Sevgili Ö.,
Birkaç gündür aynı rüyayı görüyorum biliyor musun? Benim gibi rüyalarını hatırlamakta güçlük çeken, neredeyse düş görmediğine inanacak olan birinin rüyalarında aynı iki adam var son birkaç gündür. Yüzleri yok; yüzlerinin yerinde sadece bir karanlık...Sesleri yok; seslerinin yerinde büyük harflerden oluşan koca bir çığlık...İsimleri, isimleri var evet ama benim, senin, hepimizin çoktan unuttuğu, yok saydığı, hatırlamadığı, üzerine kim bilir daha ne çok şeyin konuşulduğu, konuşulacağı birkaç kelime sadece...Ve ben sürekli bu isimleri fısıldar buluyorum kendimi. Takılmış plak gibi aynı isimler dönüp dolaşıyor dilimde. Sonra bir kuşun kanat sesleri bölüyor uykumu ve hemen ardından uyanıyorum.
Birkaç gündür sürekli aynı şeyi düşünüyorum biliyor musun? Anka Kuşu’nu; Şili’nin 33 insanını yerin en dibinden tekrar günyüzüne çıkardığı kapsülün adı Zümrüdü Anka’yı...Hani şu ölümsüzlüğü simgeleyen, öleceği zaman kendi kendini yakan ve küllerinden yeniden doğan, tüm zamanların bilgisine sahip olduğuna inanılan efsanevi kuşu...Belki de diyorum, bir yanımızla masallara, efsanelere inanmayı sürdürebilseydik her şey çok daha başka, çok daha güzel, çok daha kolay olurdu.
Ama biz masalları da bıraktık ardımızda sevgili dostum, efsaneleri de. Biz birbirimize inanmayı bile çoktan bıraktık gerilerde. Şimdi herkes kendi aklında, kendi yüreğinde sadece, kendi derdinde. Baksana Anka Kuşu’yla yaşamlarına yeniden kavuşan 33 madenci için tüm dünya gibi bizler de haklı olarak sevinirken Gülüzar Kartal’la Hayriye Düzcük’ün yüreklerindeki acıyı çoktan unuttuk. Biz bu iki gözü yaşlı, yüreği yaralı kadının kocalarını; Dursun Kartal’la Engin Düzcük’ü yerin tam 700 metre altında unuttuk Ne yaşatmayı becerebildik onları ne de ölülerine sahip çıkıp saygı duyabilmeyi...Biz insanlığı unuttuk sevgili dostum, insan olabilmeyi, insan kalabilmeyi. Sol yanımızın farkında olmayı ve her şeye rağmen sol yanımızın farkıyla yaşamayı unuttuk. Şimdi bana “unutmak” diye bir şey olmadığını hatırlatacaksın biliyorum. Haklısın. Ama biz bunun olmadığını da unuttuk!
Birkaç gündür aynı rüyayı görüyorum biliyor musun? Benim gibi rüyalarını hatırlamakta güçlük çeken, neredeyse düş görmediğine inanacak olan birinin rüyalarında aynı iki adam var son birkaç gündür. Yüzleri yok, sesleri de öyle. İsimleri ise bir mıh gibi kazılı kalmış belleğimde. Görmediğim gözlerinin ağırlığı üzerimde, tam karşılarında oturuyorum mekansız ve zamansız. Oturuyorum ve onlarla birlikte aynı çocukluğumuzda olduğu gibi yeniden bir masala inanmayı dileyerek Anka Kuşu’nu bekliyorum.
*17 Mayıs’ta Zonguldak’ta yaşanan grizu patlamasında 30 maden işçimiz, 30 insanımız göçük altında kaldı. 3 gün sonra 28’inin cesedi ailelerine teslim edildi. Dursun Kartal ve Engin Düzcük’ün cesedi ise 5 aydır göçük altında. Cesetlerin göçükten çıkartılabilmesi için 18 Ekim’de ihale yapılacak ve bu ihalenin ardından çalışmalara başlanacak.
**Görsel: Buradan alınmıştır.
Birkaç gündür aynı rüyayı görüyorum biliyor musun? Benim gibi rüyalarını hatırlamakta güçlük çeken, neredeyse düş görmediğine inanacak olan birinin rüyalarında aynı iki adam var son birkaç gündür. Yüzleri yok; yüzlerinin yerinde sadece bir karanlık...Sesleri yok; seslerinin yerinde büyük harflerden oluşan koca bir çığlık...İsimleri, isimleri var evet ama benim, senin, hepimizin çoktan unuttuğu, yok saydığı, hatırlamadığı, üzerine kim bilir daha ne çok şeyin konuşulduğu, konuşulacağı birkaç kelime sadece...Ve ben sürekli bu isimleri fısıldar buluyorum kendimi. Takılmış plak gibi aynı isimler dönüp dolaşıyor dilimde. Sonra bir kuşun kanat sesleri bölüyor uykumu ve hemen ardından uyanıyorum.
Birkaç gündür sürekli aynı şeyi düşünüyorum biliyor musun? Anka Kuşu’nu; Şili’nin 33 insanını yerin en dibinden tekrar günyüzüne çıkardığı kapsülün adı Zümrüdü Anka’yı...Hani şu ölümsüzlüğü simgeleyen, öleceği zaman kendi kendini yakan ve küllerinden yeniden doğan, tüm zamanların bilgisine sahip olduğuna inanılan efsanevi kuşu...Belki de diyorum, bir yanımızla masallara, efsanelere inanmayı sürdürebilseydik her şey çok daha başka, çok daha güzel, çok daha kolay olurdu.
Ama biz masalları da bıraktık ardımızda sevgili dostum, efsaneleri de. Biz birbirimize inanmayı bile çoktan bıraktık gerilerde. Şimdi herkes kendi aklında, kendi yüreğinde sadece, kendi derdinde. Baksana Anka Kuşu’yla yaşamlarına yeniden kavuşan 33 madenci için tüm dünya gibi bizler de haklı olarak sevinirken Gülüzar Kartal’la Hayriye Düzcük’ün yüreklerindeki acıyı çoktan unuttuk. Biz bu iki gözü yaşlı, yüreği yaralı kadının kocalarını; Dursun Kartal’la Engin Düzcük’ü yerin tam 700 metre altında unuttuk Ne yaşatmayı becerebildik onları ne de ölülerine sahip çıkıp saygı duyabilmeyi...Biz insanlığı unuttuk sevgili dostum, insan olabilmeyi, insan kalabilmeyi. Sol yanımızın farkında olmayı ve her şeye rağmen sol yanımızın farkıyla yaşamayı unuttuk. Şimdi bana “unutmak” diye bir şey olmadığını hatırlatacaksın biliyorum. Haklısın. Ama biz bunun olmadığını da unuttuk!
Birkaç gündür aynı rüyayı görüyorum biliyor musun? Benim gibi rüyalarını hatırlamakta güçlük çeken, neredeyse düş görmediğine inanacak olan birinin rüyalarında aynı iki adam var son birkaç gündür. Yüzleri yok, sesleri de öyle. İsimleri ise bir mıh gibi kazılı kalmış belleğimde. Görmediğim gözlerinin ağırlığı üzerimde, tam karşılarında oturuyorum mekansız ve zamansız. Oturuyorum ve onlarla birlikte aynı çocukluğumuzda olduğu gibi yeniden bir masala inanmayı dileyerek Anka Kuşu’nu bekliyorum.
*17 Mayıs’ta Zonguldak’ta yaşanan grizu patlamasında 30 maden işçimiz, 30 insanımız göçük altında kaldı. 3 gün sonra 28’inin cesedi ailelerine teslim edildi. Dursun Kartal ve Engin Düzcük’ün cesedi ise 5 aydır göçük altında. Cesetlerin göçükten çıkartılabilmesi için 18 Ekim’de ihale yapılacak ve bu ihalenin ardından çalışmalara başlanacak.
**Görsel: Buradan alınmıştır.
16 yorum:
Ah benim güzel gönüllü mayam.Dursun ve Engin'in Çığlıklarını sessiz sözsüz ve iki karanlık olarak yüreğinde taşımana bizler de ortak olup el atalım. Kolay olmuyor çünkü gözyaşı ve haksızlıklara uğramışların ağırlıksız yükünü sırtlamak. Feridüddin Attar mantıku-t Tayr yani Zümrüd-ü anka kuşunun efsanevi hikayesini yazdığında tasavvuf yolcularına rehber olmanın dışında, acaba biliyormuydu 33 kişinin o isim konulmuş bir makinayla toprak altından kurtarılıp yaşama döneceğini?Bize de bir anka kuşu gerek.
Sevgilerimle.
Söylenecek o kadar çok şey var ki.. Keşke cümlelerimiz bu noktada hayat bulsa,dileklerimiz gerçekleşse, uzanan el olabilsek,insan olmanın hakkını verebilsek.. Keşke Maya'm..
tum dunya ınsanları
ve bızım ınsanımız da
yasam hakkına saygıyı
hakedıyor...
şili dekı kurtarma olayı dunyaya
yasanan maden kazalarının
,KADER olmadıgını,
o kaderı degıstırmenın ınsanın elınde oldugunun cok cıddı bı kanıtıdır.
Keşke sadece bu kadarla kalsa...
Taşeron işçilerin çalıştırılması, kaçak maden ocaklarının varlığı sürdükçe ne ankakuşu gelir ne de bu ölümler,unutuşlar son bulur. Ancak yeni acılarda kısa bir süreliğine tekrar gündeme düşer ve sonra da yokmuş gibi yapılır...
Yüreğine sağlık Beenmaya'm.
okudum .. başka bişi söylemek istemedim.. hepsine katıldım , inandım ve sustum malesef..
Ne ilk ne de son olur...Dün de vardı yarın da olacak...İnsanın acımasızlığı bitmedikçe , kar ve para hırsının yerini insanca yaşam hakkına saygı almadıkça da bitmez.Ve sen , yüzsüz insanların doluştuğu rüyalar görmeye devam edersin ne yazık ki.
Şili'de kurtarma çalışmalarının çok abartıldığını söyleyen bir bakanımız, "biz olsak üç günde çıkartırdık çok abarttılar" dedi. Oysa göçük altında kalan iki madencimizin cesedini çıkarmak için bile, 18 Ekim bekleniyor ihale açılmak için!!!
Sevgiler
Evet söylenecek çok söz var ama..beni üzen bu yüzyılda bile ne ölümüze ne dirimize sahip çıkabiliyoruz..En önemlisi de ziyaretlerinin olacağı bir mezarları bile olamayacak ..yakınlarına her zaman bir hüzün kırgınlık,çaresi olmayan isyan..
bir gerçeği hikayeleştirmek meziyet ister. burada iki nokta vardır; biri gerçeğe ışık tutmak, diğeri ise gerçeğin üzerinden duygu sömürüsü yapmak. ahval, üzerinde durulması gereken bir konu ve parmak basıldığı için hoşnutum. fakat yazının ikinci kısımda olduğunu düşünüyorum. çok üzücü lakin dramatize etmenin manası yok. direnmek 'duygu seli'ne kapılmak değildir. saygılar.
Bir anketim var, katılırsanız sevinirim.
"ahh kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya..."
Ne çok amaç biçiliyor insan ömrüne, ne çok amaç atfediyor insanlar, insan ömrüne kendi meşrebince, kendi fikrinde...
Ama doğanın insana emretteği tek bir amaç var; yaşamak ve bütün her şey ondan sonra geliyor...
Belki Dawkins olsa, hayır derdi, sadece insan değil, bütün canlıların ilk amacı yaşamak...
Bir böceğin, boğazına bıçak dayanmış bir kurbanlık koyunun, bir başka hayvanın elinden kurtulmak için kaçan hayvanın, yapraklarını güneşe köklerini suya çevirmiş bir bitkinin...
Sonra? Her şey ondan sonra...
Oradayız işte sevgili Özlem, on binlerce yıllık insanlık tarihinde, tekrar en baştayız, biz sonrasını konuşmaya çalışırken, daha insanı yaşatmayı bile beceremeyen bir dünyada...
Sonrası, insan olabilme mücadelesi evet, insan kalabilme, insanlığın tarihsel değerlerine sahip çıkabilme, insanlığın on binlerce yıllık birikimine sahip çıkabilme mücadelesi...
Yaşamak ve yaşatmak istiyorsak sondan belki de başlamalıyız bana göre...
@yorumlarıyla düşüncelerini paylaşan herkese, hepinize çok teşekkürler...
sevgi, saygı ve selamlar...
@mudara: evet burada yazılanlar gerçek. hem de çok acı, üzücü gerçekler. ama bu yazılan asla bir hikaye değil. ben hikaye yazmam çünkü. yazamam. sizin de söylediğiniz gibi meziyet gerektirir hikaye yazmak. o yüzden denemem bile. sadece karalarım kendimce, yazdığım mektupları falan yayınlarım bazen, bu mektupta olduğu gibi. hikaye yazmanın haddim olmadığı bilirim. ama siz benim bunu bildiğimi bilmezsiniz. beni tanımıyorsunuz çünkü...
insandır en değerli gözümde, insandır en değerlim. bu yüzden bu değerin ne varlığı ne de yokluğu üzerine "duygu sömürüsü" yapmak tarzım değildir, bana göre değildir. hadi diyelim ki düştüm bu gaflete. diyelim ki buna niyetlendim. ben istesem bile maden işçisi yakınlarımın, tanıdıklarımın varlığı bunu yapmama izin vermez. benimki değilse bile onların vicdanı elvermez buna bilirim. ama siz benim böyle davrandığımı bilmezsiniz. beni tanımıyorsunuz çünkü...
peşin hükümlü olmaktan korkarım en çok. özellikle hiç tanımadığım insanlar üzerine bilmeden, sormadan, düşünmeden yargıda bulunmaktan. bana ters düşse bile yazılanlar, söylenenler, yanlış, saçma, anlamsız gelse bile o kelimelerin ardında, ötesinde bilmediğim, düşünemediğim gerçeklerin olması ihtimalini getiririm aklıma. bu nedenle de elimden geldiğince dikkat etmeye çalışırım kuracağım cümlelere, vereceğim cevaba, kullanacağım kelimelere. insan sadece insan olduğu için bile saygıyı hak ediyordur benim gözümde. ve söz ağızdan bir kere çıkar bilirim. ama siz benim böyle düşündüğümü bilmezsiniz. beni tanımıyorsunuz çünkü...
uzun lafın kısası sevgili mudara teşekkür ederim. ve saygılar benden...
Söyleyecek söz, yazacak yorum bulamıyorum Mayam:(((
@özlem: :(((
Yorum Gönder