da sevecen Tavşan var sonra, Alma’nın can arkadaşı. İçinde kötülük barındırmayan, köyün aşıklarıyla yapılan dudak değmezli kış gecelerinin kahramanı Şemistan var, ve karısı Figan. Öğretmen Metin var; Alma’nın elinden tutup geleceğine yön veren, bir umudu gerçekleştiren. Hepsi bu kadar değil elbet, ekin eken, koyun güden, çetin kış koşullarında yaşama savaşı veren daha pek çok köy insanı da var. Ha bir de Mişka’nın ailesinden kalan ve borcunu ödemek için elinden çıkarmak zorunda kaldığı, neredeyse köydeki bütün haneleri dolaşan, süprizlerle dolu bir piyano...
-Mişka kim?
-Dedem
-Ama Mişka Rus adı. Öz deden değil herhalde?
-Yürekten dedem...
İşte böyle arkadaşım; burası Kars’ın küçük bir köyü. İnsanların dil, din, ırk olarak değil sadece yürekten birbirine bağlı olduğu bir köy. Demiştim sana değil mi bu; sevgisini de öfkesini de yürekten yaşayan insanların, küçücük bir dünyada kocaman yüreklerin hikayesi diye. Bu yüzden işte sen de onlarla bir yaşayacaksın mutluluğu da, hüznü de, acıyı da, öfkeyi de. Sen de Alma’nın çaldığı piyanonun tuşlarındaki melodi olacaksın mesela, onunla birlikte girip sınava, aynı şarkıyı mırıldanacaksın. Tavşan’a yardımcı olacak, gizli gizli elmaları paylaşacaksın. Şemistan iğneyi dudağına her batırdığında canın yanacak senin de, Figan’ın kararsız ve şaşkın bakışlarında yer alıp, Alma sınava girebilsin diye Popuç’u ikna etmeye çalışan Öğretmen Metin’in yanında duracaksın. Mişka ile üzülecek, Popuç’la kızacaksın ve birbirine karışmış, içiçe geçmiş tüm yaşamlarda hem nefretin, hem de sevginin izlerini bulacaksın kelime kelime. Film bittiğinde ise yüzüne yapışıp kalmış buruk bir tebessümle benim gibi aynı şeyi düşünüp, aynı soruyu soracaksın kendi kendine;
Nefret, sevginin şekil değiştirmiş hali mi? Eksik kalmanın, yarım bırakılmanın, yürekten sevmenin karşılığını bulamamanın, hayalkırıklığının, cesaretsizliğe, inançsızlığa, saygısızlığa yarı yolda bırakılmaya duyulan öfkenin boyut değiştirmiş hali mi? Kendini kendince hislerinin, düşüncelerinin doğrultusunda haklı görmenin hali? Bir insan çok sevdiği için mi çok nefret eder? Bu yüzden mi Popuç, vakti zamanında yüreğine gömdüğü Mişka'yı bu kez gerçekten toprağa gömerken 'Kafir' diye bağırır ağlayarak? “Kafir, keşke daha önce öleydin. Daha önce öleydin de hiç görmemiş olaydım seni. Yüreğim seni hiç sevmemiş olaydı...”
*Bu yazı “Deli Deli Olma” filminin ardından yazılmıştır.
**Koyu yazılan bölümler filmden alıntıdır.
-Başım üstüne...
Hadi, çekinme gir. Yavaşça araladığın ve önce başını uzattığın kapıdan, yüreğini ve aklını da geçir. Haklısın; neyle karşılaşacağını, nasıl davranacağını, ne hissedeceğini bilmeden biraz ürkek, biraz tedirgin atıyorsun adımlarını. Ama bu çekingenlik uzun sürmeyecek güven bana. Çok değil sadece birkaç dakika sonra köyden biri gibi hissedeceksin sen de kendini. O köyde yaşayan, o köyle yaşayan, o köyün bir insanı gibi...Adı her geçtiğinde uzak sandığımız ama bir o kadar da yakınımızda olan bir köy. Görüyorsun bak; her yer bembeyaz. Sadece karın değil, fakirliğin de diz boyu olduğu, ağır yaşam koşullarının insanları gerçekten zorladığı bir yer burası.
-Neyi meşhur sizin köyün?
-İnsanı.
-İnsanı mı?
-Çok ciğerli insanı var.
Orada gördüğün Mişka, değirmenci Mişka. 93 harbinden sonra Rusya’dan göç eden Malakan kavminden şu anda köyde kalan tek kişi. Yeke kişi de, derler ona. Yalnız yaşar ve bir günahın bedelini ödermiş gibi sürekli koyu, ağır bir sessizlik taşır omuzlarında. Köy halkı sever sevmesine de Popuç’un öfkesinden korktuğu için uzakta dururlar biraz. Bir fısıltı gibi, gizli saklıdır hep konuşmaları, yardımlaşmaları. Çocuklar bile öyle öğretilmiş gibi korkarlar ondan, çekinirler kendisini neredeyse hiç tanımadan. Mişka’nın ise kabullenilmiş gözüken sakin ve sessiz hayatında hiç gelmeyecek bir telefon sesidir beklentisi sadece. Bir de belki yarım bırakmak zorunda kaldığı bir hikayenin dile gelip de sona ermesi, erdirilmesi yürekte...
Evet, tahmin ettiğin gibi sürekli bağırıp çağıran, sinirli, asık suratlı bu yaşlı kadının adı Popuç; köy halkının ileri gelenlerinden hatta neredeyse bütün köy halkının çekindiği tek kişi. Mişka’nın yalnız ve hüzünlü sessizliğine inat Popuç’un kalabalık ve bir o kadar öfkeli hali dikkatini çekti değil mi? Özellikle Mişka’ya gösterilen fazla büyük, fazla sesli, fazla yıkıcı bir öfke bu. Ve bunlara karşılık Mişka’nın daha da büyüyen ve içinde kim bilir neler saklayan sessizliği. Keşke bir dile gelse bu öfke, gerçek sözcüklerini sakınıp saklamadan bir bir dökebilse. Bu sessizlik en uygun kelimelerin karşılığında içindeki tüm yangını anlatabilse. Ama hikayenin bu kısmı şimdilik bir sır ve belki de bu sırrı, eğer paylaşacaklarsa sadece onu çözeceklerden dinlemeli.
Alma’yı da gördün değil mi? Elma yanaklı, piyano hayranı, Popuç’un torunu, Şemistan’la Figan’ın kızı, yeteneğiyle bir süre sonra köyün gururu olacak Alma. Bana sorarsan o masum, karşılıksız sevgisiyle bir yandan da umudun diğer adı. Yaramaz ama bir o kadar da sevecen Tavşan var sonra, Alma’nın can arkadaşı. İçinde kötülük barındırmayan, köyün aşıklarıyla yapılan dudak değmezli kış gecelerinin kahramanı Şemistan var, ve karısı Figan. Öğretmen Metin var; Alma’nın elinden tutup geleceğine yön veren, bir umudu gerçekleştiren. Hepsi bu kadar değil elbet, ekin eken, koyun güden, çetin kış koşullarında yaşama savaşı veren daha pek çok köy insanı da var. Ha bir de Mişka’nın ailesinden kalan ve borcunu ödemek için elinden çıkarmak zorunda kaldığı, neredeyse köydeki bütün haneleri dolaşan, süprizlerle dolu bir piyano...
-Mişka kim?
-Dedem
-Ama Mişka Rus adı. Öz deden değil herhalde?
-Yürekten dedem...
İşte böyle arkadaşım; burası Kars’ın küçük bir köyü. İnsanların dil, din, ırk olarak değil sadece yürekten birbirine bağlı olduğu bir köy. Demiştim sana değil mi bu; sevgisini de öfkesini de yürekten yaşayan insanların, küçücük bir dünyada kocaman yüreklerin hikayesi diye. Bu yüzden işte sen de onlarla bir yaşayacaksın mutluluğu da, hüznü de, acıyı da, öfkeyi de. Sen de Alma’nın çaldığı piyanonun tuşlarındaki melodi olacaksın mesela, onunla birlikte girip sınava, aynı şarkıyı mırıldanacaksın. Tavşan’a yardımcı olacak, gizli gizli elmaları paylaşacaksın. Şemistan iğneyi dudağına her batırdığında canın yanacak senin de, Figan’ın kararsız ve şaşkın bakışlarında yer alıp, Alma sınava girebilsin diye Popuç’u ikna etmeye çalışan Öğretmen Metin’in yanında duracaksın. Mişka ile üzülecek, Popuç’la kızacaksın ve birbirine karışmış, içiçe geçmiş tüm yaşamlarda hem nefretin, hem de sevginin izlerini bulacaksın kelime kelime. Film bittiğinde ise yüzüne yapışıp kalmış buruk bir tebessümle benim gibi aynı şeyi düşünüp, aynı soruyu soracaksın kendi kendine;
Nefret, sevginin şekil değiştirmiş hali mi? Eksik kalmanın, yarım bırakılmanın, yürekten sevmenin karşılığını bulamamanın, hayalkırıklığının, cesaretsizliğe, inançsızlığa, saygısızlığa yarı yolda bırakılmaya duyulan öfkenin boyut değiştirmiş hali mi? Kendini kendince hislerinin, düşüncelerinin doğrultusunda haklı görmenin hali? Bir insan çok sevdiği için mi çok nefret eder? Bu yüzden mi Popuç, vakti zamanında yüreğine gömdüğü Mişka'yı bu kez gerçekten toprağa gömerken 'Kafir' diye bağırır ağlayarak? “Kafir, keşke daha önce öleydin. Daha önce öleydin de hiç görmemiş olaydım seni. Yüreğim seni hiç sevmemiş olaydı...”
*Bu yazı “Deli Deli Olma” filminin ardından yazılmıştır.
**Koyu yazılan bölümler filmden alıntıdır.
15 yorum:
en sevdiklerimden.
Mini mini ama bir o kadar güzel bir film. Ankara yolculuğum sırasında otobüste izlemiştim. Gülümseten arada kahkaha atma noktasına getiren sonra da size bunu bir güzel yutturup boğazınıza düğüm eden bir film. ırklar, toplumlar ötesi.
Aşk neden nane bir tür çemberdir tamamlanmak zorudnadır süreci. Tamamlanmaz da bir yerinden kırılırsa Pobuç'tan beter deli olursunuz. Tamamlansa da bazen sonu nefrete ulaşır. Aşk, ölümün diğer yüzüdür demiş ya bizim kaptan, nefret (aslında öfke de denilebilir, pobuçun hali nefretten çok öfkeye benziyor zaten) aşkın bir hücresi. Olmadan olmazı. Saf değildir aşk, içinde bin tane duyguyu, insan halini de taşır. Mişkanın yufkalığının bir parçası değildir Pobuç karşısınddaki zayıflığı. Kendi tamamlanmayan çemberindeki kırıktır aslında. Pişmanlık, suçsuz suçluluk.. Ne dersen diyeceksin işte. Alma ise başka bir güzeldir. Kars, kış, kazlar; insanlar.. Kendi küçük içi büyük bir film-di.
Bu yazıdan sonra izlenmez mi?
Ben çok sevmiştim bu filmi Mayam:)
film sonunda "sevseydiy gelerdin" diyo ya bu tek replik kanıma işlemişti izlediğimde
boğazımda bir düğüm, gözümde akmak için titreyen ama akıtmadığım gözyaşlarımla tamamladığım bir filmdi. gene anımsadım. teşekkür ederim
bende iz birakan filmlerden biri bu, cok severek izlemistim. acaba bir daha mi izlesem hazir sen hatirlatmisken :)
Pilli Petro nun tekrarladığı söz şimdiden içime işledi. Kaşırdığıma üzüldüm bu filmi.
ben de vladimir gibi kaçırdığıma üzüldüm filmi.o kadar güzel anlatmışsın ki beenmayam sağolasın bizimle paylaştığın için.iyi ki varsın.
bende vladimir gibi filmi kaçırdığıma üzüldüm.o kadar güzel anlatmışsın ki beenmayam sağolasın paylaştığın için.öptüm çok.
ben hala bu filmi izleyemedim desem çok ayıplar mısınız beni?
Filmde eksik bir şey vardı, çok güzel bir yazı onu tamamladı Maya'm,
güzel yüreğine sağlık canım...
Kesinlikle izlenilesi olduğunu hissediyorum...
çok sevdiğim bir film.Ben de Yeke kişinin "bir sarmaşık olsaydım..." diye başlayan şarkısına hayran kalmıştım.Hem komik hem duygusal bıkmadan izlenir :)
@hepinize yorumlarınız için çok teşekkürler. sadece izlemeyenlere değil izleyenlere de bir kere daha izlemelerini önereceğim güzellikte bir filmdir bunu da hatırlatmadan geçemeyeceğim.
sevgiler :)))
Yorum Gönder